
DEVLET GERÇEKTEN PARADİGMA DEĞİŞTİRİYORSA!
Devletlerin görevi milleti ve üzerinde yaşadığı ülkeyi korumaktır. Kırmızı çizgileri de, bu konuda kararlı ve tutarlı olmaktır. Ancak bu korumanın yol ve yöntemleri, içinde yaşanılan coğrafyanın ve dönemin koşullarına göre şekillenir. Paradigma tam da buna denir. Dünya değişiyorken, küresel ölçekte bir yönetilemezlik sorunu kendini gösteriyorken, değişimi öngörememek ve bunu dikkate alarak kendi değişim sürecini yönetememek, devletler için riski büyütür.
Derebeyliklerden sonra imparatorluklar doğarken, İmparatorluklar dağılıp ulus devletler kurulurken, yaşanan süreç gibi, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan kutuplaşmanın, soğuk savaş sonrasında bir yeniden yapılanmaya evrilmesi gibi, geniş çaplı ve kapsamlı değişim süreçlerini dikkate almadan, Türkiye iç siyasetindeki değişimi de sağlıklı okuyamayız. 2.Dünya Savaşı sonrasında çok partili hayata geçişimiz bunun en somut örneklerindendir.
Bugün de Ortadoğu'da yerinden oynayan taşların, nasıl bir yeni yapılanma ortaya çıkaracağı konusu elbette Türkiye'nin sorun çözme yöntemini yeniden ele almayı zorunlu hale getirir. Cumhuriyetin ilk yıllarında daha çok, korunma, varlığını devam ettirme ve kazanımlarını yaşatma kavgası, paradigmanın özünü oluşturuyorken, bugünün dünyasında bundan daha fazlasını hedeflemek kaçınılmaz görünmektedir.
Paradigma değişikliği elbette kolay değildir, ama bu hiç olmayacağı anlamına da gelmez. Devletin paradigma değiştiremeyeceği varsayımıyla hareket eden herkes yanılır. Devleti savunurken de, devlet adına yapılanları sorgularken de, değişim ihtimalini ve imkanını dikkate almak gerekir. Değişime direnen, değişimi inkar eden değişim sürecine de müdahil olamaz, yönlendirici bir insiyatif kullanamaz.
Tehdit algısı her dönemde farklı önceliklerle şekillenebilir. Bir dönem, zayıf dış tehdit, kontrollü gerilim stratejisi ile yönetilebildiği halde, dengelerin değişmesi durumunda, bu tablo yönetilemez hale gelebilir. Ortadoğu'da yaşanabilecek muhtemel gelişmelerin Türkiye dış politikası ve dış güvenlik okumasına farklı biçimlerde yansıyabilir. Özellikle, İsrail'in kendisine yeni partnerler aradığı bir dönemde, Kürtlerin Orta Doğu'da varlıklarını ve yarınlarını kurma çabası, bölgede yeni ayrışma, çatışma ve buluşmaları beraberinde getirebilir. Bunun farkında olmak ve tüm bölge halklarıyla birlikte Türklerin ve Kürtlerin de yararına olan paradigma ile hareket etmek, ciddi bir ihtiyaç ve kapasite konusudur.
Antisemitik yaklaşımlara prim vermemekle birlikte, saldırgan Siyonist politikalar karşısında kararlı ve güçlü bir irade ortaya koymak, Yahudiler, Hristiyanlar, farklı İslam toplumları ve tüm kültürler için hayati öneme sahiptir. Netanyahu yönetiminin Yahudileri de tüm dünyada hedef haline getiren saldırgan politikadaki ısrarı, İsrail'i destekleyen tüm ülkeler ve yönetimler için ciddi bir sınavdır. İnsanlık vicdanından yana olmakla, vahşete, katliama ve saldırganlığa göz yummak arasında, keskin bir yol ayrımı yaşanmaktadır. Dünya demokrasileri bu sınavdan kaçamayacaktır. Demokrasinin gerçekten halk iradesi anlamına gelip gelmediği konusu, Gazze ve Filistin konusunda ülke yönetimlerinin nerede duracağı ile test edilecektir. Feryadını, isyanını sokaklara taşıyan batı toplumları ile egemen siyaset anlayışları arasındaki makas "başka bir dünya mümkün mü" sorusunu yeniden gündeme taşıyacaktır.
Dünyanın bu kadar büyük bir kırılma ve yeniden yapılanma arefesinde olduğu bir ortamda, Ortadoğu'da değişimin nedenini, sahici ve halklar yararına olup olmayacağını belirleyecek olan da, öncelikle toplumsal hafıza ve bileşik akıl konusudur. Ortadoğu, ya yeni etnik, mezhepsel ayrışmalarla, kalıcı kaosu, sürekli çatışmayı, kan ve göz yaşını tercih edecek ya da yeni birliktelikler inşa ederek kaynaklarının sömürülmesine ve otoriter yönetimlere mahkum edilmesine güçlü bir itirazı hayata geçirecek. Bu ancak, yeni bir arada yaşama formülleriyle mümkün olabilir. Türkiye'nin İran'ın ve bölgede tarihsel iddiaya sahip Arap yönetimlerinin, bu bileşik aklın inşasına yapacağı katkı, tüm insanlıkla birlikte, Ortadoğu'nun da tek çıkış yoludur. Bu durum kaçınılmaz olarak, paradigma değişikliğini sağlıklı yöneten aktörlerin, yarınlara dair söz söyleme imkanını da büyütecektir.
Toplam Okunma Sayısı : 892