1 Eylül Barış Temennileri

1 EYLÜL BARIŞ TEMENNİLERİ

Almanya'nın Polonya'yı işgal ettiği ve İkinci Dünya Savaşı'nın başladığı gün kabul edilen 1 Eylül tarihi Barış Günü olarak kutlanmaktadır. Birleşmiş Milletler, 1981 yılında Barış gününün Eylül'ün 3. haftası olarak kutlanması yönünde karar almıştır.

 

II. Dünya Savaşı sonunda Yalta Konferansı ile oluşan dünya dengesi Helsinki sürecinde Doğu blokunun dağılması ile bitmiş kabul edilir. Sonrasındaki yaklaşık 35 yılı bulan süreç, iki kutupluktan önce tek kutupluluğa, sonra çok kutupluluğa geçişin sancılarını ortaya koyar.

 

İnsanlık tarihinde barışı esas alıp savaşı istisna olarak görenler, genellikle sıcak savaşı kastederler. Tersini iddia ederek savaşı esas alıp barış dönemlerini istisna görenler ise topyekün savaşı, kültürel, ekonomik savaşı dikkate alırlar.

 

Bugün dünyada yeni bir küresel savaşın beklentisi içerisinde olanlar, daha çok konvansiyonel ya da kısm kısmi nükleer çatışmadan bahsederler. Zaten savaş devam ediyor diyenler ise, biyolojik savaştan vesayet savaşlarına kadar, devam eden gerilimi ve çatışmayı tarif ederler. Adalet ile barış arasındaki ilişkiyi ele alırken, hak savunucuları adaleti ön şart olarak ifade eder ve adalet olmadan barış olmaz derler.

 

Bu anlamda barış, çatışmasızlıktan öte kalıcı kabul edilebilir bir istikrar ortamıdır. Denklemi tam tersine kurarak, barış olmadan adalet olmaz diyenler de, insan güvenliğini, toplum güvenliğini, fırsat eşitliği ve diğer adalet mekanizmalarının ortama dayalı ön şartı olarak değerlendirirler.

 

Bugünün koşullarında ne yazık ki hem barış hem adalet bir ütopya konumundadır. Kulağa hoş gelen bu iki kavramın da anlamını ve değerini yitirdiği bir dönemi yaşıyoruz. Dünyanın en zengin ve büyük ülkelerinden birisi kabul edilen Amerika Birleşik Devletleri, aynı zamanda gelir dağılımı uçurumunun da en derin olduğu ülkelerden birisidir.

 

Barış'ı ve adaleti bir temenni olarak vazgeçilmez görmek ve daimi tercih olarak ifade etmekle birlikte, fiili durum ve reel politik, bugün için barışın da, adaletin de uzak hedefler olduğunu gösteriyor. Bir yaşam felsefesi olarak barıştan yana olmak, adaleti, birlikte yaşamanın güvencesi olarak tarif etmek son derece önemlidir. Ancak savaşın tüm biçimleri ile siyaseti şekillendirdiği bir ortamda, bal demekle ağız tatlanmadığı gibi, barış demekle de barış ortamı korunamaz, kurulamaz.

 

Barış ve adalet için atılması gereken adımlar, içinde bulunduğumuz koşullara göre şekillenmelidir. İçinde bulunan ortamdan bağımsız soyut barış yanlılığı ya da adalet taraftarlığı bizi gerçeklerden koparır. Gerçeklerden kopmuş bir siyasetin de, toplumsal öncelikler ve aciliyetlere çözüm üretmesi zordur. Artık neredeyse öfkeli ve mağdur kitlelerin duymaktan rahatsız olmaya başladığı bu iki güzel kavram, ne yazık ki can yakıcı gündemlerin çözümüne katkı sunamamaktadır.

 

Özellikle kaynakların ekonomik sömürüsü ve yoksulluğa mahkum edilmiş geniş yığınlar açısından, adaletin ifade ettiği somut bir anlam ve gösterge olması gerekir. Ekonomide fırsat eşitliğinin bu kadar dibe vurduğu bir dünyada, haklar ve yasalar önünde eşitlik kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur. Aynı şekilde, savaşa, iç çatışmaya mahkum edilen coğrafyalarda  insanlara direnmekten başka hayatta kalma yolu bırakılmazken, barış nakaratları tekrarlamanın da çok inandırıcı bir tarafı olmayacaktır.

 

Yoksulların emeğini, alın terini koruyan ve güçlendiren bir adalet anlayışını ortaya koymak zorundayız. Aynı şekilde toprakları işgal edilen, saldırıya muhatap edilen kitleler açısından barışın, kabul edilebilir ve hakkaniyetli olması asla göz ardı edilmemelidir. Ne pahasına olursa olsun, anlayışıyla çerçevesi çizilmiş bir barış, elbette kan, gözyaşı ve ölümün durması açısından değerlidir ama asla yeterli değildir. Bu nedenle gerçekten barış isteyenler, saldıranla saldırıya uğrayan arasında farkı görerek gözeterek bir barış formülü ortaya koymalıdır. İkisini eşitleyen her yaklaşım, sonuçta egemen olanın güçlü olanın lehine bir durum ortaya çıkarır.

 

1 Eylül vesilesiyle yayınlanan kutlama mesajları ve barış temennilerini, dünyanın içerisinden geçtiği süreç ve gerçekliği dikkate alarak değerlendirmeliyiz.

Toplam Okunma Sayısı : 400