
ALARM SİSTEMİ ÇÖKTÜĞÜNDE SİYASET TOPLUMUN SESİNİ DUYURABİLİR Mİ?
Siyasal sistemler toplumsal
taleplere cevap verebildiği, ihtiyacı karşılayabildiği ölçüde başarılı
sayılırlar. Toplumsal sorunların krize dönüşmesi, buhranın adeta çöküş sinyalleri
düzeyine erişmesi, elbette siyasal sistemin devamı açısından da önemlidir.
Demokrasilerde, seçim, siyasi partiler birer toplumsal katılım aracıdır.
Toplumun, beklentileri için siyasal karar alma süreçlerine müdahale edebilmesi
ancak bu katılım mekanizmalarının sağlıklı işlemesi ile mümkün olabilir. Bu
nedenle şekli ve temsili demokrasi küresel ölçekli bir krizle karşı karşıyadır.
En demokratik gözüken ülkelerde bile seçimlerin manipüle edildiği iddiası
neredeyse yaygın bir genel kabule dönüşmüştür. Şeklen seçim yapılması, sandığa
gidilmesi halk iradesinin siyasal süreçleri belirlediği anlamına gelmez.
Özellikle toplumsal öncelikler siyasetin ana gündemini oluşturmuyorsa, hatta
aksine siyaset kendi gündemini toplumun gündemi gibi kabul ettirmeyi başarabiliyorsa,
bu durumda toplum siyaset ilişkisi sağlıksız işler. Toplumun doğrudan ya da
dolaylı yöntemlerle karar alma süreçlerine katılımı sadece seçimden seçime
sandığa gitmesinden ibaret olamaz. Bugünün dünyasında özellikle dijital
teknolojinin bu denli yaygın kullanılması dolayısıyla düşünce ve eğilimlerin
siyasal karar süreçlerine yansıması, değil 4 ya da 5 yılda bir, anlık olarak
pekala mümkün olabilir. Bu anlamda siyaset, gerçekten toplumun nabzını tutmak
beklenti ve önceliklerini okumak istiyorsa bunun son derece kolay biçimde
araçları geliştirilebilir. Gerek yerel yönetimlerde, gerekse ülke genelindeki
politikalarda ilgili toplum kesiminin yaklaşımı, kaygısı rahatlıkla
öğrenilebilir, ölçülebilir. Yine dolaylı sayılabilecek katılım araçları olan sivil
toplum örgütleri ve medya toplumun beklentilerini siyasete yansıtıp, siyaseti
de toplum yararı için denetleyebilir, izleyebilir. Bu nedenle bugünün
dünyasında denge denetleme sistemi, sadece güçler ayrılığından ibaret
görülmemelidir. Elbette güçler ayrılığı önemlidir ama en az onun kadar, sivil
toplumun yasama süreçlerine katılımı, medyanın yürütmeyi denetleyebilmesi,
denge denetleme sistemi açısından belirleyici öneme sahiptir. Özellikle
pandemiden sonra dünya ekonomisindeki durgunluk ve Ukrayna,Gazze sorunlarında
uluslararası insancıl hukuk mekanizmalarının, barış süreçlerinin işlevsiz
kalması ile savaşın olağanlaşması tüm dünya için önemli tehdit ve risk
alanlarını oluşturmaktadır. Bu riskleri en aza indirecek, tehdidi mümkün olduğu
ölçekte giderecek adımlar ve yeni karar alabilme kapasitesi, siyasetin sorun
çözme kabiliyetinin de göstergesidir. Bölgesel ve yerel ölçekte de yoksulluk,
gelir dağılımındaki çarpıklık, adalete erişimde yaşanan zorluklar yine
toplumsal beklentiyle siyaset kurumu arasındaki makasın kolayca açılabildiği
alanların başında gelmektedir. Toplumun beklentisi doğrultusunda siyaset
üretebilmek siyasi partilerin asıl görevi ve varlık sebebidir. Türkiye 2.
Meşrutiyet döneminden bu yana particilikle tanışmaktadır. Zaman zaman çok partili
hayat kesintiye uğrasa da, esas itibariyle
farklı siyaset anlayışları partiler üzerinden hayat bulmuş ve toplumsal
temsil iddiasıyla yola koyulmuştur. Siyasi partilerin kendilerini özne olarak
görüp toplumu nesneleştirmesi, edilgen
oy deposu haline getirmesi demokrasinin intiharıdır. Oysa özne tek tek
yurttaşlar ve topyekün toplum olmalı. Siyasetçi ve partiler ise bu öznenin
önünü açan, işini kolaylaştıran bir fonksiyona talip olmalıdır. Siyasi partiler
bunu yerine getiremediğinde toplumdan kopar, içe kapanır ve toplumsal
dinamikler dışındaki güç mekanizmaları aracılığıyla siyaset üretmeye
çalışırlar. Darbeler öncesinde siyasi partiler arasında yaşanan gerilim,
iletişimsizlik nasıl darbelere zemin oluşturuyorsa, darbe sonrasında yeniden
sivil siyasetin etkili olması da ancak partilerin buna uygun adımlar atmasıyla
söz konusu olabilmektedir. Bugün itibariyle siyasetin üzerindeki asıl vesayet
mekanizması bürokrasiden çok sermayedir. Siyasi partilerin finansmanı bu açıdan
siyasetin temizliği ve hesap verilebilirliği ile doğrudan ilişkilidir.
Siyasetin bir meslek haline gelmesi, siyasi partilerin haksız kazanç kapısı
olarak görülmesi, doğal olarak merkezi ve yerel yönetimlerde de yozlaşmayı
çürümeyi beraberinde getirmektedir. Toplum yozlaştığı için mi siyaset gittikçe
çürümektedir yoksa siyaset çürüdüğü için mi toplumu da yozlaştırmaktadır ?Bu
sorunun cevabı elbette karşılıklı etkileşim ve bir kısır döngü olabilir. Her
iki durum birbirini besler ve bu tablodan çıkış ancak büyük şoklar ve yeni
uyanışlarla söz konusu olabilir. Toplumların en zor zamanlarda duvara çarparak
gerçekle yüzleşmesi, küllerinden doğma iradesi göstermesi bundan
kaynaklanmaktadır. Hükümet sistemi tartışmaları gerçekle yüzleşmeyi
zorlaştırmakta ve bizi başka arayışlarla oyalamaktadır. Türkiye bir süredir
hükümet sistemi tartışmasına gereğinden fazla anlam yüklemiş ve kutuplaşmanın
ayrışmanın buna zemin oluşturması,
tarafları hükümet sistemi konusuna kilitlemiştir. Oysa dünyada her iki
sistemi de sağlıklı yöneten ülkeler olduğu gibi yine her iki sistemi de kriz
çözemez, çözüm üretemez hale getiren çok sayıda ülke örneği vardır. Burada
kerameti sadece hükümet sisteminde aramak asıl tehlikenin farkında olmamaktır.
Siyasi partiler sistemimiz, mevzuat kültür ve uygulama açısından kendini
yenilemeyi başaramazsa dünyanın en iyi hükümet sistemi bile, siyasete olan
güveni tesis etmeye yetmez. Siyasi partilerin hem yeni dünyayı doğru
okuyabilmesi, yeni krizlere çözüm bulmaya odaklanabilmesi, hem de eski ezber ve
ön yargıları aşan yeni sentezlere ulaşabilmesi gerekir. Eski şablonların, basma
kalıp yaklaşımların temel sorunları doğru analiz etmeye yetmediği gibi, çözüm
üretmeye de katkısı olmamaktadır. Ekonomide hala sanayi dönemi üretim ilişkisi
analizleri ile emeği savunmak mümkün değildir. Emek ile yatırımcı arasındaki
ilişkide, 18 yüzyıl gerçekliği üzerinden yapılan analizlerle bugünü izah
edemeyiz. Özellikle bilişim ve yazılım alanında yaşanan gelişmeler birçok iş
kolunun temel niteliklerini değiştirmiş, bir kısmını tümüyle ortadan kaldıracak
düzeye gelmiştir. Kol gücüne dayalı emek üretim ilişkisi bugünün ekonomik
sorunlarının çözümünde oldukça yavan kalmaktadır. Bizim siyasi partilerimizin
bir kısmının hala arkaik sol yorumlarla slogan tekrarı yapması yine başka bir
kısım siyasi partinin de kriz dönemlerinde planlamanın önemini kavramadan
piyasa ritüellerine odaklanarak söylem ortaya koyması bunun en somut örneğidir.
Yine dış politikada iki kutuplu dünyadan, önce tek kutupluluğa geçiş, sonra da
şimdilerde çok kutupluluğa evrilme potansiyelini görmezlikten gelerek dış
politika tercihleri yapmak eski dünya okumasında kalmaktır. Uluslararası
toplumun vicdanı ve kamuoyu diplomasisi ile, devletler arasındaki çıkar
ilişkisi ve çatışmasını aynı kefeye koyarak değerlendirmek de büyük yanılgılara
neden olmaktadır. İnsanlığın barış içerisinde yaşayabilmesi, kaynakların adil
biçimde paylaşılabilmesi yeni dış politika okumalarını, yeni uluslararası
ilişkiler paradigmalarını zorunlu kılmaktadır. Geçtiğimiz çeyrek yüzyılda
özellikle Avrupa'da gelişen Podemos hareketi , Beş Yıldız hareketi bu açıdan
dikkatle incelenmelidir.
İspanya'da Podemos
hareketi, İtalya'da Beş Yıldız hareketi gibi siyasi çalışmalar, toplumsal
hareket olarak başlayıp daha sonra partileşme süreci yaşamışlardır. Siyasi
partilerin yaşlandığı, parti aygıtının
büyük oranda yara aldığı iddiası, yeni arayışlar doğurmaktadır. Son dönemde
Hollanda'dan Arjantin'e yabancı düşmanı aşırı sağ partilerin yükselişi de
muhtemelen benzer yeni arayışları doğuracaktır. Göç, yoksulluk, sosyal güvenlik
sisteminin çökmesi, beraberinde ırkçı yabancı düşmanı siyasal söylemlere de
zemin oluşturmaktadır. Değerlerden yoksun, sadece sayısal üstünlüğe dayalı
demokrasi anlayışı popülizmi ve beraberinde otoriteriz mi getirmektedir. Bu da
Eski Yunan'dan beri ifade edilen yozlaşma ve çöküşün yol haritasına işaret
etmektedir. Türkiye'de de son yıllarda mültecilere yönelik kaygıların siyasette
kolay taraftar toplama zemini sağlaması önemli bir uyarıcıdır. Geçmişin fay
hatlarını oluşturan etnik ya da inançsal ayrışmaların yerini şimdilerde göçmen
karşıtlığına dayalı kutuplaşma ve çatışma potansiyeli oluşturmaktadır.
Sorunların sebebini anlayıp ortadan kaldırmaya yönelik siyaset üretmek yerine,
sonuçları üzerinden kamplaşmayı ve taraftar toplamayı tercih etmek kolay
büyümeyi sağlayan tehlikeli bir siyaset tarzıdır. Sorgulayan, tartışan, ortaklaşma
ve uzlaşmanın yolunu arayan bir siyaset yerine, empati yapmaktan uzak duran,
kavgaya odaklanan siyaset, yarınlarımıza yönelik önemli bir tehdit
oluşturmaktadır. Cumhuriyetin varoluş gerçekleri ile evrensel insani değerleri
sentezleyen yeni bir çatı inşası 100. yıl muhasebesinin temelini
oluşturmalıdır. Elbette siyasi partiler sorunlara farklı yaklaşıp, farklı
çözümler önerirler. Ancak Türkiye'deki siyasal ayrışma, bu farklılıkların
ötesinde bir düşmanlaşma potansiyeli taşımaktadır. İktidar muhalefet ilişkisi
aynı ülkeye hizmet etme arzusu ve yarışının ötesinde bir fonksiyon
taşımaktadır. Ne iktidara yapıcı katkı sunma eğilimi muhalefetin ana omurgasını
oluşturmakta, ne de muhalefetin katkı ve eleştirileri ile daha doğru işler
yapma çabası iktidar yapma biçimine yansımaktadır. Bu kısır döngüye son
veremezsek, siyaset kurumları, toplum hep birlikte çökeceğiz.
Alarm sistemi iflas etmişse
belki tehlikeyi bile fark edemeyeceğiz.
Toplam Okunma Sayısı : 523