
HORASAN KÜLTÜRÜNÜN DÖNÜŞTÜRÜCÜ GÜCÜ: BAZI ACILARDAN AL İLACINI
Siyasal kehanet ve bazen komploculuğa varan gelecek bilimi analizlerinde, meşhur milenyum yani bin yılcılık yaklaşımı vardır. Batı merkezli dünya, tarih ve uygarlık okumalarının milenyumcu analizleri, son dönemde oldukça popüler komplo teorilerini de beraberinde getirmiştir. Dünyaya Asya merkezli baktığınızda Çin, Hint gibi önemli kültürel mirasların da insanlık için ortaya çıkardığı kazanımları görebilirsiniz. Merhum Cemil Meriç buna dikkat çekmek için büyük çaba sarf etmişti.
1000 yıl önce, Horasan'dan önce Anadolu'ya, sonra Balkanlar yoluyla Avrupa'ya uzanan kültür kodları o gün için nasıl bir barış inşası ve yeni düzenin kurucu dinamiği olmuşsa, bugün de benzer bir güncellemeyle bölgesel dönüşüm sürecinde lokomotif rol oynayabilir. Horasan kültürü, elbette içerisinde kınayıcıların kınamasını önemsemeyen Melamilikten Kalenderiliğe, Yesevilikten Aleviliğe, Bektaşiliğe ciddi bir alanı kapsamaktadır. Teknik, tarihsel ve teorik ayrışmaları parantez içerisinde tutmakla birlikte, büyük resme bakmak ve genel çıkarımlar yaparak ana hattı netleştirmek üzere tamamına toptan Horasan kültürü diyebiliriz.
Göç sonucu kültürel etkileşim doğal olarak karşılıklıdır. Her yeni kültür ulaştığı coğrafyaları ve toplumsal kesimleri etkilediği gibi, oraların yerleşik değer dünyasından da etkilenerek dönüşür. Balkanlarda Sarı Saltuk'un bıraktığı miras bile, başlı başına kendi içinde ciddi bir zenginlik, farklılık, çoğulculuk içermektedir.
Bir dönem Osmanlı'nın askeri ideolojisi haline gelen Bektaşilik yanında, özünde ekonomik politikalara tepki olarak doğan Babai ayaklanmalarının motivasyon unsuru Kızılbaşlık birlikte ama birbirine karıştırmadan değerlendirilmelidir.
Toplumsal olanla, siyasal alan farklı kurallar ilişkiler bağlamında tartışılır. İktidarın ve siyasal alanın doğası, toplumsal ilişkilerin, kültürel değerlerin gerçekliklerinden farklıdır. Kültürleri, dondurulmuş dogmatik değer dünyaları gibi okumak, tektipleştirmek, tanımlamaya yeltenmek yerine, tanımaya, anlamaya, farklılıkları saygıyla karşılamaya odaklanmalıyız.
İletişimden korkan, kültürel temasları tehlikeli bulan yaklaşımlar, özgüvenden yoksun anlayışların dışa vurumudur. Tarihsel hafızanın travmalarına esir olmak, içe kapanmak hala güvenlik kaygılarına dayalı kapalı toplum refleksleriyle dışlanmaya zemin oluşturmak, ayakta kalmaya, var olmaya, güçlü biçimde tarihsel gelişmelere ve dönüşüme damga vurmaya engel olur. Tümüyle kültürel yok oluş ve oto asimilasyon yerine, güncelleme, uyum kavramları etrafında gerçekçi çözümlere odaklanmalıyız.
Bin yıl önce Anadolu'ya taşınan ve adeta bir kültürel aşı gibi o günün hastalıklı toplumsal dokusuna kurtuluş ve yeniden doğuş umudu taşıyan Horasan kültürü, özünde, insan merkezli bakmayı, doğa merkezli yaşamayı taşımaktadır. İnsanla doğayı karşı karşıya getiren, insanı doğa üzerinde çatışarak tahakküm kurmayı tercih eden, sanayi devrimi kapitalizminin merkezini oluşturduğu modernleşmeden farklı bir dünya görüşü içermektedir. Yine, insanı hiçleştiren, doğa olaylarını fetişleştiren, doğaya boyun eğmiş mistik inançlardan farklı olarak, insan iradesine hak ettiği değeri atfetmiştir. Dersim'de Ay'a, Güneş'e, suya dua eden Zaza kültürü, Toroslar'da, Ege'de Karadeniz'de ağaçları kesmeden önce onlara dua eden Tahtacı ya da Çepni kültürü en değme ekolojist felsefelerin ilerisinde bir değerler dünyasını bugünlere taşımıştır.
Alevilik İslam'ın içinde mi, dışında mı, karşısında mı, yanında mı, gibi hiçbir kuramsal çerçeveye dayanmayan, toplumsal barışa katkı sağlamayan tartışmalarla vakit kaybetmek yerine, somut, işlevsel arayışlara odaklanmalıyız. İnsani değerlerin gün geçtikçe kaybolduğu, insanlığın büyük bir toplumsal çöküş ve bunalım, buhran ortamına sürüklendiği günümüz dünyasında, Horasan kültürünün, deyişler, nefesler, türküler üzerinden bugüne taşınmış her cümlesi, her mesajı üzerinde uzun çalışmalar, ciddi tezler hazırlanabilir. "İncinsen de incitme" sözü, çatışma çözümü ve toplumsal barış felsefesinin zeminini oluşturabilir. "Üryan geldik üryan gideriz", "72 millete bir nazardan bakarız" gibi yaklaşımlar, eşitlik, özgürlük idealinin omurgasını oluşturabilir.
Henüz hazreti Peygamber ve sahabelerinin hemen arkasından, gücü, iktidarı ele geçiren Emevi ailesinin saltanat alışkanlıkları, İslam'ın savunulabilir temel direği değilse, arizi bir durum olarak ele alınabilir. O güne egemen olan bu güç karşısında, kendini korumaya alan sufi gelenek, ahlakı ve evrensel insani değerleri yaşatmanın yolunu, politik alanın dışına çıkmakta bulmuştur."Siyaset günleri gelip çatmadan" ibaresi, "siyaseten katil" uyarısıdır. 12 imamın haksızlığa boyun eğmeyip isyan etme tercihi, Ebu Hanife başta olmak üzere bugün ehl-i sünnet dünyasının önemli isimlerinin, isyana katılmamakla birlikte, haksızlığa boyun eğmeyen itaat etmeyen, temekkün yaklaşımı, ayrı ayrı ele alınmalıdır.
Anadolu'da, yüzyıllarca, üretimin, emeğin, alın terinin, paylaşımın, dayanışmanın, haksız kazanca karşı durmanın, en kurumsal ekonomik altyapısını kuran Ahilik, Horasan kültürünün en somut uzantısıdır. Moğol akınları, kargaşa, iç iktidar mücadeleleri ve kaos ortamında, siyasal çatışmanın tarafı olmaktan ziyade, toplumsal inşanın aktörü olmayı ve böylece ayakta kalmayı başarmak, bugünden baktığımızda değerli, kıymetli bir tercihtir.
Önemli tarihsel kırılmalardan birisi, travmaya dönüşmüş Çaldıran sendromu ise, ikincisi "Vaka-i Hayriye" yani hayırlı vaka diye tarif edilmiş olan Bektaşilik'in yasaklanmasına varan Yeniçeri Ocağının kapanma sürecidir. Her iki olay da, içinde bulunan dönemin sosyo ekonomik gerçekliği içerisinde ele alınmalı bugünün ideolojik okumaları ve kavgaları ekseninden tartışılmamalıdır. İdrisi Bitlisi'nin Şah İsmail'e yazdığı mektupları bilmediğinizde, Yavuz'la kurulan ilişkiyi Kürtler açısından eksik okumuş olursunuz. Yine İstanbul'da Yeniçerilerin yüke dönüşmüş uygulamalarını göz ardı ettiğinizde, Yeniçeri Ocağıyla birlikte Bektaşilik'e getirilen yasakları, sağlıklı analiz edemezsiniz. İki yanlıştan bir doğru çıkmaz. Dönemsel zorunlu tedbirler, kalıcı bir stratejik politika olarak dondurulmamalıdır.
Cumhuriyet döneminin Aleviler tarafından sahiplenilmesi ve Atatürk sevgisi bu tarihsel hafızanın kaçınılmaz bir sonucudur. Bunu, Dersim olayları üzerinden "celladına aşık olmak" diye tarif etmek, hem siyasal körlük hem de hakkaniyetten uzak bir değerlendirmedir. Son yıllarda, cemevlerinin statüsü üzerinden yürütülen tartışmaya Devlet Bahçeli'nin açık ve son derece güçlü yaklaşımı, hükümetin başta din kültürü ve ahlak dersleri olmak üzere müfredatta Alevi kültürüne yer verme çalışmaları, yok sayma dönemiyle kıyaslandığında, çatışma denklemini boşa çıkaran, yeterli olmasa da değerli adımlardır.
Kılıçdaroğlu'nun başörtüsünü yasak olmaktan çıkarma konusunda sergilediği güçlü kararlı, tepkilere rağmen geri adım atmayan yaklaşımı da, özgürlükçü laiklik anlayışı açısından unutulmaması gereken açılımlardır. İktidar, muhalefet ayrımı gütmeksizin, ortak tarihsel sorunların çözümünde el birliği ile hareket etmek, bu sorun alanlarını günlük siyasetin polemik zemininden kurtarır.
Siyasette çözümü sadece temsili demokratik mekanizmalara hapsetmemeliyiz. Aleviler adına siyasal alanda temsil, Aleviliğe de, Alevilere de yetmez. Dar anlamda Aleviciliğe hapsedilmek, bu büyük kültüre ve sosyolojik gerçekliğe yapılacak en büyük kötülüktür. Ön yargılar, ezberler, korkular, dışlama, ayrımcılık, ne kadar büyük zarar verdiyse, içe kapanma, daraltma temsil iddiasıyla alanı kuşatma, küçük iktidar hesaplarıyla, iç kavgalarla, boğuşma da, o kadar büyük tahribat yapmaktadır.
IŞİD üzerinden inşa edilmeye çalışılan İslam algısını, kalıcı biçimde ortadan kaldırabilecek yegane panzehir Horasan kültürüdür. Batıda, islamofobiye meze yapılan barbar din algısı yerine, köklü, güçlü bir alternatif olarak Horasan'dan Anadolu'ya taşınan kültür dünyası, yeniden inşanın çimentosu olabilir. Kadının toplumsal hayattaki yerinden, bilimsel düşünceye değer atfetmeye kadar, birçok alan, bu eksende yeniden ele alınabilir.
Bu kadar büyük bir görev ve sorumluluk alanı varken, konuyu, hangi dernekten kim milletvekili olacak, bağışlar hangi vakfın hesabında toplanacak tartışmasına hapsetmek, tarihsel bir ihanettir. Alevilerin tek bir partiye oy verme mecburiyeti üzerine kurulu yaklaşımlar, tıpkı bütün dindarların bir partiye oy vermesi, bütün Atatürkçülerin bir yerde hareket etmesi, bütün Kürtlerin tek partiye mecbur edilmesi gibi, sağlıksız siyasal ayrışmaları beraberinde getirir. CHP'nin meşhur tartışmalı kurultayından sonra kazanan bazı siyasetçilerin, sevinç naraları içerisinde Aleviliğe dair sarf ettikleri sözler, mum söndü safsatası ile siyasal demagoji üreten muhafazakarlardan daha az tehlikeli değildir.
Özellikle Horasan kültürünün, yeni bir toplum sözleşmesi işlevi görebilecek, Anayasa hazırlık sürecine etkin katkı sunması, değerli bir imkan oluşturacaktır. Türkiye'nin yarınlarda daha özgür, daha güvenli, daha adil, daha barışçı bir ortama kavuşması için, hep birlikte, büyük ozan Mahsuni Şerifin ifadesiyle, "bazı acılardan al ilacını" diyebilmeliyiz.
Toplam Okunma Sayısı : 169