CUMHURİYETİN 100. YILINDA DİN EĞİTİMİ MİRASIMIZ

CUMHURİYETİN 100. YILINDA DİN EĞİTİMİ MİRASIMIZ

CUMHURİYETİN 100. YILINDA DİN EĞİTİMİ MİRASIMIZ

 

Prof. Dr. Recep KAYMAKCAN

 

Osmanlı’nın devamı olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti 100 yıldır yaşıyor. Buna şükretmemiz lazım. Çünkü kurulan birçok devlet 100 yıl yaşayamıyor. Bir asrı devirdik. Türkiye Cumhuriyeti Devleti yeni yüzyılda her açıdan daha da gelişerek bölgesine ve dünyaya merhamet ve adaleti getiren bir ülke olarak varlığını devam ettirmesini Cenabı Allah’tan diliyorum. Bu yazıda uzmanlık alanım olan din eğitimi konusunda 100 yıllık mirasın ne olduğunun genel anlamda fotoğrafını sizlere sunmaya çalışacağım. Bu çerçevede iki başlık üzerinde durmak istiyorum:

 

1. Örgün din eğitim ve öğretim mirası (Yüksek Din Öğretimi, İmam Hatipler ve Din Dersleri);

 

2. Okullardaki din derslerinde öğretilen İslam:

 

1. Osmanlı’dan İntikal Eden Din Eğitimi Mirası

 

Osmanlı’da temel eğitim kurumu medreselerdir. Medreseler İslam eğitim tarihinde en köklü ve yaygın eğitim kurumlarıdır. Medreselerin ilim adamı yetiştirme fonksiyonun yanısıra aynı zamanda devletin ihtiyaç duyduğu bürokrasinin geniş bir yelpazesine eleman yetiştirme görevini üstlenmektedir. Medreselerin programı ise büyük oranda İslami ilimler ve buna yardımcı olacak alet ilimlerinden oluşmaktadır. Bazı istisnalar dışında Nizamiye Medreselerinden Osmanlı’da 20. yüzyıl başlarındaki medrese reformuna kadar felsefe, geometri vb. derslere yer verilmediği anlaşılmaktadır Ayrıca medrese eğitimine erişim sınırlı sayıda gence ve yalnız erkeklere nasip olmaktadır.

 

Batı’daki Endüstri Devrimi ve modernite ile eğitime erişimde yaygınlaşma ve dini içerikten seküler olana doğru hızlı sayılacak bir değişim yaşanmaya başladı. Büyük oranda Kilise tekelinde bulunan eğitimden devletin ve seküler olanın etkisi hızla artmaya başladı. Sanayi ve modern ulus devletin ihtiyaç duyduğu insanı yetiştirmek için dini içerikten büyük oranda arındırılmış ve fen ve sosyal disiplinlere ait derslerden oluşan okul kavramı ortaya çıkmaya başladı. Eğitim metotlarında da gelenekselden moderne doğru önemli değişiklikler yaşandı. Ayrıca Batı’da bu süreçte seküler okul eğitimine erişim hızla arttı. 19. yüzyılın ortalarından itibaren ilkokul zorunlu hale getirildi. Batıda gelişen bu eğitim anlayışı Osmanlı dahil dünyanın diğer coğrafyalarını da elbette etkiledi.

 

Osmanlı Devleti Batı karşısında gücünü devam ettirmek ve modern eğitim sistemine kendini uyarlamak için özellikle 19. yüzyılda kayda değer çabalar sarf etmiştir. İlk olarak eğitim alanında modernleşme çabaları askeriye ve tıbbiye alanlarında başlamıştır. Sivil eğitim olarak adlandırabileceğimiz reform denemeleri büyük ölçüde Tanzimat Dönemi ile başlamış ve Osmanlının tarih sahnesinden çekilmesine kadar devam etmiştir. Bu dönemle ilgili literatürden anlaşıldığına göre devlet adamları ve aydınlar Batı’daki gelişmelerden büyük ölçüde haberdardırlar. Ne yapılması gerektiğini anahatlarıyla bilmektedirler. Hedefleri hâkim medeniyet olan Batı’daki eğitim anlayışı ve örgütlenmesini Osmanlı toplumuna uyarlamaktır. Tanzimat ve sonrası dönemde en kapsamlı eğitim kurumu olan medreselerle çatışmadan Batılı tarzda okulların sayısını artırmak temel politika olmuştur.

 

Bugünkü anlamda ilkokul diyebileceğimiz sıbyan mektepleri yeni eğitim anlayışına göre düzenlenmiştir. Tamamen elif-ba, Kur’an ve temel ilmihal bilgileri öğretmeyi hedefleyen içerik zenginleştirilerek faydalı bilgiler, imla, coğrafya vb seküler dersler müfredata eklenmiştir. Bunun üzerine bugünkü ortaokul düzeyinde 4 yıllık “rüşdiye” mektebi kurulmuş-tur. Rüşdiyelerde de seküler derslerin yanısıra “ilmihal”, “Kur’anı Kerim ve Tecvid” gibi derslerin öğretim programlarında var olduğu görülmektedir. İlkokul ve ortaokul seviyesindeki bu mektepler her inanç grubuna ve cinsiyetlere göre ayrı olarak açılmaktadır. Rüşdiye mezunlarının gidebileceği bugünkü anlamda lise diyebileceğimiz “idadi” adıyla mektepler açılmıştır. Sultani statüsündeki olanlara idadi üzerine 2 yıl süreli bir eğitim eklenerek bugünkü anlamda yükseköğretim mezunu sayılmaktadır. İdadilerde din derslerine yer verilmemektedir. Ancak bunun istisnaları da yok değil. Üzerinde çalışmayı ve durulmayı hak eden eğitim kurumu “Darüşşafakatül İslamiye” adıyla 1873 yılında kurulan sultanidir. “Cemiyeti Tedriseyi İslamiye” cemiyeti tarafından kurulmuştur. Bu okul yetim ve fakir yetenekli Müslüman çocuklarının eğitimi için kurulmuştur. Bütün öğrenciler yatılı eğitim görmektedir. Cemiyete bağlı özel statülü diyebileceğimiz bir özel eğitim kurumudur. Bu vakıf, okulun amacını “Osmanlı toplumunda İslam unsurunun, modern yaşamın gerektirdiği bilgilerle donatılarak gelişmesidir.” şeklinde tanımlamaktadır. Darüşşfaka’yı destekleyen cemiyetin kurucuları o dönemin Gazi Ahmet Muhtar Paşa (Sadrazam), Yusuf Ziya Bey (Maliye Nazırı) vb. ileri gelen devlet adamlarıdır. Bu okul Cumhuriyet Döneminde de varlığını devam ettirerek günümüze kadar gelen “Darüşşafaka Lisesi” adıyla hizmet vermektedir. Diğer lise seviyesindeki okullarda din dersine yer verilmemesine rağmen bu okulda özellikle 1873-1893 arası müfredatında seküler derslerin yanısıra neredeyse bugünkü imam hatip lisesi programındaki meslek derslerine yakın dini derslere yer verilmektedir. Dini içerikli derslerin isimleri şöyledir: Kur’anı Kerim, İlmihal (Muhtasar), İlmihali Kebir, İlmi Akaid, Sarf ve Nahvi Arabi, mantık, Usulü Fıkıh, Kısası Enbiya, Şurutu Salat, Arabi Belagat. 1893 yılından sonra dini derslerin sayısında eksiltme yapılmaya başlanmıştır. Sultani statüsündeki bu okul modern mektep olarak açılmış ve müfredatında daha sonra imam hatip okulu olarak adlandırılacak eğitim kurumuna yakın dersler bulunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında imam hatip liselerinin ilk modelinin “Darüşşafakayı İslamiyye” olduğunu ifade edebiliriz. Sonuç olarak, Tanzimat sonrası medresenin yanında oluşan Batılı tarzdaki mektep içerisinde sıbyan mektepleri ve rüşdiyelerde din eğitimi olarak kabul edilebilecek Kur’an ve ilmihal gibi derslerin var olduğu anlaşılmaktadır. Netice olarak Tanzimat yıllarında hâkim olan din eğitimi ve öğretimi anlayışının, özellikle çocuklara küçük yaşlarda Kur’an okumasının ve ilmihal bilgilerinin öğretimine dayandığı ve bunun yeterli görüldüğü anlaşılmaktadır. Ancak bugünkü anlamda lise olarak kabul edilen idadi düzeyinde ilke olarak din derslerine yer verilmediği görülmektedir. Bu uygulamanın da Darüşşafaka gibi istisnalarının olduğu bilinmektedir.

 

Tanzimat Dönemi medrese ıslahatına yönelik bazı sonuca ulaşamayan teşebbüsler olsa da ana politikanın şu olduğunu söyleyebiliriz: Medreseler yaptıkları eğitim faaliyetini o anki mevcut haliyle devam ettirsinler. Modernleşme ile birlikte medrese mezunlarının istihdam alanlarında da daralmalar olmuştur. Medresenin yanısıra modern anlamdaki mekteplerin açılmasına ve gelişmesine önem verilmiştir. 20. Yüzyıl başlarına kadar devam eden bu politika II. Meşrutiyetle birlikte ciddi bir değişim geçirmiştir. 1900 yılında Osmanlı’da modern anlamda ilk üniversite kabul edilen “Darulfunun’a bağlı olarak “Ulum-i Aliye-i Diniyye” şubesi kurulmuştur. Darülfunun Maarif Vekaletine bağlı idi. Yeni açılan üniversitenin bir fakültesi böylece ilahiyat alanına tahsis edilmişti. Bu yüksek din öğretiminin üniversite çatısı altında verilmesine yönelik ilk örnektir. Medrese mensupları tarafından yüksek din öğretiminin üniversite çatısı altına alınması hoş karşılanmamıştır. Kendilerinin en iyi bildiklerini iddia ettikleri din eğitiminin yüksek öğretiminin medreseden modern üniversite çatısı altına alınması onlar açısından bir başarısızlık olarak görülmüştür. Eğitim süresi 4 yıldı. Ancak Darulfunun ilahiyat deneyimi 1914 yılına kadar sürmüştür. Bu süre içerisinde isim, program ve eğitim süresinde sıklıkla değişikliğe gidilmiştir. Zaten II. Meşruiyetin ilanından Cumhuriyetin kuruluşuna kadar geçen süreç medreseler ve yüksek din eğitimi açısından programlar, bir kademedeki eğitim süresi vb. konusunda çok sık değişikliklerin yapıldığı bir dönem olmuştur.

 

1914 yılında medrese ıslah çalışmaların en nihai sonucu olarak “Darü’l Hilafetil Aliye Medresesi” kurulmuştur. Darulfunun ilahiyat şubesi ise kapatılmıştır. Kuruluşunda orta, lise ve üniversite düzeyinde dini eğitim verecek şekilde planlanan ıslah edilen medresenin her bir kademesi 4 yıldan oluşmaktaydı. 4 yıllık lisansı bitirenler için 2 yıllık medresetül mütehasisin adıyla bir lisansüstü seviyesi de ilave edilmiştir. Yeni medresenin ortaokul ve lise seviyesine dini derslerle birlikte matematik, coğrafya vb. seküler dersler eklenmiştir. Ali Bölümü olan lisans eğitimine denk gelen üniversite bölümüne de medreseden farklı olarak Darulfunun ilahiyatta olduğu gibi felsefe, dinler tarihi, Türk Din tarihi, sosyoloji vb. dersler ilave edilmiştir.

 

Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti öncesi Osmanlı’dan alınan örgün din eğitimi mirasını şöyle sıralayabiliriz: Modern mekteplerin ilkokul ve ortaokul düzeyinde din dersi bulunmaktadır. Şeyhülislamlık makamına bağlı medreselerin ıslah gerçekleştirilmiştir. Darü’l Hilafetül Aliye Medresesi çatısı altında bugünkü anlamda İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakültesinin ana nüvesini oluşturan ıslah edilmiş bir din eğitimi yapısı oluşmuştur.

 

2. Cumhuriyet Döneminde Din Eğitiminin Gelişimi

 

Modern-ulus devlet formatında olan Cumhuriyet din eğitimini farklı seviyeleri kapsayacak şekilde tanzim etmiştir. Bu tanzimde 3 Mart 1924’te çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu belirgin bir etkiye sahiptir. Her şeyden önce Tanzimat sonrası oluşan mektep-medrese ikilemine son vermiştir. Mektep ve medresenin kapsadığı eğitim alanı mektep çatısı altında birleştirilmiştir. Bütün eğitim kurumları Maarif Vekaletine bağlanmıştır. Bu birleşme aynı zamanda modern eğitim anlayışına göre din eğitiminin verilmesini de öngörmektedir.

 

Şimdi Tevhid-i Tedrisat sonrası örgün din eğitimi kapsamında değerlendirebileceğimiz genel okullardaki din dersleri, imam hatip mektepleri ve yüksek din öğretimindeki gelişmelerin 100 yıllık Cumhuriyet döneminde nasıl seyrettiğine anahatlarıyla bakalım.

 

2.1. Din Dersleri

 

Tevhid-i Tedrisatın ilk ve ortaöğretimde din öğretimini düzenleyen bir maddesi bulunmamaktadır. Cumhuriyet ilân edildikten sonra, eğitim sistemindeki köklü değişikliklere paralel olarak ilkokul programlarında da bazı değişikliklere gidilmiştir. Yeni dönemin ilk programı da 1924 tarihli “İlk Mekteplerin Müfredat Programı”dır. Bu programla ilkokul öğretim süresi 5 yıl olarak belirlenmiştir. 1924 programında Kur’an-ı Kerim ve Din dersleri 2, 3, 4 ve 5. sınıflarda haftada ikişer saat yer almıştır. Bu derslerde Kuran-ı Kerim’in yüzünden öğretilmesi, dua ve sure ezberletilmesi ve zaman kalırsa Hz. Peygamberin hayatının konu edilmesi istenmiştir. 1924’te toplanan “II. Heyet-i İlmiye” kararlarına göre de lise programlarının birinci devresinin 1. ve 2. senelerinde (bugünkü ilköğretim 6 ve 7. sınıflar) Din Bilgisi” adıyla birer saat din derslerine yer verilmiştir. Lise ikinci devre programında ise din derslerine hiçbir sınıfta yer ayrılmamış-tır. Ortaokullarda din derslerine mevcudiyeti 1927 yılında şehir ilkokullarında ise 1930 yılında kaldırılmıştır. Böylelikle okullarda din öğretimi hiçbir kademesinde 1949 yılına kadar yer almamıştır.

 

1949 yılında Din Bilgisi derslerine ilkokul 4. ve 5. Sınıf müfredatı içerisinde yer verilmiştir. Bu dönemde TBMM’de yapılan tartışmalara bakıldığı zaman din derslerine okullarda yer verilme gerekçelerinin dini bir gerekçe olmaktan daha çok sosyolojik gerekçeler olduğu anlaşılmaktadır. Çocukların büyüklere karşı saygı göstermemesi, komünizme karşı dinin gücünden yararlanma, dinin Türk kültürünün önemli bir unsuru olması, ölen yakınlarının arkasından gençlerin Kur’an okumayı bilmemesi sıralanan gerekçeler arasındadır. Ortaokulların 1 ve 2. sınıflarında 1956 yılında isteğe bağlı olarak din derslerine yer verilmiş, bu ders 1967-1968 öğretim yılından itibaren liselerin 1 ve 2. sınıflarına da isteğe bağlılık kaydına uyulmak şartıyla konulmuştur. Ortaokulların 3. sınıfına ve liselerin 3. sınıfına ise 1976-1977 yıllarında yaygınlaştırılmıştır. Ayrıca 1949’dan beri seçmeli olan din derslerine karşılık 1974 yılında ilkokul 4. sınıftan liselerin 10. sınıfına kadar program içerisinde haftada birer saat zorunlu ahlak bilgisi dersi konulmuştur.

 

Din dersleri 1982 öncesindeki uygulamalarla dersin isteğe bağlı olması keyfiliğe yol açmış, bazı okul idareleri bu derse gereken önemi vermeyip, derse program içerisinde yer vermemiş veya öğrencilerin rağbet etmediği zamanlara koymuştur. 12 Eylül 1980 Askeri İhtilal sonrası oluşan askeri yönetim; uygulamadaki bu problemleri gidermek amacıyla din dersleri açısından önemli kararlar almıştır. Okullarda isteğe bağlı olarak yer alan din dersi ve zorunlu ahlak bilgisi dersinin uzun tartışmalar sonrası birleştirilerek ilk ve orta dereceli okullarda “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” adıyla zorunlu olarak okutulması öngörülmüştür. Ayrıca okullarda din dersinin yerini belirten bu düzenleme 1982 Anayasası’nın 24. maddesinde de zikredilmiştir. Diğer bir ifade ile din dersi en üst düzey hukuki metin olan anayasaya konularak zorunlu hale getirilmiştir.

 

Zorunlu DKAB dersine ek olarak 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nun 25. Maddesinde 11. 04. 2012 tarihinde yapılan değişiklikle Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin hayatı derslerinin ortaokul ve liselerde isteğe bağlı seçmeli ders olarak okutulması kararlaştırılmıştır. Aynı yıl MEB Talim Terbiye Kurulu tarafından güncellenen Haftalık Ders Çizelgesi seçmeli dersler listesine “Temel Dini Bilgiler” dersi eklenmiştir. Bu düzenleme ile birlikte Anayasanın 24. Maddesindeki zorunlu DKAB dersi dışında isteyenlerin alabileceği din eğitim ve öğretimine yönelik örgün eğitim içerisinde bir seçenek ilave edilmiştir.

 

100 yıllık Cumhuriyet dönemi içerisinde okullarda din dersleri 1930-1950 yılları arasını istisna tutacak olursak genel anlamda en geniş kapsamda öğrencilerin eriştiği din eğitim ve öğretim alanı olarak varlığını sürdürmüştür. Osmanlı’dan devir alınan mekteplerin farklı kademelerinde din dersi varlığını koruyup geliştirmiştir. Lise seviyesinde de din derslerine haftada iki saat yer verilmeye başlanmıştır. Ancak Osmanlı tecrübesinde ilkokul seviyesinde verilen örgün eğitimdeki din öğretiminin ihmal edildiği anlaşılmaktadır. 2012 yılında kamuoyunda 4+4+4 diye bilinen Eğitim Yasası ile birlikte Türkiye Dünya’da genel eğitim içerisinde yeni bir din eğitim ve öğretimi modelinin gelişimine öncülük yapmıştır. Model demokratik toplumdaki din eğitim ve öğretim taleplerini karşılama açısından oldukça önemlidir. Toplumda ortak bir dini kültür oluşturmak ve mevcudun bilinmesini temin etmek amacıyla çoğulcu ve objektif DKAB dersi okul müfredatında bulunmaktadır. Yeni Eğitim Yasası ile birlikte daha fazla din eğitim ve öğretimi almak isteyen öğrencilere yönelik olarak “Seçmeli Din ve Değerler Eğitimi Dersler” havuzu oluşturulmuştur. İstek halinde bu havuzdaki dersleri farklı din ve inançlara yönelik olarak genişletmek mümkündür. Bu yenilik Cumhuriyetin 100. Yılının sonuna doğru gerçekleştirilen ve Yeni Türkiye Yüzyılına aktarılan önemli bir din eğitimi adımıdır. Zorunlu eğitim süreci içerisinde isteyen bir öğrenci başka bir mecraya ihtiyaç duymadan gereken din eğitim ve öğretimine erişim imkanına kavuşmuştur. Bu ise önemli bir din eğitimi kazanımıdır.

 

2.2. Yüksek Din Öğretimi

 

Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun 4. maddesi gereğince İstanbul Darülfünun’da 1924 yılında yüksek din uzmanları yetiştirmek üzere İlahiyat Fakültesi kurulmuştur. Yeni kurulan İlahiyat Fakültesi 1900 yılında Darülfünün’da açılan “Ulumu Diniye Şubesi” deneyimi ile 1914 yılında ıslah edilen Darül Hilafetül Aliye Medresesi’nin Kısmi Ali tecrübesine dayanmaktadırİstanbul Darülfünun’un beş şubesinden birisi olarak yüksek öğretim hayatına başlayan ilahiyat fakültesi programına yönelik başta İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun yaptığı bir konuşma ve 1949’da Ankara Üniversitesine bağlı İlahiyat Fakültesi kurulması müzakareleri esnasındaki konuşmalara dayanılarak 1924’teki ilk ilahiyat fakültesinin İslam dinini öğretmekten daha çok bir sosyoloji fakültesi şeklinde kurgulandığı iddia edilmektedir. Bu konuşmadan hareketle daha sonraki yıllarda Türkiye’de yüksek din öğretimine yönelik bilimsel toplantılarda da bu argüman yeniden tedavüle girmektedir. Acaba bu genel söylem doğru mudur? Aslında bu argümanın doğruluğunu test etmenin çok kolay bir yolu vardır. 1924 İlahiyat Fakültesi programını inceleyip sonrakilerle karşılaştırmaktır. Bu konuda karşılaştırmalı bir çalışmada yapılmıştır. 1924 ilahiyat programı ile 1998 ilahiyat programı karşılaştırması sonuçlarını şöyle özetleyebiliriz: 1924 ilahiyat programındaki Temel İslam Bilimlerine ait toplam lisans dersi kredi sayısı 62 olup bu 1998 ilahiyat programında ise 46’dır. Bugünkü anlamda Felsefe ve Din Bilimlerine ait kredi sayısı 1924’te 40 iken bu sayı 1998 ilahiyat programında toplamda 30’dur. Burada fazlalık felsefe grubu dersler ve dinler tarihi derslerinden kaynaklanmaktadır. Sosyoloji ile ilgili ders kredisi 1924 ilahiyat programında yalnızca 4’tür. Bugünkü İslam Tarihi ve Sanatları bölümü alanına giren ders kredisi her ikisinde de 12’şer kredidir. 1924 ve 1998 ilahiyat fakültesi ders çizelgelerinin incelenmesi bizlere 1924 Darülfünün ilahiyatın bir sosyoloji fakültesi olmayıp ciddi anlamda bir ilahiyat programı içerdiğini göstermektedir. Bu durum bizlere algıların çoğu zaman olguların önüne geçtiğinin bir örneğini göstermektedir.

 

İstanbul Darülfünunu 31 Mayıs 1933’te çıkarılan bir kanunla kapatılarak yerine İstanbul Üniversitesi kurulunca İlahiyat Fakültesi de kapatılmış, yerine öğrencisi olmayan İslâm Tetkikleri Enstitüsü açılmıştır.

 

4 Haziran 1949 tarihinde kabul edilen kanunla Ankara Üniversitesi’ne bağlı İlahiyat Fakültesinin yeniden açılmasına karar verilmiştir. İlahiyat Fakültesine ilaveten Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı 4 yıl süreli yüksek okul statüsünde Yüksek İslam Enstitüleri açılmıştır. İlki 1959 yılında İstanbul’da açılan bu enstitüler sırasıyla Konya, Kayseri, İzmir, Erzurum, Bursa, Samsun ve Yozgat’ta açılmış ve aynı zamanda Diyanet teşkilatına da personel yetiştirmişlerdir. Bu dönemde Ankara’daki İlahiyat Fakültesi ve sekiz Yüksek İslam Enstitüsünden başka Erzurum’da 1971 yılındaAtatürk Üniversitesi’ne bağlı beş yıl öğretim süreli İslami İlimler Fakültesi açılmıştır.

 

6 Kasım 1982 tarihinde çıkarılan 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu ile birlikte MEB’e bağlı olan Yüksek İslâm Enstitüleri İlahiyat Fakültesine dönüştürülerek bulundukları illerdeki üniversitelere bağlanmıştır. Yüksek İslam Enstitülerinin İlahiyat Fakültesine dönüştürülmesinin Türkiye’deki din ve İslam konusunda akademik çalışmaların gelişmesine yaptığı katkının altını çizmek gerekir.

 

1982 yılında sekiz üniversitede oluşturulan İlahiyat Fakültelerine 1997 yılına kadar 15 yeni fakülte daha eklenerek sayıları 23’e çıkarılmış-tır. 1997 tarihinde İlahiyat Fakülteleri biri İlahiyat lisans bölümü, diğeri İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği bölümü olmak üzere ayrı öğrenci alıp ayrı mezunlar veren iki programlı hale getirilmiştir.

 

1997 yılından 2008 yılına kadar İlahiyat fakültelerine verilen kontenjanlar oldukça azaltılmıştır. Yüksek Öğretim Kurulu DKAB öğretmeni yetiştiren DKAB öğretmenliği bölümünü YÖK Eğitim Komisyonu’nun 26 Mayıs 2006 tarihli kararıyla Eğitim Fakültelerine bağlamıştır. 2012 yeni bir kararla DKAB Bölümü Eğitim Fakültelerinden İlahiyat fakültelerin geri dönmüştür. 2014 yılında YÖK’ün aldığı kararla da bu bölüme öğrenci alımı durdurulmuştur.

 

2008 yılından itibaren ise ilahiyat fakülteleriyle ilgili nicel anlamda pek çok olumlu gelişmeler yaşanmaktadır. Bu fakültelerin kontenjanları ve sayıları hızlı bir şekilde yükseltilmiştir. 2020-2021 Öğretim yılı itibariyle öğrenci ve öğretim elemanı sayıları söyledir: Toplam öğrenci sayısı: 124.365; kadın öğrenci, 75.816 olup erkek öğrenci sayısı 48.549’dur. İlahiyatlarda toplam öğretim elemanı 3680’dir. Bunların 814’ü kadın olup 2866’sı erkektir.

 

2.3. İmam-Hatip Okulları

 

Yeni kurulan ve ulusal bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nde 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” (Öğretim birliği kanunu) ile ülke genelindeki tüm eğitim ve öğretim kurumları, bütçeleriyle birlikte Maarif Vekaleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı’na) bağlanmıştır. Böylece mektep ve medrese arasındaki ikileme medreseler kaldırılarak son verilmiştir. Eğitimin Millî Eğitim Bakanlığı çatısı altında bir elden yönetilmesi kararlaştırılmıştır. Bu kanunla eğitim sistemi içerisinde din eğitimine son verilmemiş, dini ve seküler eğitimin modern okul çatısı ve anlayışı içerisinde verilmesi öngörülmüştür. Din görevlisi yetiştirmek üzere İmam-Hatip Okulları ve yüksek din uzmanı yetiştirmek üzere İstanbul’da İlahiyat Fakültesi açılması kararlaştırılmıştır. Bütün medreselerin kapatılmasıyla birlikte Tevhid-i Tedrisatın 4. maddesi gereği 29 yerde İmam Hatip okulu ve yine aynı madde gereği İstanbul Darülfünuna bağlı bir İlahiyat Fakültesi açılmıştır.

 

Cumhuriyet tek parti döneminde (1923-1950) din eğitimi uygulamaları açısından birçok sorun yaşanmıştır. İmam Hatip mektepleri 1929-1930 öğretim yılında “öğrenci bulamamaları” gerekçesiyle tamamen kapatılmıştır. Bu okulların mezunlarına hiçbir şekilde istikbal vaat edilmemesi, yani resmî bir görev verilmemesi, 4 yıllık bir ortaokul seviyesinde tutulması lise kısımlarının açılmaması ve bundan dolayı mezunlarına yüksek tahsil imkânının sağlanamamış olması gibi nedenler öğrenci ilgisizliğini doğurmuştur. Böylece din görevlileri yetiştiren İmam Hatip mekteplerinin 1930 yılında kapatılmasının ardından 1951 yılında imam hatip okullarının açılmasına kadar Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde din görevlisi yetiştirmeye yönelik ortaöğretim düzeyinde herhangi bir okul kalmamıştır.

 

1950 yılında yapılan seçimler sonucu Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte 13 Ekim 1951 tarih ve 601 sayılı kararla İmam Hatip Okulu açılmasına karar verilmiştir. Bu doğrultuda Adana, Ankara, Isparta, İstanbul Kayseri, Konya ve Maraş’ta yedi adet İmam Hatip Okulu açılmış ve bunlar 17 Ekim 1951 tarihinde eğitim ve öğretime başlamışlardır. Açılan yedi İmam Hatip Okuluna 1958’e kadar 12 okul daha ilave edilerek sayıları 19 olmuştur. Bu dönemden sonra da İmam Hatip Okullarının sayıları hızla artmaya devam etmiştir.

 

12 Mart 1971 askeri müdahalesi sonrasında İmam Hatip Okulları için iki önemli değişiklik olmuştur. İlk olarak 1951-1971 döneminde orta kısmı 4, lise kısmı 3 yıl olmak üzere 7 yıl eğitim veren İmam Hatip Okullarının, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan ve 22 Mayıs 1972’de yayımlanan yönetmelikle orta kısımları kaldırılmıştır. Karar ilgili yönetmelikte “İmam Hatip Okulu, ortaokul üzerine dört yıllık eğitim veren bir meslek okuludur. Okul öğrencilerini hem mesleğe hem de kendi alanlarında yükseköğrenime hazırlar,” şeklinde belirtilmiştir.

 

1974 tarihinde kurulan CHP-MSP koalisyon hükümeti aynı yıl İmam Hatip liselerinin 1972’de kapatılan orta kısımlarını yeniden açmıştır. 12 Mart 1971 askerî muhtırası sırasında sayısal artışı bir süre duraklayan İmam Hatip Okulları özellikle 1974’ten itibaren peş peşe kurulan koalisyon hükümetleri döneminde hızlı bir şekilde yükseliş göstermiş ve 1980 yılına kadar okul sayısı 374’e ulaşmıştır.

 

12 Eylül 1980 askeri darbesi dönemine gelindiğinde İmam Hatip liselerindeki öğrenci sayısı 200 bini geçmiş, okul sayısı ise 374 olarak aynı kalmıştır. 12 Eylül yönetimi yeni imam hatip açılmasını belli bir süre durdurmasına rağmen statüsüyle ilgili herhangi bir değişikliğe gitmemiştir. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 31. maddesinde yaptığı değişiklikle 1973’ten beri üniversitelerin edebiyat bölümlerine yerleşme hakkına sahip olan İmam Hatip Lisesi mezunları üniversitelerin tüm bölümlerine yerleşme imkanına kavuşmuştur.

 

1997 yılına kadar okul ve öğrenci sayısı bakımından önemli bir artış gösteren İmam Hatip Liseleri için 1997 yılı bir kırılma noktası olmuştur. Türkiye’de 28 Şubat süreci olarak adlandırılan bu süreç sonunda 16 Ağustos 1997 tarihinde çıkarılan 8 yıllık kesintisiz eğitim yasası İmam Hatip Liselerin orta kısımlarının kapanmasına ve öğrenci sayısında radikal bir düşüşe neden olmuştur. Yasadan üç gün sonra 174 sayılı MEB Talim ve Terbiye Kurulu’nun kararı ile İmam Hatip Lisesi, bir yılı hazırlık üç yılı normal eğitim olmak üzere dört yıllık liseler haline dönüştürülmüştür. Bu durum 1996-1997 öğretim yılında toplam 511 bin 501 öğrenciye sahip olan İmam Hatip Lisesinin öğrenci sayısının, 1997-1998 öğrenim yılında 178 bin 46’ya düşmesine neden olmuştur.

 

Yüksek Öğretim Kurulu’nun 30 Temmuz 1998 yılında meslek liselerinin üniversite sınavında kendi alanları dışındaki fakültelere yerleşmesini zorlaştıran kararı almasıyla birlikte İmam Hatip Lisesi mezunlarının da kendi alanlarının dışında başka bir bölüme girmeleri neredeyse imkânsız hale gelmiştir. İmam Hatip Lisesi mezunları dahil bütün meslek lisesi mezunlarının katsayıya yönelik herhangi engellemenin tamamen kalkması ve lise türüne bakılmaksızın eşitlik kamuoyunda 4+4+4 diye bilinen eğitim kanunu ile birlikte 2012 yılında mümkün olmuştur. Cumhuriyetin 100 yılı boyunca imam hatip okulları farklı dönemlerde varlığı, fonksiyonu ve sayılarına yönelik tartışmalara konu olmuştur. Asıl itibariyle imam hatipler bir Cumhuriyet projesidir. Bu okulları bir anlamda 1914 yılında ıslah edilen medreselerin Cumhuriyete uyarlanmış biçimi olarak kabul edebiliriz. O halde niçin bir okul türü bu kadar kamuoyunu ve siyaseti bu kadar ilgilendiren tartışmalara neden olmuştur? Buna verilecek ilk ve önemli cevap imam hatip okulu projesinin Türkiye eğitim sistemi içerisinde başarılı bir proje olması ve halkın desteğini kazanmış olmasıdır diyebiliriz. Niçin en azından teorik olarak başarılı bir projedir tezi üzerinde duralım. İmam hatip okulları eğitim alanında ortaya çıkan değişim ihtiyacından doğmuştur. Modern eğitim ve onun eğitime yansı-ması olan mektep ile birlikte okuldan beklenenler değişmiştir. Medreseler ise modern dönemin taleplerine uygun bir eğitim kurumu değildi. Bu nedenle yeni şartlara göre kendini uyarlaması gerekmektedir. Değişen şartlara kendini uyarlayan kurumlar varlıklarını anlamlı olarak devam ettirebilmektedir. İmam hatipler ise seküler dersler ile dini dersler arasında bir sentez kurarak gelenek ile modern arasında köprü kurmanın okul düzeyindeki bir sembolüdür. Modern ile geleneksel olan birleşirken modern eğitim felsefesi esas alınarak bir senteze gidilmiştir. Bu nedenle Cumhuriyet tarihi boyunca fonksiyonel olarak varlığını devam ettirmiştir. Günümüzde ise İslam dünyasında ne zaman medreselerin reformu konusu gündeme taşınsa Türkiye’nin imam hatip tecrübesi gündeme gelmektedir.

 

3. Öğretilen İslam Anlayışı

 

Cumhuriyet Döneminde nasıl bir İslam anlayışının öne çıkarıldığı konusunda değerlendirmede bulunalım. Bu çerçevede konunun daha iyi anlaşılması için özellikle din sosyologları tarafından kullanılan “popüler din” ve “kitabi din” kavramlarını kullanmak istiyorum. Popüler İslam’ı, halk tarafından benimsenen ve İslam’ın temel kaynakları ve teolojisine sıkı bağlılık zorunluluğu hissetmeyen, duygusal ve mistik din anlayışının ön planda olduğu bir din yorumudur şeklinde tanımlayabiliriz. Kitabi İslam’ı ise, İslam’ın iki temel yazılı kaynağı olan Kur’an ve sünnete bağlılığı ön plana çıkaran, ulema tarafından yorumlanan bir İslam anlayışı diyebiliriz. Şüphesiz yukarıdaki tanımların kapsam konusunda eksiklikleri olabilir. Ancak burada amaç bu kavramlar üzerinde derin tahliller yapmak değildir. Osmanlıdan Cumhuriyete devir alınan İslam eğitim ve öğretimi mirasını popüler İslam ve kitabi İslam çerçevesinde değerlendirmeye çalışalım.

 

Temel tezimiz şudur: Cumhuriyet döneminde resmi İslam eğitim ve öğretimi içerisinde, kitabi İslam ön plana çıkarılarak popüler İslam büyük ölçüde dışlanmıştır. Osmanlı’dan intikal eden kitabi İslam’ın kurumsal temelleri değişime uğrayarak varlığını devam ettirmiştir. Kitabi İslam’ı üreten ve öğreten Şeyhülislamlık ve medreseler kapatılmış ancak benzer görevi daha sınırlı bir çerçevede yerine getirecek Diyanet İşleri Reisliği, İmam-Hatip Okulları ve İlahiyat Fakültesi kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde okullarda din dersi programlarının analizi edildiğinde kitabi İslam’a yer verildiği görülecektir. Cumhuriyetin ilk yıllarında mistik İslam yorumunu da içeren popüler İslam anlayışının kurumsal temelini oluşturan dini gruplar ve tarikatlar yasaklanmıştır. Şüphesiz hukuken yasaklama ile bu anlayışlar yok olmamıştır. Fiili olarak varlıklarını devam ettirmişlerdir.

 

Türkiye’deki DKAB ders programlarında 2000 yılındaki İlköğretim DKAB programındaki değişiklik öncesine kadar İslam dini öğretiminde içerik ve yaklaşım olarak büyük ölçüde “ilmihal merkezli” bir anlayışın hâkim olduğu görülmektedir. Osmanlı dönemi modern mektep programlarında da “ilmihal” bir ders ismi olarak geçmektedir. İlmihal merkezli yaklaşım, genelde İslam dininin inanç, ibadet ve ahlak boyutunu içeren, dinin günümüzde yaşayan tezahürlerini yansıtmayan, fıkhi bakış açısı-nı önceleyen, İslam içerisindeki yorum farklılıklarına yer vermeyen bir anlayış olarak tanımlanabilir. Aslında bu anlayış, Türk-İslam tarihinde Anadolu’da gelişen ve Cumhuriyet döneminde de etkilerini sürdüren İslam anlayışının pedagojik yönden desteklenmiş şekli olarak değerlendirilebilir.

 

2000 yılında hazırlanan İlköğretim DKAB programında ise ilmihal merkezli İslam öğretiminin yetersizliklerinden hareketle, akıl ile inancı bütünleştirmeyi esas alan ve asli kaynakları referans alma ve kök İslami ilkeleri önceleme iddiasında olan bir yaklaşımın benimsendiği görülmektedir. Genel hatlarıyla literatürdeki ifade ile yeni program “modern İslam” yönelimi ağırlıkta olan bir İslam öğretimini savunmaktadır. Ancak gerek ilmihal merkezli yaklaşımın gerekse de modern İslam yönelimli yaklaşımın her ikisinin da esasta İslam içerisindeki çoğulculuğa yer verme gibi bir eğiliminin olmadığı anlaşılmaktadır. 2000 yılı sonrası yeni DKAB programları geçmişle karşılaştırıldığında daha çoğulcu olduğu, diğer dinlerin sunumunda daha objektif davranıldığı, İslam içerisindeki çoğulluğa yetersiz de olsa yer vermeye başladığı görülmektedir.

 

Cumhuriyetin başlangıcından günümüze kadar din dersi kitaplarında öğretilen İslam konusunda yapılacak önemli tespitlerden birisi de şudur: Ahiret inancı ile ilişkilendirmesi zayıf bir İslam anlatımı söz konusudur. Burada şunu demek istiyorum. Kur’an’da anlatıldığı üslupla bir konu anlatılırken ahiretle, hesap verme vb. boyutu ile dini bir konu ele alınmıyor. Şüphesiz ahirete iman adını taşıyan bir bölüme din dersi kitaplarında yer verilmektedir. Zaten ilmihallere baktığımız zamanda ahiret inancı ile dinamik bağlantı kuran bir İslam sunumuna yer verilmediğini görmekteyiz. Ahiret inancı ile İslam anlatımı arasında dinamik bir ilişki kurulmadığı takdirde dinin bir ideoloji ve dünya görüşüne dönüşme potansiyelinin yüksek olduğunu görmekteyiz.

 

MEB Din Öğretimi Genel Müdürlüğü tarafından 2022 yılında lise öğrencilerinin İslam konusunda en çok neleri merak ettiklerini belirlemek maksadıyla 120 bin denek üzerinde kapsamlı bir araştırma gerçekleştirildi. Kamuoyu ile henüz paylaşılmayan bu araştırma bulgularına göre liseli gençlerin en çok merak ettikleri konuların başında Allah tasavvuru gelmektedir. Allah ile iletişim, Allah’ın adaleti, gayb alemi, melekut alemi, bilim din ilişkisi, İslam ve kadın gibi konular gençlerin güncel bağlamıyla da irtibatlı olarak merak ettikleri konuları oluşturmaktadır. Lise DKAB müfredat içeriği ile gençlerin İslam konusunda öğrenmek istedikleri konuların örtüşme oranının %20 civarında olduğu anlaşılmaktadır. Bu sonuç son derece düşündürücüdür. Bu nedenle kendilerinin faydası için hazırladığımız DKAB programlarında gençlerin öğrenmek istedikleri konulara daha fazla yer vermemiz gerekmektedir. Üstelik gençlerin İslam konusunda öğrenmek istediği içeriğin Kur’an’da anlatılan sahih İslam inancı ile daha fazla örtüştüğünü de ayrıca belirtelim.

 

4. Geleceğe Yönelik Beklentiler

 

Cumhuriyetin 100 yılı boyunca din eğitimi ve öğretimi inişli çıkışlı bir süreç izlese de geldiği nokta itibariyle özellikle nicel açıdan oldukça iyi bir durumda olduğunu söyleyebiliriz. Cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra 1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisatla birlikte mektep medrese ikilemi mektep çatısı altında dini ve seküler olanın birleşmesi ile sonuçlanmıştır. Bu çerçevede imam hatip okulları ve ilahiyat fakültesi açılması istenmiştir. Tevhid-i Tedrisatın ruhuna uygun bir uygulamanın tek parti dönemi içerisinde gerçekleştiği söylenemez. 1949’dan itibaren örgün din eğitimi olarak ifade edilebilecek alanda gerek din derslerine gerekse imam-hatip ve ilahiyatlara erişim açısından yükselen olumlu gelişmenin olduğunu anahatlarıyla söyleyebiliriz. İmam hatipler ve ilahiyat anlamında bu gelişimin en önemli olumsuz istisnası 28 Şubat süredir. Ancak olumsuz birçok izler bıraksa da bu süreç aşılmıştır. Sonuç itibariyle laik demokratik Türkiye’de din eğitimi, din hizmeti ve din konusunda araştırma için devlet tarafından istihdam edilen toplam memur sayısı yaklaşık 200 bini geçmektedir. Bunun 141 civarında olanı Diyanet tarafından 60 bini geçen sayıda Millî Eğitim Bakanlığı ve yaklaşık 4 bin personelde yüksek öğretimde istihdam edilmektedir. Bu son derece önemli bir kazanımdır. Örgün ve yaygın din eğitimine erişim alanları giderek genişlemiş ve ortaya çıkan engeller aşılmıştır. Bu yeni yüzyıla devir olunan en önemli mirastır. Ancak din eğitimine niceliğe yönelik engeller yaşanırken yüksek sesle dile getirilmeyen din eğitiminde nitelik ve kalite meselesi gündeme gelmiştir. Bu kadar imkana rağmen din eğitiminden ne düzeyde verim alınmaktadır? Bu yüzyılın başlangıcında değişen talep ve şartları da göz önüne alarak üzerinde durulması gereken ana noktanın bu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu çerçevede geçmiş birikim ve gelecek beklentileri arasında dengeli ilişki kuran sahih İslam öğretisini önceleyen ve eğitim alanında dünyadaki yaklaşımlar arasında sentez denemesinde bulunan özgün din eğitimi yaklaşım ve teorilerinin oluşumu için çaba gösterilmesi elzemdir.

 

Cumhuriyetin 100. yılındaki din eğitimi bakımından en önemli kazanımlardan birisi de özellikle mesleki din eğitimi diye adlandırılan bu sürece kadınların dahil olmasıdır. Bilindiği gibi ilahiyat alanı asırlardır erkeklerin tam egemen olduğu bir disiplindir. Medreselere kız öğrenciler alınmamaktaydı. Osmanlı döneminde bu geçerli olduğu gibi Cumhuriyetin ilk yılları için de geçerlidir. 1949’da Ankara İlahiyatın açılmasıyla birlikte kadınlar bu fakülteye öğrenci olarak alınmaya başlanmıştır. İmam hatip okullarına kadınların alınmasına ise 1967-68 öğretim yılından itibaren başlanmıştır. Geçen yılki istatistiklerine göre ilahiyat fakültelerindeki öğrencilerin yaklaşık üçte ikisi ve öğretim elemanlarının dörtte birisine yakını kadındır. İmam hatip liselerindeki kadın öğrencilerin oranı da üçte ikiye yakındır. DKAB öğretmenlerinde de kadınların oranı %60’lar seviyesindedir. Bu rakamlar bizlere kadının daha önceden adının hiç olmadığı mesleki din eğitimi alanında erkekleri sayısal olarak geçtiğini göstermektedir. Bu gelişmenin genel anlamda özellikle Batı’daki gelişmelerle de uyumlu olduğunu ifade edebiliriz.

 

Kaynaklar

Altın, Ş.Z. (ed), Türkiye’de Yüksek Din Öğretimi -Dün, Bugünü, Yarını-, DEM Yayınları, İstanbul, 2022.

Aşlamacı, İ., Pakistan Medreselerine Bir Model Olarak İmam Hatip Okulları, DEM Yayınları, İstanbul, 2014.

İnce, A., Bir Eğitim Kurumu Monografisi Darüşşafaka, İstanbul Üniversitesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1992.

Kaymakcan, R., “Türkiye’de Din Eğitimi Politikaları Üzerine Düşünceler”, Ekev Akademi Dergisi, sayı 27, 2006, ss.21-36.

Kaymakcan, R., “Religious Education Culture in Modern Turkey”, M. De Souze ve diğerleri, (eds) International Handbook of Religious Spiritual and Moral Dimension in Education, Springer, 2006, ss. 449-460.

Zengin, Z.S., Medreseden Darülfünuna Türkiye’de Yüksek Din Eğitimi, Maarif Mektepleri, Ankara, 2019.

Toplam Okunma Sayısı : 628