Yaşadığımız iki dünya savaşı, emperyal güçlerin dünyayı paylaşma kavgasının ölümcül hamleleri"> Yaşadığımız iki dünya savaşı, emperyal güçlerin dünyayı paylaşma kavgasının ölümcül hamleleri" />
DOĞU AKDENİZ’DE SAVAŞ ÇANLARI

DOĞU AKDENİZ’DE SAVAŞ ÇANLARI

Yaşadığımız iki dünya savaşı, emperyal güçlerin dünyayı paylaşma kavgasının ölümcül hamleleriydi. Dünyada değişen koşullar, güç dengelerini de değiştirir. Bu da kurulu düzene karşı değişim taleplerini yükseltir. Bu talepler barışçıl yollardan karşılık bulamadığında, yeni düzen savaşla kurulur.

Günümüz dünyası, ağırlık merkezlerinin kaydığı, güç dengelerinin değişmekte olduğu ve emperyal düzenin yeni paylaşımlar dayattığı bir noktaya geldi.

İkinci dünya savaşı sonrası kurulan iki kutuplu düzen, SSCB’nin dağılmasıyla, Amerika etrafında tek kutuplu bir düzene evrilmişti. O günden bugüne yaşanan ekonomik gelişmeler, askeri güç değişimleri, yeni siyasi koşullar, dünyada yeni aktörlerin sahneye çıkmasına yol açtı. Bugün Amerika’nın dışında, Avrupa Birliği, Rusya, Çin, Hindistan ve bu ülkelerin farklı ülkelerle oluşturdukları ittifaklar, dünyada yeni bloklar ve yeni güç odakları doğurmuş durumda.

Dünyada savaşların en önemli sebeplerinden biri, kaynaklara sahip olma hırsıdır. Bu kaynaklar kimi zaman su ve madenler olabileceği gibi, daha çok da enerji kaynakları yani petrol ve doğal gazdır.

Dünyadaki petrol ve doğal gaz rezervlerinin yarıya yakını Orta Doğuda bulunuyor. Ancak sorun şu ki, uzmanlara göre, bu rezervlerin 30 yıldan az bir ömrü kalmış durumda. Yani en geç 20 yıl içinde dünyada enerjinin yönü değişmek zorunda.

Orta Doğuda durum böyleyken, Doğu Akdeniz’de özellikle son 10 yılda zengin petrol ve doğal gaz yataklarının keşfi, dikkatleri bölgeye çevirdi.

Kuzey Afrika ve Ön Asya’yı da kapsayacak yeni emperyal paylaşımın kapışma alanı Doğu Akdeniz olacak. Bu durum Türkiye’yi hedef haline getiriyor.

 

DOĞU AKDENİZ’DEKİ ENERJİ REZERVLERİ

ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi (USGS-US Geological Survey) tarafından 2010 yılında yayınlanan raporda;

Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan bölge olan Levant Havzasında 3,45 trilyon metreküp (122 trilyon kübik feetlik) doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol bulunduğu,

Nil Delta Havzasında ise yaklaşık 1,8 milyar varil petrol, 6,3 trilyon metreküp (223 trilyon kübik feet) doğalgaz ve 6 milyar varil sıvı doğalgaz rezervi olduğu, 

Kıbrıs Adasının çevresinde ise 8 milyar varil olduğu söylenen petrol rezervinin yaklaşık değerinin 400 milyar dolar civarında olduğu, 

Herodot olarak adlandırılan Girit’in güney ve güneydoğusundaki alanda biri 1,5, diğeri 2 trilyon metreküp olmak üzere toplam 3,5 trilyon metreküplük doğalgaz bulunduğunun tahmin edildiği açıklandı.

Bu araştırmalara göre,  Doğu Akdeniz’de yaklaşık olarak toplam değeri 1,5 trilyon dolar olan 30 milyar varil petrole eşdeğer hidrokarbon yatakları bulunduğu tahmin ediliyor. Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon rezervinin, 2010 yılı tüketim miktarlarına göre,  Türkiye’nin 572 yıllık, Avrupa’nın ise 30 yıllık doğal gaz ihtiyacını karşılayabilecek seviyede olduğu görülüyor.

Öte yandan, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) tespitlerine göre, geleceğin enerji maddesi olarak kabul edilen gaz hidrat yatakları, Doğu Akdeniz’de de bulunuyor. Antalya Körfezi ve civarı dahil olmak üzere Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yaklaşık 80.000 kilometrekarelik deniz yetki alanlarında zengin gaz hidrat yataklarının bulunduğu bildiriliyor. 3.000 kilometrekarelik bir gaz hidrat yatağının, AB’nin 30 yıllık enerji ihtiyacını karşılayabildiği düşünüldüğünde, Türkiye’nin sahip olduğu yatakların ne denli kıymetli olduğu anlaşılıyor.

 

DEVLETLERİN DOĞU AKDENİZ’DEKİ ASKERİ VARLIĞI

7 Ekimde Filistin-İsrail çatışmasının başlamasının hemen ardından, Amerika Doğu Akdeniz’e olağanüstü seviyede askeri güç yığınağı yaptı. En büyük iki uçak gemisini ve beraberinde görev gücünü İsrail açıklarına konuşlandırdı ayrıca Ortadoğu’daki üslerini hızla takviye etti.

Yine ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya, Güney Kıbrıs'taki üslere askeri yığınak yapıyor. Ayrıca bir ABD uçak gemisi de yanında destek filosu ve nükleer denizaltı ile beraber Güney Kıbrıs önlerine demirlemiş durumda.

11 Eylülü Afganistan’a girmek için bahane eden Amerika, aynı şekilde 7 Ekimi de Ön Asya ve Doğu Akdeniz’e olağanüstü yığınak yapmak için fırsat bildi.

Doğu Akdeniz’de, farklı ülkelere ait 200’ü aşkın savaş gemisi bulunuyor. Ortadoğu ve Akdeniz, tarihinin en yüksek savaş ve imha kapasitesine ulaşmış durumda. Doğu Akdeniz’de;

ABD'nin; 3 Uçak gemisine ek olarak, destroyer adı verilen 4 savaş gemisi ve 2 denizaltısı bulunuyor. Destroyer savaş gemileri 400 Tomahawks füzesi taşıyor. USS Porter ile Kıbrıs'ın Larnaka açıklarındaki USS Donald Cook fırkateyni de mevcut.

İngiltere'nin; Kıbrıs adasında bir askeri üssü mevcut. Burada saldırı ve keşif özelliği olan Tornado GR4s uçakları ile 6 Typhoon savaş jeti var. Ayrıca konumları gizli tutulan saldırı ve akıllı denizaltıları ile HMS Duncan savaş gemisi de Akdeniz’de. 

Fransa'nın; Akdeniz’de Rafael savaş uçakları ve 8 adet nükleer denizaltısı mevcut.

Rusya’nın; Suriye'nin Lazkiye kentindeki Himeymim üssünde askeri bulunuyor. Doğu Akdeniz’de uzun menzile sahip denizaltı-savar ile birlikte Admiral Grigorovich ile Admiral Essen fırkateynleri var. Suriye’nin Tartus limanında ise savaş gemileri mevcut. 

 

Devletlerin Doğu Akdeniz’deki Askeri Varlığı

Bütün bu askeri yığınağın, ufak çaplı bir Filistin direnişi nedeniyle ve ona karşı olamayacak kadar büyük olduğunu anlamak için askeri stratejist olmak gerekmiyor.

Zengin enerji kaynakları Doğu Akdeniz’in önemini artırırken, dünya devletlerinin iştahını kabarttığı da muhakkak. Anlaşmazlık yaşayan kıyı devletlerinin dışında, Doğu Akdeniz’e kıyısı olmayan Batılı devletler de bölgenin zenginliklerine göz dikmiş durumda.

Gerek Doğu Akdeniz’de keşfedilen zengin enerji kaynaklarının paylaşımı meselesi, gerekse bölgeye yapılan olağanüstü askeri yığınak, Türkiye için ciddi sorunlara kaynaklık ediyor. Bunların en önemlileri egemenlik, güvenlik ve ticari menfaatlere tehdittir.

 

DENİZ YETKİ ALANLARINDA ANLAŞMAZLIKLAR VE EGEMENLİK MESELESİ

Doğu Akdeniz’in sahip olduğu zengin enerji kaynakları, devletler arasında ciddi ihtilaf ve çatışmaları da beraberinde getiriyor. Bu çatışmaların en önemli nedenini deniz yetki alanları konusundaki anlaşmazlıklar oluşturuyor. Doğu Akdeniz’e kıyısı bulunan devletler, deniz yetki alanlarının sınırları konusunda ciddi görüş ayrılıkları yaşıyor.

İsrail – Lübnan : İsrail’in büyük rezervler keşfettiği Tamar ve Leviathan sahasında, Lübnan’la arasında anlaşmazlık sürüyor. Öte yandan, İsrail’in yakın zamanda Lübnan’a saldırması ve deniz kaynaklarını gasp etmesi ihtimali kuvvetli görülüyor.

Türkiye & Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti – Kıbrıs Rum Kesimi : Kıbrıs Rum esimi ile İsrail arasında 2010 yılında yapılan deniz sınırlarını belirleyen anlaşma, Türkiye tarafından, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin yetki alanları yok sayıldığı için geçersiz ilan edildi. Buna rağmen, Kıbrıs Rum yönetimi 2010 yılında, İsrail adına arama çalışmaları yürütmek üzere Noble Energy şirketine ruhsat verdi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye, bölgede KKTC’nin da hakkı bulunduğu yönünde itirazlarını sürdürüyor, konu üzerindeki anlaşmazlık devam ediyor.

Türkiye & Libya – Diğer Devletler : Türkiye ile Libya’nın BM tarafından tanınan meşru hükümeti arasında 27 Kasım 2019 tarihinde Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşması imzalandı. İki ülkeyi denizden komşu yapan bu anlaşma, kıyı devletlerinin MEB iddialarıyla uyuşmadığından itirazlar alırken, Batılı devletleri de oldukça rahatsız etti.

Filistin – İsrail : İsrail’in Gazze’yi işgali aynı zamanda Filistin’in denizle bağlantısının kesilmesi ve deniz yetki alanlarının İsrail tarafından ele geçirilmesi anlamına geliyor. Böylece İsrail, bu alandaki Filistinlilere ait zengin enerji rezervlerini gasp etmiş olacak. İsrail Filistin’de sadece katliam yapmıyor, Filistinlilerin sahip olduğu her türlü zenginliğe de el koyuyor.

Doğu Akdeniz’deki kaynakların adil ve sürdürülebilir paylaşımı bölgenin istikrarı için önemli olmakla birlikte, sınırları üzerindeki egemenlik yetkisi devletlerin kırmızı çizgisidir.

Uluslararası hukuka göre, devletler kıyılarından 200 deniz mili mesafeye kadar olan alanı Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan edebilirler. Ancak bu kuralın uygulanması halinde, Doğu Akdeniz’in coğrafi yapısı ve kıyı devletlerinin birbirlerine olan mesafeleri nedeniyle, devletlerin MEB’lerinin kesişmesi, iç içe girmesi kaçınılmaz. Özellikle Türkiye’ye yakınlığı nedeniyle Kıbrıs Adasının herhangi bir kıyı ülkesiyle yapacağı MEB anlaşması Türkiye’nin yetki sınırlarını ihlal edecektir.

Nitekim Güney Kıbrıs Rum Kesiminin, KKTC ve Türkiye’yi yok sayarak, Yunanistan, Mısır, İsrail ve Lübnan’la yaptığı MEB anlaşmaları, Türkiye’nin deniz yetki alanlarını fiilen ihlal etmektedir.

Türkiye, Filistin yönetimiyle ikili MEB anlaşması imzalamak için yoğun çaba harcamış, ancak son aşamada, İsrail’in Filistin’deki işgalci tutumu ve son olarak da Gazze saldırıları, bu anlaşmanın gerçekleşmesine engel olmuştur.

Batılı devletlerin de desteğiyle, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, Mısır, İsrail ve Lübnan arasında yapılan MEB anlaşmalarını kabul etmek, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki haklarından vazgeçmesinin ötesinde, kendi karasına hapsedilmesi ve deniz yetki alanlarındaki ulusal egemenliğine kast edilmesi anlamına geliyor. Bu durum Türkiye için savaş sebebidir. Türkiye’nin karası ve deniziyle ülke sınırları üzerindeki egemenliği tartışılamaz.

 

TİCARİ MENFAATLERE DARBE

Türkiye bölgede sadece kıyı devletleriyle değil, Amerika ve Batılı devletlerle de ters düşmüş durumda.

Öncelikle, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yaptığı rezerv arama çalışmalarına, Yunanistan, G. Kıbrıs, İsrail, Amerika ve Batılı devletlerden, arama yapılan sahaların tartışmalı bölgeler olduğu iddiasıyla, şiddetli itirazlar geldi. Türkiye şimdilik bölgedeki aramalarını durdurmuş durumda.

Bir diğer mesele ise çıkarılacak petrol ve gazın nakledilmesi sorunudur. Bölge devletleri, Doğu Akdeniz’de çıkaracakları petrol ve gazı, ancak Türkiye üzerinden geçecek boru hatlarıyla Avrupa’ya ve dünya piyasalarına taşıyabileceklerdir. Bunun dışındaki hiçbir alternatif, rantabl, güvenli ve sürdürülebilir değildir. Bölgedeki tüm ülkeler bu konuda Türkiye’ye muhtaçtır. Bu durum, Türkiye’nin elindeki en önemli kozdur.

Lakin Türkiye enerjide sadece bir geçiş (transit) ülkesi olmak istemiyor. Aksine,  kuracağı tesislerde petrol ve doğal gazı depolamak, fiyatını yeniden belirleyerek piyasaya sürmek, böylece dünyada enerjide söz sahibi olmak istiyor. Türkiye’nin enerji fiyatlarını etkileyebilecek bir piyasa oyuncusu olmasına Avrupa ve Amerika şiddetle karşı çıkıyor ve Türkiye’nin taleplerine askeri güç gösterisiyle karşılık veriyor.

Bölgede dünyanın en büyük petrol şirketleri, çok büyük yatırımlarla tartışmalı alanlarda aramalar yapıyor. Ülkelerin savaş gemileri de onlara koruma sağlıyor. Taraflar arasında büyük pazarlıklar yapılıyor. Bölgedeki durum oldukça gergin.

 

GÜVENLİK TEHDİDİ

Gerek üç kıtanın kavşak noktası olmasıyla stratejik konumu gerekse son dönemde keşfedilen zengin hidrokarbon rezervleri Doğu Akdeniz’i büyük devletler için vazgeçilmez kılıyor. Kıyı devletlerinin yanı sıra, bölge üzerine planlar kuran egemen devletlerin yaptığı askeri yığınak Doğu Akdeniz’de olağan üstü bir güvenlik riski doğurmuştur. Bölge normalin çok üstünde bir savaş kapasitesiyle donatılmış durumda.

Doğu Akdeniz’e en uzun kıyısı olan Türkiye için, karasularının hemen ötesinde konuşlanmış böylesi bir askeri güç ciddi ve yakın bir güvenlik tehdidi oluşturuyor.

Bölgede kıyı devletleri arasında deniz yetki alanları ve kaynakların adil paylaşımı konusunda ciddi anlaşmazlık ve gerginlikler yaşanmaktayken, ABD, İngiltere, Fransa ve Rusya gibi devletlerin bölgeye askeri güç yığmaları, bölgedeki gerginliği artırmakta ve Türkiye için güvenlik riskini büyütmektedir. Türkiye bölgede güvenliğine yönelmiş tüm tehditler için gerekli tedbirleri almak zorundadır.

 

AMERİKA NE PLANLIYOR?

İsrail’in Gazze’ye saldırmasının ardından Doğu Akdeniz’e olağan dışı askeri yığınak yapan Amerika, İsrail’e güvenlik şemsiyesi sağlamanın yanı sıra, buradaki zengin enerji kaynaklarından da büyük pay kapmanın peşinde.

Öte yandan Amerika Türkiye’yi, Yunanistan, Güney Kıbrıs, Afrika, Karadeniz ülkeleri ve Orta Doğudaki üslerle çepeçevre kuşatmış durumda. Özellikle Yunanistan ve Güney Kıbrıs’taki üslerin, teknik altyapısının ve askeri kapasitesinin olağan dışı yüksek olması karşısında, Türkiye’nin NATO içerisinde yüklendiği misyonun, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a kaydırıldığı yorumunu yapmak yanlış olmayacaktır.

Gerçek şu ki, Amerika bölgede Türkiye’ye ihtiyaç duymayacağı yeni bir düzen kuruyor.

Tüm bu gelişmelerle, Filistin-İsrail çatışması, büyük İsrail projesi, doğu Akdeniz’deki askeri yığınak birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye’nin ciddi ve yakın bir tehdit altında olduğu görülüyor.

Esasen bölgedeki büyük plan, 2010 yılından itibaren uygulamaya konuldu. Adına ironik şekilde “Arap Baharı” denilen operasyonla, İsrail’in güvenliği ve Doğu Akdeniz’in işgale hazır hale getirilmesi için, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da pek çok ülkenin yönetimleri değişti.

Bölge ülkeleriyle Türkiye’nin ilişkilerinin bozulması yine Arap baharının stratejilerinden biriydi. Türkiye’nin Suriye ve Mısırla ilişkilerinin kopması, bölge ülkelerinin kaynakların adil ve sürdürülebilir paylaşımı konusunda uzlaşmalarına engel olmuş, bu da bölgeyi dış müdahalelere açık hale getirmiştir.

Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı izlenen bir diğer politika da, Türkiye’nin bölgede yalnızlaştırılmasıdır. Kıyı devletleri İsrail, Lübnan, Mısır, Güney Kıbrıs ve Yunanistan arasında Amerika’nın himayesinde imzalanan deniz yetki alanları anlaşmaları, Türkiye’yi yok saymakta ve bölgedeki haklarını açıkça ihlal etmektedir. Bu yolla Türkiye bölgede yalnızlaştırılmaktadır. Bu Türkiye için büyük tehlikedir.


BÖLGEDE GÜÇ DENGESİ

Bölgede büyük İsrail projesi ve Batı hegemonyasının önündeki tek güç Türkiye’dir. Dünyada ise iki ülke var, Rusya ve Çin.

İsrail-Amerika ikilisinin bölgedeki planları için, iç savaş sırasında Suriye yönetimini destekleyen ve hem ülke içinde, hem doğu Akdeniz’de askeri güç bulunduran Rusya bölgede zayıflatılmalı, mümkünse bölgeden çekilmesi sağlanmalıydı. Rusya-Ukrayna savaşının çıkarılmasının nedenlerinden birisi budur. Amerika, Ukrayna’yı Rusya’nın başına bela etmiş ve Ukrayna’ya verdiği destekle savaşı uzatarak Rusya’yı olabildiğince yıpratmayı, askeri gücünü zayıflatılmayı ve cephanesini tüketmeyi hedeflemiş, böylece Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de kendi elini rahatlatmak istemiştir.

Öte yandan Amerika, Çin’i de askeri çatışmaya sokmak için uzun süredir çaba harcıyor. Amerika tıpkı Rus-Ukrayna savaşında yaptığı gibi, Tayvan’ı Çin’e karşı uzun süre kışkırttı, bir çatışma için her yolu denedi, ancak Çin bu oyuna gelmedi.

Rusya Doğu Akdeniz’de, Himeymim hava üssü ile Tartus deniz üssünde bulundurduğu, 4 bin asker, uzun menzilli denizaltı-savar, fırkateyn ayrıca savaş gemilerinden oluşan askeri güçle bölgede Batıya karşı bir denge unsuru oluşturuyor.

Çin’in ise an itibariyle Doğu Akdeniz’de bir askeri gücü bulunmuyor. Ancak bölgede çıkacak bir çatışmaya dahil olup olmayacağını zaman gösterecek.

Doğu Akdeniz, gerek sahip olduğu muazzam enerji kaynakları, gerekse Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kavşak noktası olmasından ötürü stratejik önemi nedeniyle, yakın gelecekte Türkiye’nin de dahil olacağı sıcak çatışmalara gebe görünüyor.

Doğu Akdeniz’e bunca askeri yığınağın yapılması öncelikle, Türkiye’ye karşı caydırıcı unsur oluşturulduğunu ancak, her halükarda Türkiye ile sıcak çatışmanın göze alındığını gösteriyor. 

Bölgede büyük İsrail projesine de hizmet edecek şekilde, asıl hedef Türkiye’dir. Söz konusu olan, Türkiye’nin varlık ve bekasıdır.


TÜRKİYE NE YAPMALI

Bölgede;

1-) Türkiye Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarındaki haklarını muhafaza altına almak maksadıyla, öncelikle bölge ülkeleriyle bozulan ilişkilerini düzeltme yoluna gitmelidir. Bu manada;

·       Mısır’la bozulan ilişkilerini süratle düzeltmeli ve iki ülke arasında Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşması imzalamalıdır.

·       Suriye ile diplomatik ilişkileri derhal başlatmalı ve iki ülke arasında MEB anlaşması imzalamalıdır.

·       Lübnan’la MEB anlaşması imzalamalıdır.

·  Filistin’in denizle olan bağlantısı kesilmeden önce mutlaka Filistin’le de Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşması imzalamalıdır.

2-) Türkiye ile KKTC arasında Konfederasyon kurulmalıdır. Konfederasyona dahil olan devletler, egemenliklerini korur, maliye, asayiş, vatandaşlık, mülkiyet ve medeni haklar gibi konularda bağımsızdırlar. Bununla birlikte, dış politikada ve savunmada ortak politika uygulayarak, dış tehditlere karşı güçlerini birleştirirler. Böylesi bir durumda, KKTC’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı, kara suları, münhasır ekonomik bölgesi, Türkiye’nin hak sahası haline gelecektir.

3-) Bölgedeki haksız müdahale ve gasplara karşı iki bloğun (ABD-Rusya) karşılıklı (birbirlerini) itme gücünden faydalanılmalı, denge politikası izlenmelidir.

Uluslararası Planda;

4-) Bölgedeki yetki alanlarının belirlenmesi, ihtilafların giderilmesi, adil bir paylaşım ve kalıcı bir barış için, BM gözetiminde, kıyı devletleri arasında görüşmeler başlatılmalıdır.

5-) Montrö ile Karadeniz’de yapıldığı gibi BM’nin kontrol ve garantörlüğünde, Kıyı devletleriyle yapılacak bir uluslararası anlaşma ile Doğu Akdeniz’de güvenlik ve kontrol mekanizması kurulmalıdır. Bölgedeki gemi yoğunluğu denetime alınmalı ve bu sularda bulunabilecek askeri gemiler sınırlandırılmalıdır. Kıyı devletlerinden oluşan bir silahlı güç, mekanizmanın işlemesini sağlamalıdır.

6-) Aynı anlaşma ile bölgenin güvenliği için, Akdeniz’in iki girişi olan Cebeli Tarık Boğazı ve Süveyş Kanalına, savaş gemileri için denetim konulmalıdır.

Toplam Okunma Sayısı : 1301