
EFENDİLERİN SAVAŞI
Bundan beş bin
yıl kadar önce başladığı bilinen İsrailoğullarının tarihi, büyük kırılmasını
Musa Peygamber döneminde yaşar. Musa(As), 430 yıldır Mısır’da yaşayan
İsrailoğullarını Firavun zulmünden alıp Mısır’dan hicrete çıkarttığında yanında
12 kabile vardı. Aslında bu kabilelerden sadece ikisi (Bünyamin ve Yusuf
oğulları) ‘İsrailoğulları’ndandı. Diğer 10 kabile farklı kökenlerden
gelmekteydi.
Musa’ya gelen
vahiy bu 10 kabileye yönelik değildi aslında. Ama onlar, vaazından ve
mucizelerinden etkilendikleri Musa’nın yanında dururlarsa Firavun’un zulmünden
kurtulabileceklerine inanıyorlardı. Zahmetten kaçtıkları için zora gelemediler
hiç.
UNUTMAK
VE ALDANMAK ÖLDÜRÜCÜDÜR
Nitekim,
Kızıldeniz ile Firavun ordusu arasına sıkıştıklarında; Bünyamin ve Yusuf’un
oğulları olan iki kabile savaşa ve şehadete hazırlanırken, diğer on kabile
savaşmayı reddedip Musa’ya, “İstersen
sen git Rabb’inle savaş, biz savaşmayacağız. Yola çıkarken sen ve Rabb’in bize
bunu vadetmemiştiniz! Rabbin bize başka bir yol bulsun!” demeyi
seçecekti. Belli ki bu içine düştükleri tehlikeli durum bir imtihandı, mümin ve
münafık ayırt edilmişti.
Sonra, deniz
yarıldı, hepsi karşıya geçtiler.
Tam burada
Cemil Meriç’e kulak verelim: “Rab,
İsrailoğullarını su üstünde yürütmedi de neden denizi yardı? Çünkü su üstünde
yürümek bir mucizedir. Firavun ve ordusu bunu kendilerinin yapamayacağını
bilirlerdi. Fakat kum üzerinde kendileri de yürüyebilirdi. Kuma aldandılar.
Denizin yarılması mucizesini, kumda yürüyebileceklerine olan inançları
unutturdu. Yürümek istediler ve deniz üzerlerine kapandı. Aldanmak, öldürür.”
Biz de ilave
edelim: Unutmak aldanmak gibidir; o da öldürür.
Biz Kurtuluş
Savaşı sonrasında önce kendimizi unuttuk, ölümlere götürüldük kaç defa. Sonra
kendimize gelme çabasındayken de aldatıldık. Aldatıcının oyunundan da 15
Temmuz’da bedelini ödeyerek kurtulduk. İçimizdeki beyinsizler yüzünden helak
olacakken, kurtuluşumuz sonrasında milletçe ihanet halindeki herkesten
ayrıştık. İçimizdeki on kabilenin yolunu tutanlardan yolarımızı ayırdık artık!
ON
KABİLENİN AYRIŞMASI
Karşıya, Sina
Çölüne geçince içine düştükleri zorlu şartları iki kabile tevekkül ve sabırla
karşılarken, geriye kalan on kabile, çöllerde aç kalmaktan yakınıyor, “Rabb’in yemek göndersin” diyorlardı.
Allah, kudret helvası ve bıldırcın eti indirince de “Sürekli bunları yemekten bıktık, yerin
bitirdiklerinden yok mu senin Rabbi’nde?” diyecek olanlar da,
yine bu on kabile olacaktı. Çoğunluk olmaları, ekabirliklerini daha da
artırıyordu.
Nihayet
Musa’nın Tur Dağı’na çıkışı ile büyük kopuş yaşandı; Samiri olarak bilinen
biri, on kabileden altın ziynetlerini topladı, eritip ‘altın buzağı heykeli’ yaptı.
Böğürme sesi çıkarmasını da sağlayınca, illüzyon etkisini kutsallığa bürüyüp
mucizeleri unutturarak aldattı, zaten aldanmaya gönüllü olan on kabilenin
aklını çeldi. Zaten bu on kabile puta tapan bir kabileye rastladıklarında
Musa’ya “Sen de bize böyle
bir Tanrı yapsana!” demişler, azarlarını yemişlerdi.
GAZAP:
DAĞILACAKSINIZ
Musa’nın vekil
bıraktığı Harun peygamberin bu sapmaya karşı meydan okumasında, Bünyamin ve
Yusuf’un oğulları Harun’un safına, on kabile ise Samiri’nin tarafına geçtiler.
Musa, Tur’dan on emirle indiğinde, ümmetinin çoğunu altın buzağıya tapınıyor
buldu. Öfkesini tahmin etmek zor değil. Yol ayrımı gelmişti.
Musa,
kendisine inananlarla, iki kabile ile ayrıldı. Ve buzağıya tapanlara Allah’ın
gazabı geldi. Bir kum fırtınası sonrası bu on kabile darmadağın oldular. Sina
çölünde başıboş ve çileli bir 40 yıl geçirdiler. Akılsızlık ve
tamahkarlıklarının dersini, çaresizlik ve çile şeklinde alıyorlardı. Çölden bir
türlü çıkamıyorlardı. Ve sonra, çilelerinin dolduğu bir vakitte Musa döndü;
hepsini yeniden toplayıp vaat edilen topraklara, Filistin’e götürdü.
İÇ
SAVAŞ FİTNESİNE DİKKAT
Burada, 12
kabile birlikte yaşarken bir cinayet vakası yaşandı. Buzağıya tapan taraftan
(Samiri on kabileden) birisi öldürülmüş, buzağıya tapmayanlardan(Musevi iki
kabileden) bir kişiyi suçluyordu. Bu, iç savaş demekti. Kan davası başlayacaktı
ve buzağıya tapınmayan iki kabile zayıf durumdaydı.
Sonunda faili
bulmak için Musa’ya başvurmaya razı oldu buzağıya tapan on kabile. Musa, onlara
“Rablerinin bir inek kesmelerini emrettiğini” söyledi. Adeta içlerinde
yaşattıkları ‘buzağıya tapma’ yanlışından dönmeleri anlamına gelecek bir emir
gelmişti Musa’dan! Bu emre sıcak bakmadılar. Cinayetle inek arasında bağ
kuramadıklarını söyleyerek, bu isteği saçma olarak nitelediler.
Fakat Allah’ın
isteği olduğu için bu kurbanı kesmeye zorlanınca, yapmak istemedikleri bu işi,
kurban edilecek inek hakkında ayrıntı isteyen sorular sorarak sürekli yokuşa
sürdüler. Onlar sordukça Musa, vahiy aracılığı ile daha da az bulunur
nitelikler sayarak ineği tarif etti. Sonunda pes ettiler, ineği buldular ve
kestiler.
Allah’ın emri
ile ineğin budu ölüye vurulunca öldürülen şahıs dirildi, kendisini kimin
öldürdüğünü söyledi ve tekrar öldü. O’nu öldüren, buzağıya tapan, Samiri on
kabileden bir gençti! Böylece iftira anlaşıldı, iç savaş önlendi.
ON
KABİLEDEKİ SAMİRİ KÜLTÜR GENİ
Buzağıya
tapma, Samiri’nin icadı değil, kültürüydü. İbranilerin yaşadığı o dönemde Ege
Havzasında ‘İneğe tapma’ görülen bir şeydi: Örneğin Yunanlılar Girit Boğası’na
ibadet ederlerdi, Mısırlılar ise Harthor dedikleri boğaya tapınırlardı.
Dolayısı ile, buzağı putlarını yıkan İbrahim Peygamberin soyu olan
İsrailoğullarından gelmeyip aslen ‘Mısır
halkından’ olan bu on kabile bakımından ‘buzağıya tapınmak’, kültürlerine, ‘atalar dini’ne bağlı
kalmak demekti.
Ayrıca bir
husus daha vurgulayalım: Samiri, bir şahıs adı değil, sıfatıdır. “‘Samir’de yaşayan, ‘Samir’li” anlamına
geldiği ve Samir’in de ‘Mısır’da
Firavun zulmüne maruz kalmalarından ötürü İsrailoğulları ile yakınlaşan Mısırlı
bir halkın yaşadığı bölge’ olduğu dikkate alınırsa, Kur’an’ın
Musevilerle Samirileri, yani iki ve on kabileyi ‘inanç kararkterleriyle’ ayırt etmemizi
sağlayacak bir bilgilendirme yaptığı da anlaşılmaktadır. Allah’ın Kur’anda
yaptığı ayırımı benimseyerek biz de bundan sonra bu toplulukları Samiri ve
Musevi diye anacağız.
‘BAKARA’
BOŞA SEÇİLMEDİ
Ancak tam bu
noktada Tevrat’ta ‘Samiri’ diye birisinin olmadığını, Tevrat’ın bütün bu
olaylarda Samiri’nin yaptıklarını Harun yapmış gibi anlattığını, bizim Samiri
dediğimiz bu on kabilenin o nedenle kendilerini Haruncu diye adlandırdığını
belirtmek gereklidir.
Kur’an’da
Bakara(İnek) Suresi’nin bu olaydan isim alması da ‘Samiri’nin maddeci ve
aldatıcı vasfına gönderme olarak ele alınabilir. Nitekim ileride
açıklayacağımız gibi Samiri Yahudilerin insanlık üzerindeki tarihsel etkisi
sanılandan çok fazla olacaktır. Buzağıya tapan bu grup, Harran ve İran içlerine
ve doğuya doğru sürülecek Doğu’nun mistik ve metafizik öğretisine, ‘buzağı
kült’ünü taşıdıklarından, günümüzde de devam eden şekilde o bölgede ineğe tapan
halklara da başat olacaklardır.
Şimdi iki grup
kabilenin hikayesine kaldığımız yerden devam edelim.
İKİ
AYRI İNANÇ: SAMİRİ VE MUSEVİ
Yahudiler,
Filistin’de Davut Peygamber önderliğinde güçlü bir devlet oldular. Kurdukları
devlet, oğul Süleyman Peygamber döneminde de birliğini sürdürdü. Fakat
Samiri’nin altın buzağısından bu yana itikaden de farklılaşmış, ayrışarak
saflaşmış, ibadethanelerini bile ayırmış bulunan buzağıya tapmayan Musevi ‘iki
kabile’ ve buzağıya tapan Samiri ‘on kabile’ gruplaşması derinden derine
içlerinde yaşadı.
Süleyman
Peygamber’in oğlu döneminde Samiriler ve Museviler arasındaki gerilim
çatışmaya, çatışma iktidar savaşına dönüştü. Bu mücadele Davut ve Süleyman’ın
kudretli Yahudi Devleti’nin Kuzey-Güney diye ikiye bölünmeleri ile sonuçlandı.
İKİ
AYRI DEVLET: YAHUDA VE İSRAİL
Güney’de
Musevilerin devleti vardı. Musevi Devletinin adı Yahuda, Başkenti
Kudüs(Mukaddes şehir)’tü. Kuzey’de Samirilerin devletlerinin adı -İsrailoğullarından gelmedikleri halde- İsrail,
Başkenti Samiriyye (Samirinin şehri) idi. Samiriyye, Batı Şeria’nın kuzeyinde
bir yerleşim yeriydi. Museviler dinlerini, Samiriler ırklarını devletlerine
isim yapmışlardı.
Yahudalar
Musacı iken İsrailliler kendilerine Haruncu dedi. Museviler Kudüs’teki Süleyman
Mabedi’ni sade bir ibadethane olarak tutarken, İsrailliler Samiriyye’deki büyük
Mabed’e buzağı heykelini dikmişlerdi!
İKİ
FARKLI TANRI: ALOHİM VE YAHVE
Musevilerin
kutsal kitabının İbranice adı Tanah’tı (Arapça Tevrat, Türkçe Tora/Töre).
Tanah’ı anlama ve yaşamada kullanılan yollardan Talmud (gelenekçi/atalara bağlı
öğreti) Samirilerin yolu, Siddur (Tora/Töre’yi teslimiyet yolu ile yaşama) ise
Musevilerin şiarı olmuştu. Musevi Yahudalar Alohim’e inanıyordu. Samiri
İsrailliler ise Yahve adında bir Tanrıya ibadet ediyorlardı.
İki devletin
halkı arasındaki bu derin inanç farklılığı, onları siyaseten de karşı karşıya
getirmişti. Yahudalı Museviler, diğer on kabileye kendi soyları ile anarak
‘İsrail’ demeyi ar kabul ettiler; ‘Samiri’ diye andılar. Irklarını ve dinlerini
bozan bu kabileleri yok etmek istediler. İsrailli Samiriler de, Yahudacı bu iki
kabileyi din dışı ilan ettiler, imha etmeyi emel edindiler. Hep “Kalpleri
dağınık” kaldı, fakat hiçbir zaman birbirlerini tamamen yok etmeyi
başaramadılar.
ÜÇ
DİNİN BİR KADERİ!..
Yahudilerin
yaşadığı Yahuda (Musevi)-İsrail(Samiri) tarihsel yarılmasına benzer oluşumlar;
zaman içinde Hristiyanlarda Ortodoks (Doğu Roma)-Katolik(Batı Roma)
düşmanlaşması, Müslümanlarda ise Osmanlı(Sünni)-İran(Şii) bölünmesi şeklinde
tezahür edecektir. Bir taraf dinlerini manevi düzeyde tutmaya çabalayanlar
(Yahuda, Ortodoks, Sünni) duracak, diğer tarafta dinlerini
siyasileştirenler(Samiri, Katolik, Şia) olacaktır.
Üç ilahi dinin
mensuplarında da bu teo-politik ayrışmayı tarihsel olarak izlemek, bu
ayrışmanın kökeninin de ‘Samiri etki’ olduğunu görmek hep mümkün olacaktır.
Aslında Kur’anda kınanan karakter de işte bu “Samiri” karakteridir.
Müslümanların
da bugün, bu ayrışma yüzünden kendinden önceki iki dinin ortaçağlarında ödediği
ağır bedelleri görerek kendi ortaçağlarını basiretle aşmak mecburiyetleri
vardır. Öncelikle meselenin tarihsellik yönü ile siyasi niteliği görülmeli,
sonra da Sünni ve Şii Müslümanları ‘tevhid’ ve ‘Kur’an’ temelinde
buluşturmalıdır. Müslümanların iç barışını sağlama projesi aklın, tarihin ve
Kur’an’ın nasihatidir.
LANETLİ
KAVİM MESELESİ
‘Lanetli’
olan tüm Yahudiler değil, bu on kabileden müteşekkil‘ Samirilerin isyankar,
hilekar ve dünyaperest niteliğidir. Bir kavmin topyekun lanetlenmesi, Kur’an’da
gördüğümüz ‘toptancı’lığı değil ‘seçici’liği benimseyen karaktere de uygun
değildir zaten.
Kur’an’ın
Müslümanlara uyarısı “Samirileşme tehlikesine” karşıdır. Bu bakımdan,
Samirileri tarihsel olarak izleyip günümüze getirmek, onları tanımak açısından
önemli bir bilinç vesilesi olabilir bir Müslüman için.
Üstelik
Ortodokslardan Katolik Haçlılar’ın Kudüs’ü aldığı kanlı ortaçağlarını tekrarlar
gibi, İslam Ortaçağını yaşadığımız şimdilerde Sünni Müslümanlardan Şiilerin
Mekke’yi alma girişimlerini izlemekteyiz. Musevilerin Kudüs’üne Samiri
İsrail’in kurulmuş olması gibi! Allah da bir bir anlatmış olsa, şu zebun
körlüğümüz yüzünden tarih nasıl da tekerrür ediyor!.. Bu büyük resimden bakınca
insanoğlu olarak “ne kadar da cahiliz” dememek elde değil.
Sonra ne oldu?
SAMİRİ
SÜRGÜNÜ
M.Ö. 950
yıllarında kurulan Samiri İsrail Devleti, Asur Kralı II. Sargon tarafından M.Ö.
720 yılında yerle bir edildi. İsrail Devleti yıkıldı, Başkenti Samiriyye
yağmalandı, halkı oluşturan on Yahudi kabile Harran’a, İran içlerine ve daha
doğuya sürgün edildi. Darmadağın oldular.
Fakat
Samiriler durmadılar. Gittikleri topraklarda, dinlerini açıkça yaşatamasalar da
‘gelenekçi katı düşüncelerini’ emzirdiler. Gizli bağlarla varlıklarını
sürdürmeye başladılar. İneğe tapınma kültürünü yerleştirdiler Doğu’ya,
Mecusilere kendi disiplinlerini sinsice kazandırdılar. Ve bir gün o topraklara
İslam geldiğinde; Samiri gelenekteki gibi temessülcü (resim ve şekille ruhani
ve kutsal varlıkları yansıtan), mehdici, ezoterik (gizem üzere gelecek bina
edilen) ve çatışmacı Şia’ya dönüştürdüler.
Bu on Samiri
kabile, yayıldıkları bu coğrafyalarda, Yahudiliğe yaptıklarının
(Semitizm-siyonizm), Tapınakçılıkla Hıristiyanlığa (Haçlı ruhu), Şia (radikal
islam) ile İslam’a da yaptılar. Hikayeden kopmayalım.
HAZAR
TÜRKLERİ 13. KABİLE OLDU
Varlıklarını
ancak derin gizlilik içinde ve şifreli irtibatlarla sürdüren Samiriler, tamamen
yok oldular sanılırken, Kafkaslarda Gök Tanrı inancındaki Türklerin 5. Yüzyılda
kurduğu Hazar Devleti çatısı altında ortaya çıktılar. Hazar Türkleri’ni
etkilediler, yönetime geçtiler ve 7. Yüzyılda Hazar Türklerini Yahudi yaptılar.
On kabilenin kaybolan
Samiri inancı, 7. yüzyılda Hazar Türklerinde yeniden vücut bulunca Yahudi
dinine bir kabile daha katılmıştı. Bu nedenle Hazar Türklerine 13. Kabile de
denmiştir. Artık bu tarihten sonra Samiri Yahudileri demek, Türkler demek
olacaktı.
O vakitler
Hazarların nüfusu 1,5 milyon kadardı. Eskiden Yabgu, Bulan adı taşıyan Hazar
Kağanlarının adının artık Bünyamin, Zekeriya, Yusuf olması da bu değişimden
ötürüydü. Ancak, Orta Asya göçmeni, yiğit ve savaşçı, yakışıklılığı ile dillere
destan bu Hazar halkına, devletleri 10. Yüzyıl’da yıkılınca, bir kez daha göç
yolu görünecekti.
SAMİRİLER
EŞKANAZİ OLDU
Hazarlar,
Samiri Yahudiler olarak Almanya’ya kadar gittiler. Almanya Hazar Türkçesinde
‘Eşkanazi’ demekti. Böylece, Samiriler artık “Eşkanazi Yahudileri” olarak
anılacaktır. İşte, ‘Alman Yahudileri’ denilenler, bu Eşkanazi denen Samiri
dinini yaşatan Hazar Türkleridir artık.
Eşkanazilerin
Düşmanları çoktu. Avrupa’da da gizlendiler ama birbirleriyle bağlarını hep
yaşattılar. Ve gün geldi gizli bir egemenlik de kurdular. Bu egemenliğin nasıl
kurulduğunu da açıklayacağız.
Dönelim
Güney’deki iki kabilenin Yahuda devletine, Musevilerin kaderine.
İKİ
KABİLENİN BABİL SÜRGÜNÜ
Musevilerin
Güney’deki Yahuda Devleti Samiri İsrail’den 150 yıl fazla yaşadı. Babil Kralı
II. Nabukkadnezar tarafından M.Ö. 590 yılında yıkıldı. Musevi Yahuda toplumu
Babil’e sürgün edildi. Yahuda’lar burada birkaç yüzyıl kaldıktan sonra
aralarından çıkan ‘İkinci Musa’ dedikleri Azra liderliğinde İran Kralı
Kilyos’un desteği ile M.Ö. 100 yıllarında yeniden Filistin’e döndüler. Tanah’ta
250 kez adı geçen kutsal vatanları Filistin’e.
YAHUDALAR
SEFARAD OLDU
M.S. 4. Yy.’da
Filistin’e Roma hakim olunca, Kudüs’ü Hrıstiyanlaştırmak istedi. Beşyüz yıl
sonra Yahudilerden Kudüs bir kez daha temizlenecekti. Bu sefer Roma, dönüşü
olmayacak bir yer olsun diye elindeki en uzak bir yere; İspanya’ya kadar sürdü
Musevileri. Zaten o vakitler karanın bittiği yer de orasıydı.
Bir uçları
Babil’de kalan Yahuda’lar akılları Kudüs’te kalarak bu sefer İspanya’ya
gittiler. İbranice’de İspanya, ‘Sefarad’ demekti. Bu nedenle ‘Yahuda
Musevileri’nin adları artık ‘Sefarad Yahudileri’ olacaktır.
SEFARADLAR
OSMANLI HİMAYESİNDE
Bünyamin ve
Yusuf oğulları, Museviler, Kilise bağnazlığı nedeniyle 1492 yılında İspanya’dan
da kovuldular. Canlarını kurtarmak için sığınacak yer bulamazken Osmanlı
Padişahı II.Bayezıd onları İstanbul’a kabul etti. Sefaradlar
Osmanlı’dayken bir daha sürülecek ve bölünecektir.
Dinlerini
İzmir, Selanik ve İstanbul’da rahatça yaşarlarken 17. Yy.da ortaya çıkan
Sabetay Sevi adında bir Sefarad Mesihlik iddia etti. Dünya Krallığı kurup
Dünyayı 38 vilayete bölerek adamlarını Kral tayin etmesi, akımının da hızla
yayılarak büyümesi üzerine İzmirli Sefarad din adamları toplanarak Sabetay
Sevi’yi dinlerini bozduğu için Padişah’a şikayet etti.
SEFARAD’I
BÖLEN SABETAY
O güne kadar
Sevi’yi hiç umursamayan Osmanlı Sarayı, bunun üzerine Sabetay Sevi ile görüştü.
Sevi, Padişah IV. Mehmet’ten Kudüs’ü ve Mesihliğinin tanınmasını isteyince
yargılanmaya sevk edildi. Önce Gelibolu hapishanesinde tutuklu yattı, sonra
Edirne’de kurulan Divan’da yargılandı. Padişah da yargılamayı izliyordu.
Kendi
müritleri ‘Mesih olduğu için ona ok, kılıç işlemez’ diye inanıyordu.
Divan Başkanı, ‘üst kısmından elbiselerini çıkarmasını, ok atılacağını,
eğer işlemezse Mesih olduğunun Padişah tarafından kabul edileceğini’ söyleyince
ölüm korkusundan titreyerek iddialarını inkar etti. Sefarad Vezirin akıl
vermesi ile canını kurtarmak için Müslüman oldu, ama gerçekte gizli Yahudi
olarak yaşayacaktı. Bu nedenle Sefaradların bir kolu haline gelen Sabetaycılar,
Müslümanlığa samimi olarak geçmedikleri gerekçesiyle ülkemizde ‘dönmeler’ diye
de anılageldiler.
TÜRKİYE’DE
SEFARAD, İSRAİL’DE EŞKANAZİ
Şu anda
Türkiye Yahudileri yaklaşık 30 bin nüfusludur, yüzde 96’sı Sefarad, bunların da
yarıya yakını Sabetay(dönme)dir. İsrail Yahudilerinin ise durumu tam tersidir;
yüzde 96 Eşkanazi Yahudisidir.
Bu tarihten
sonra Osmanlı Sefaradlarından göçenler Almanya’ya yerleştiler. Böylece 2500 yıl
önce Yahuda ve İsrail ayrışmasıyla yolları ayrılan Eşkanazi(Samiriliği yaşatan
Hazar Türkleri) ve Sefarad (İsrailoğullarından gelen Musevi iki kabile)
Yahudileri Almanya’da yeniden buluşmuş oldular. Kadim kavga ve bu kavganın
verdiği dinamizm, korkudan gizlenen kimlikleri ile yeniden başlayacaktır.
BURJUVAZİ
YAHUDİLERDİ!
Ortaçağ
Almanya’sında, İtalya ve Fransa sahillerinden Dünyaya gidip zenginlikleri
taşıyan ilk kolonyalist tüccarların çoğu Sefarad Yahudileri idi. Almanya ve
İngiltere’de gelişen burjuvazide ise Eşkanazi kökenliler ağırlıktaydı. Bunlar
burjuvazi olarak bilinecektir.
Avrupa’ya
zenginliği onlar yığdı, onlar güçlendiler. Avrupa’nın önce zenginleri, sonra
yeniçağı getiren devrimcileri, sonra da iktidarları oldular. Din, siyaset,
bilim ve ekonomi hayatının bu öncüleri(Yahudi burjuva sınıfı), Sanayi devrimini
de yapacaklardır. Yeni dünyanın öncüleri onlar olacaktı.
Fakat o
buzağıya tapanlar(Samiri- Eşkanazi) ile buzağıya tapmayanların(Yahuda-Sefarad)
savaşları bu iç içe geçmişlik içinde de hep devam etti. Ellerine geçen büyük
güçle imparatorlukları, devletleri ele geçirirken tek bir imparatorluğu,
Osmanlı Devleti’ni elde edemediler. Nüfuzları dönemsel olarak yükselse de
Osmanlı gibi Türkiye Cumhuriyeti de iki grubun da eline geçmedi.
EŞKANAZİ-SEFARAD
SAVAŞLARI
Eşkanazi ve
Sefarad Yahudilerinin aralarında yönetim el değiştirdikçe devletlerin de duruşu
değişmeye başladı.
Kilisenin,
ikinci sınıf muamelesi yaptığı Yahudiler, şeytanın bacağını Fransız ihtilali
ile kırdılar. 1789 ihtilali bir küçük burjuvazi(Yahudi) ayaklanmasıydı. Bu
ihtilal, bilindiği gibi insan ve yurttaş hakları beyannamesini getirdi. Böylece
sağlanan ‘eşit haklar’ aslında Fransa’daki tek bir sınıfı rahatlatıyordu:
Yahudileri. Bunlar, ağırlıkla Sefarad Yahudileri idi.
Sonra bu
Fransız devleti, Yahudi servetinin desteğinde gelen Napolyon iktidarında, önce
Sanhedrin’i (Yahudi Meclisini) kurdu, sonra Yahudilerin gettolarda yaşama
zorunluluğunu kaldırdı, ardından Yahudiliği resmi din yaptı. Fransa, hızla bir
‘Yahudi cenneti’ olmuştu. Bu cenneti tüm Avrupa’ya yaymak gerekliydi.
NAPOLYON’UN
GİZLİ AJANDASI
Fransa’dan
kalkan Napolyon bütün Avrupa’da istila hareketini başlattığında; izlediği
politikaları çelişkili bulunuyordu. Zira Napolyon, ele geçirdiği ülkelerde bir
yandan Yahudi temizliği yapıyor, diğer yandan Fransa’daki haklarını ele
geçirdiği ülkelerdeki Yahudilere bahşediyordu. Bu ne perhiz, bu ne lahana
turşusuydu?
Aslında
Sefarad güdümündeki Napolyon, Avrupa’da Eşkanazi temizliği yapıyor, o
ülkelerdeki yönetimleri Sefaradların kontrolüne verdikten sonra da bu ülkelerde
insan ve yurttaş haklarını dağıtıyordu!
Hep sorulur:
Neden Napolyon İstanbul’u çok önemsediği halde o gücüyle Osmanlı’ya, Türklere
saldırmadı? Çünkü, Türkiye’de zaten Sefaradlar vardı ve onlar da zaten özgürdü,
ezilmiyorlardı! Niye gelsindi?
SEFARAD
ETKİSİNDE ÖDENEN BEDEL
Böylece
Almanya da Sefarad olmuştu, Türkiye de Sefarad ağırlıklı idi. Alman-Türk
ittifakı (Sefaradçı) masonluk etkisi altındaki İttihat ve Terakki aracılığı ile
kurulur. Birinci Dünya Savaşı geldiğinde Fransa’nın, Napolyon sonrasında,
Eşkanazi elindeki İngiltere’nin etkisine girdiğine dikkat edilirse görülür ki
I. Dünya Savaşı’nda Eşkanazi blokla Sefarad blok savaşmıştır.
İşte,
Osmanlı’nın savaşa çekilmesi, imparatorluğunun dağılacağı, milyonlarca şehit ve
göçmen vereceği Birinci Dünya savaşı felaketine sürüklendiği tezgah, İttihat ve
Terakki içinde yerleşik Sefaradçı etkinin sağladığı işbirliği ile
yaptıklarından başka bir şey değildi!.. Sefaradlar yenildi, Türkiye yenilmiş
sayıldı.
Haliyle Sevr
işgalini yapan ülkeler de Eşkanazi olacaktı. Türkiye, Kurtuluş Savaşı’nı
Sefarad safında Eşkanazi güdümlü ülkelere karşı vermişti.
HİTLER’İN
EŞKANAZİ KIYIMI
Sefaradçı
Almanya’da 1. Dünya Savaşı yenilgisinin intikamını almak isteyen Faşist Nazi
hareketinin iktidarı, Hitler yönetiminde Avrupa’da yeni bir istila başlatır:
Fransa ve Rusya, Birinci Dünya savaşından bu yana zayıflayarak Eşkanazi olan
İngiltere’nin güdümüne girdiğinden, Sefarad Hitler Almanyası Fransa ve Rusya’ya
doğru, harekete geçer.
Sefarad
etkisindeki Hitler, Eşkanazi Yahudilerini fırınlarda yakarak katliam yapıyordu.
Tıpkı 1. Dünya Savaşı gibi 2. Dünya Savaşı da Sefarad Almanyası ile
Eşkanazi İngilteresi arasında geçiyordu. Almanya tarafından Almanya, Polonya,
Romanya, Rusya, Fransa Eşkanazi Yahudilerinin kanı, nesillerini kuruturcasına,
acımasızca akıtılıyordu. Sefaradlar açısından, aslında dinlerinde ve ırklarında
temizlik yapılıyordu. Bu dönemde Türkiye, Hitler’den kaçan az sayıda Eşkanazi
Yahudisini de kabul edecektir.
NAPOLYON-HİTLER:
AYNI GÖREV
Napolyon için
olduğu gibi Hitler için de bir soru sorulur sürekli: Niçin Türkiye’ye
saldırmadı? Açıklamalarımız üzerine, perde arkasındaki cevabını herkes
söyleyebilir artık. Napolyon’la aynı nedenle; Hitler Eşkanazi (Samiri,
Eşkanazi, Siyonist on kabile, Hazar Türkleri) Yahudilerini avlamak için yola
çıkmıştır. Türkiye’de ise Sefaradlar vardır. Üstelik özgür ve etkindirler. Niye
yürüsün ki Sefarad boyunduruğundaki Türkiye’ye?
2. Dünya
savaşında Almanya, açık ara üstünlükle Rusya’nın üzerine doğru giderken,
Eşkanazi İngiltere, Fransız Eşkanazilerle birlikte kurduğu yeni
imparatorluğunu, yani ABD’yi devreye soktu. Böylece Almanya yenildi, 2. Dünya
Savaşı’nı da Eşkanaziler kazandı. Dünya’nın yönetim üstünlüğünü de ele
geçirdiler.
İKİ
YÜZYIL SONRA YENİ EFENDİ: EŞKANAZİ
Eşkanazilerin
egemen olduğu İngiltere, ‘kendi vatandaşlarını yakan’ Almanya’ya bu nedenle
savaş açtı. İngiltere her vatandaşını yakan, öldüren yönetime savaş açıyor
değildi ki! Bu müdahalenin gerçek sebebi Eşkanazileri kurtarmaktı. Yani, Alman
ve İngiliz halklarının savaşı değildi aslında bu savaşlar. Gerçekte Eşkanaziler
ve Sefaradların kadim savaşıydı. Vuruşturulan Avrupa halkları, aslına birer
zavallı araçtan başka bir şey değildi. Hepsi de gizli efendilerinin emrinde
gerekmeyen savaşlarda can veriyordu.
İki Yüzyıl
süren Sefarad egemenliğinden sonra, 20. Yüzyılda, Birinci Dünya savaşından
sonra Dünyanın efendiliğini İngiltere şahsında Eşkanaziler ele geçirmiş, İkinci
Dünya savaşında ABD eliyle bunu perçinlemişti artık. Napolyon’dan beri
çektikleri çile bitmişti Eşkanazilerin. Artık onlar efendiler olmuştu. Eşkanazi
Yahudileri demek kadim tarihte Samiri İsrail demekti. Bu anlayışın 20. Yüzyılda
hayat bulan şekli Siyonist İsrail demekti. Yani, 20. Yüzyılda Dünyanın
efendiliğini buzağıya tapan taraf ele geçirmişti.
EŞKANAZİ
SİYONİSTLERİN İSRAİL’İ
Son Yüzyılda
seküler, materyalist modern paganizm yeryüzünü istila etmişse, galiplerin
Altına ve buzağıya tapan Eşkanaziler olmasından ötürü oldu. Her ülkede, her
yerde kendileri gibi olanları desteklediler. MÖ 1600’den beri devam eden kadim
mücadele sonunda, Filistin’de Yahudilere devletlerini armağan etti İngiltere.
İkinci Dünya
Savaşı sonrasında Filistin’de kurulan Devletin adı, kazananlar Eşkanazi(Samiri)
Yahudiler olduğu için İsrail oldu. Kudüs’e saygılı davranmadılar. Çünkü orası
Sefaradların(Musevilerin) başkenti idi. Başkenti Tel Aviv yapmaları,
Samiriyye’yi istemelerindendir. Batı Şeria’yı alıp kuzeyine doğru yayılma
amaçlarında bu denli vahşi olmaları da kendi kadim başkentleri ‘Samiriyye’
orada olduğu içindir! Büyük İsrail hedefi ise, düşmanları olan kadim Yahudi
devletinin sınırlarını elde etme hedefidir.
15
TEMMUZ BAĞIMSIZLIK GÜNÜ
Türkiye ise bu
Eşkanazi devleti ilk tanıyan ülke oldu. Bu, Sefaradların etkisindeki
Türkiye’nin İsrail’in temsil ettiği güce biatı anlamına geliyordu. Türkiye,
biat ettiği Eşkanazi İngiltere ve ABD çizgisinden çıkmadı. Ta ki 15 Temmuz
olana kadar.
Esasen
Kudüs’ün Eşkanazilerin elinde olması Safarad’lar açısından da kabul edilemez.
Onlar bakmından Kudüs’te batıl Yahve’ye bağlı Samiriyye’nin putperest on kavmi
değil, gerçek Yahudiler olan iki kabile’nin Tanrısı Alohim’e inanan kullar
hakim olmalıdır! Sefaradlara göre Kudüs bu müşrik hareketten kurtarılmalıdır.
Bugün onların
karşılıklı savaşlarının arasında sıkışmış, pinpon topu gibi oynanan bir dünya
var. Aslında milletleri kendi haline bıraksalar, bölgesel küçük savaşlar olur
ama bir Dünya savaşı asla yaşanmaz.
FİLLER
VE EŞEKLER
İkinci Dünya
savaşında Sefarad Yahudilerinden ABD’ye kaçanlar çok oldu. Orada da bir güç oluşturdular.
ABD içinde bir Eşkanazi-Sefarad egemenlik mücadelesi vardır. Sembollerinin
hikayesi anlam taşır. Demokratlar ‘horoz’ Cumhuriyetçiler ‘kartal’ sembolü
kullanırken bir gazeteci; Harper Weekly gazetesinden Thomas Nast İspanya’nın
geleneksel Yahudi hayatının sembolü ‘eşek’ olmakla suçlanan Demokratların
adayını Jackson’ı eşekle simgeler, karşı tarafı da, Cumhuriyetçileri de, ineğe
tapanların ülkesi olan Hindistan’ı anlatan fili, hayvanat bahçesinden bir
çizimde üzerine fil üzerine yazdığı sloganla Cumhuriyetçilere armağan eder.
‘Sam Amca’nın mucidi de aynı kişidir. Tesadüf değil. Nast ailesi Alman Eşkanazi
olarak ABD’ye kaçıp yerleşmiştir. Partilerin o dönemdeki görüntüsü değişecek,
zaman zaman el değiştirecektir.
Ortada dönen
ABD-AB ve İngiltere-Rusya kamplaşmasının arkasında da bu gerçek vardır. Bugün
yaşanan savaşta AB(Almanya) Sefarad’tır, ABD’de ise Sefarad etkisi iki yıl önce
başlayan bir dalgayla gelmiş ve Trump adıyla yönetimi ele geçirmiştir. Trump,
üzerindeki Sefarad ağırlığı nedeniyle İsrail’e tavırlıdır, İsrail
yayılmacılığına karşıdır, Kudüs’ü rahat bırakmasını ihtar etmektedir İsrail’e.
Eşkanazi etkisindeki BM’ye tavırlıdır. Eşkanazi (Obama) politikalarını
şiddetle eleştirmektedir. AB-ABD bloku bir Sefarad blokuna dönüşmüştür ve
Transatlantik Ticari Birliğini kurma çalışmaları son noktaya gelmiştir.
ARABİSTAN
NEDEN EŞKANAZİ TARAFINDA?
Öte yandan
İngiltere-Rusya ise Eşkanazilerin elinde durmaktadır. İngiltere’nin, Sefarad
tesirine giren Almanya öncülüğündeki AB’den kopmaması şaşılacak bir durum
olurdu. Eski kavgaları hortlamıştır.
Ortadoğu’daki
aktörlere gelince; Arabistan’da ve Körfez ülkelerinde tarihsel ve gerçek
ağırlığı bulunan ülke Eşkanazi etkisindeki İngiltere’ydi ve artık ABD
yörüngeden çıkınca İngiltere bu ülkelerin Rusya’nın terkine girmelerini
istiyordu. Rusya’ya onları bağlayacak ana çekim gücü ise Türkiye olabilirdi.
Nitekim şu anda 36 ülke birlikte ‘İslam gücü’ adı altında Türkiye ile birlikte
Rusya cephesinde toparlanmıştır.
Bugüne kadar
bir takım gladyo yapılanmaları üzerinden ülkeyi idare eden NATO içindeki
çatışma da Eşkanazi – Sefarad ülkeleri arasındaki çatışmadan başka bir ayrışma
değildir.
İki kutbun
savaşında İran, Fransa’dan kalkıp Tahrana’a inen Humeyni devriminden bu yana
Eşkanazilerin elinde olduğundan İsrail ile asla savaştırılmaz. Eğer Sefarad
etkisine giren bir İslam ülkesi olursa İran ona çökmek için vardır orada.
BİZ NE
TARAFTAYIZ?
Biz Sefarad
ülkeleriyle, AB-ABD (Sefaradçı) yapımı FETÖ darbe girişimlerinin başladığı Gezi
olaylarından sonra sorunlu, 17-25 Aralık’tan sonra sürtüşmeli, 15 Temmuz’dan
beri kavgalı durumdayız. Fakat o gece, Allah yüzümüze baktı ve kefeni
milletçe yırttık. Erdoğan’ın bağımsız ve dik duruşu Türkiye’yi ‘sahipli’
olmaktan çıkarttı.
Artık bağımsız
bir ülkeyiz. Hatta Eşkanazi-Sefarad egemenliği bakımından yeryüzünün ‘tek
bağımsız devleti’ 15 Temmuz’dan bu yana Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. Eğer
darbe olsaydı, Sefarad etkisi ile bölünme ve iç savaş, Eşkanazi etkisi ile
Rusya, Suriye, İran ve İngiltere düşmanlığı altında bölgemizde savaşmak zorunda
kalacak, Osmanlıyı yıkan Birinci Dünya Savaşı’ndaki yanlışları bugün
tekrarlamış olacaktık.
ŞİMDİLERDE
EŞKANAZİ SAFINDAYIZ
Şimdilik
başımıza çorap örenleri (Sefarad-AB-ABD) net olarak görünce çıkarlarımız gereği
karşı tarafa (Eşkanazi-İngiltere-Rusya-İran) yanaştık. Eşkanazilere, yani kendi
blokuna yanaşınca, İsrail de bize yanaştı. Özetle bugün Türkiye, bu kadim
kavgada Buzağıya tapan geleneğin (Samiri- Eşkanazi- Siyonizm- İsrail) blokunda,
hayati çıkarlarımızın mecbur etmesi nedeniyle yerini aşmıştır.
Fakat
çıktığımız Türk ve İslam Dünyasını toparlama yolu, ele bir türlü
geçiremedikleri kadim devletimizi yeniden imparatorluk yapmaya doğru
götürmektedir.
TUZAK:
Şİİ-SÜNNİ SAVAŞI
Ortadoğu’nun
bu kırılgan dengelerinde zayıf halka olan İran’ın şia fanatizmi ile
saldırganlaşması önümüzdeki en büyük tehlike olarak durmaktadır. Kurulan büyük
oyun bizi (Türkiye liderliğinde Arabistan v.b. ülkeleri) İran ve yanlılarıyla
Şii-Sünni savaşına sokmaktır. Bu savaş yoluyla Türkiye’yi zayıflatmayı hem
Sefaradlar hem Eşkanaziler istiyor. Bu savaşı çıkartabilmek için de Sünnileri
çıldırtacak bir şeyi; Mekke’yi Şii İran’a vermek istiyorlar. Kudüs’ü Eşkanazi
israil’e verip Sefaradlara kapak yaptıkları gibi.
Bu arada bizim
kurabileceğimiz en mükemmel oyun da İngiltere-Rusya ile AB-ABD’yi çarpışır hale
getirip, yani Eşkanazi ve Sefarad gizli Yahudi imparatorluklarını birbiriyle
vuruşturup seyretmek olmalıdır. Tıpkı Napolyon istilası ve İkinci Dünya
Savaşı’nda olduğu gibi.
Suriye zemini
ise bu senaryoların hepsini mümkün kılan bir satranç tahtası durumdadır. İyi
oynayan kazanacaktır. Şimdilik iyi oynadığımız, ilkeli ve zekice gittiğimizi
söylemek gereklidir.
GÖRÜŞME
LİSTEMİZ
Güncel
ilişkilerimize bir bakalım: 6 Aralıkta Brükselde NATO Dışişleri bakanları
toplantısında Çavuşoğlu’nun görüştüğü ülkeleri görmek çok şeyi anlatmaktadır.
Bu ülkeler, İngiltere, Litvanya, Ukrayna…Hep Eşkanaziler! Almanya, Avusturya,
İtalya, Fransa yok! Yani Sefaradlar yok! ABD, kerhen ve soğuk bir diyalog ile
es geçiliyor. Belli ki Sefarad ülkeleri fatura kesecek.
Beşiktaş’ta
bomba Alman Konsolosluğuna yüz metre mesafede patladı, Rus Büyükelçisi ABD
Büyükelçiliğinin tam karşısında öldürüldü, ABD doları fırladı, Alman DEAŞ’ı
askerlerimizi şehit etti. Başka ne bekleyebilirdik ki?!
Bu savaş ne
olacak?
İSKENDERİN
KILICI: TÜRKİYE
Ortadoğu’da,
haliyle Dünya’da yeni nizam verilirken Eşkanazilerden ‘birinci efendi’lik
makamını devralmak için kimin yanında olursa onu efendi yapacak kritik önemdeki
role yükselen Türkiye’nin tutumu her şeyi belirleyecektir. İskenederin kılıcı
gibi, hangi tarafa geçerse Türkiye o taraf kazanacaktır.
Şu anda
Türkiye, Ortadoğu’da sadece kendi savaşına girmeye dikkat ediyor;
Eşkanazi-Sefarad savaşına girmiyor. Diyor ki: Bu benim savaşım değil. Sizin
kavganız beni ilgilendirmiyor. Ben, ülkemin ve mazlum milletlerin çıkarları
neyi gerektiriyorsa o tarafta ve sadece o amaçla duracağım. Şu anda barış için
Eşkanazi Rusyası, İran ve İsrail ile birlikte mi olmam gerekiyor, onu yaparım.
Yarın işime başka bir dengede yer almak gelir onu da yaparım. Ben, sizden başka
bir dünyanın mensubuyum ve o medeniyet dünyasını büyütmek için çalışacağım. Ben
özgür bir ülkeyim.
Toplam Okunma Sayısı : 408