
İRAN İSRAİL GERİLİMİNİN TÜRKİYE İÇİN İFADE ETTİĞİ TEHDİT
İran İsrail Geriliminin Türkiye İçin İfade Ettiği Tehdit
İran ile İsrail arasında başlayan karşılıklı saldırılar, 7 Ekim sürecinde başlayan çatışmanın sadece Gazze ile sınırlı kalmayacağını net biçimde gösterdi. İsrail ile Filistin arasındaki gerilimin kısa süre sonra yakın bölge ülkelerini de doğrudan etkilemesi kaçınılmaz görünüyordu. Nitekim özellikle çatışmanın kısa sürede İran'ın da dahil olduğu bir bölgesel gerilime dönüşmesi ihtimaline geçtiğimiz haftalarda tanıklık ettik. İsrail'in Şam yakınlarındaki İran'a ait diplomatik misyon binasını vurmasının ardından, İran'ın hangi ölçekte bir misillemede bulunacağı tüm dünyanın dikkatini üzerine çekti ve takibini beraberinde getirdi.
İran'la ilgili uzun süredir devam eden nükleer silah yapım süreci ile ilgili gözlemler, bu konudaki kaygının büyümesinin en önemli nedenlerinden birini oluşturuyor. Nükleer çalışmalarda hangi düzeye gelindiğiyle ilgili kesin ve net bilgiye sahip olunmaması endişeyi daha da büyütüyor. İsrail, bir süredir Suriye'de bulunan Golan tepelerine ve Irak'taki İran'a yakın güçlere de doğrudan ve dolaylı saldırılar yapmaktan geri durmuyordu. Kasım Süleymani'nin öldürülmesi, yine İran'da bir anma programına sivillerin de hedef alındığı saldırının gerçekleşmesiyle ilgili; İran tarafından adresin İsrail ya da İsrail'i destekleyen ülkelerin kontrolündeki IŞİD türü örgütler olduğu değerlendirmesi yapıldı. Son konsolosluk binasının vurulması adeta resmi ve açık bir cevap verilmesini zorunlu hale getirmişti.
İran bir yandan askeri olarak vereceği cevabın hazırlığını yaparken, diğer yandan da uluslararası hukuk ve teamüle uygun biçimde İsrail'in kınanması gibi çağrılarını Birleşmiş Milletlere iletti. Sonuç alınmayacağı bilinen bu diplomatik adımların ardından yine yapacağı askeri operasyonun kapsamı ve sınırları konusunda da tarafları ve uluslararası aktörleri bilgilendirerek, suçsuzken suçlu duruma düşmeme konusunda özel bir çaba sarf etti.
İran'ın İsrail'e büyük kısmı insansız hava araçları olmak üzere gönderdiği füzelerin ne kadar ciddi ve güçlü bir cevap olup olmadığı konusunda tartışma başladı. Bunun bir tiyatro olduğu iddiaları yüksek sesle dillendirildi, ancak kısa süre sonra hem İsrail'deki iki önemli üste gerçekleşen zayiat ile ilgili kamuoyuna yansıyan görüntüler, hem de bir süre sonra Yemen ve Lübnan'a dönük saldırıların İsrail ve destekçisi ülkeler tarafından yapılmış olması, yine Yemen ve Lübnan'ın da İsrail'e dönük saldırılarla buna cevap vermesi konunun sanıldığı ve göründüğü kadar basit ele alınamayacak düzeyde olduğunu göstermeye yetti.
Gazze'deki gerilimin özellikle Rafah bölgesinde bir büyük saldırı ve operasyona dönüşme ihtimalinin tartışıldığı günlerde çatışmanın daha geniş coğrafyaya yayılması elbette Gazze ve Filistin açısından da ele alınmaya değerdir. Ancak yazımızın asıl konusu İsrail-İran geriliminin Türkiye için ifade ettiği anlam olduğu için konunun Filistin ile ilgili boyutuna daha fazla ayrıntıya girmeden değinmiş olalım. İsrail iç politikasında bu saldırının Netanyahu'nun elini güçlendireceği, uluslararası arenada mağduriyet oluşturacağı iddiası da çokça dillendirildi. Ne var ki İran'ın Şam'daki doğrudan diplomatik kurumları hedef alan İsrail saldırısına cevap vermemesi düşünülemezdi. Vereceği cevabın uzun ve kalıcı bir savaşa dönüşmesinin riskleri elbette çok daha farklı boyutlarıyla ele alınması gerekir.
İsrail'i destekleyen İngiltere, Amerika gibi ülkeler karşısında İran'ı destekleyen ya da destekleyebileceğini açıklayan Rusya ve Çin gibi ülkelerin varlığı çatışmanın bir küresel savaşa dönüşme potansiyelini de bir kez daha hissettirdi. Kontrollü ve karşılıklı misillemelerle seyreden düşük ya da orta yoğunluklu olarak tarif edilebilecek gerilim ve çatışma ise askeri boyutundan çok siyasal ve psikolojik etkiler doğuracak niteliktedir.
Türkiye gibi bölgesel güç olma iddiasındaki ülkeler açısından İran-İsrail gerilimi dolaylı olarak taraf olmaya mecbur etme potansiyeli taşıyor. Özellikle Türkiye'nin Körfez ülkeleri ile ve Mısır ile yeniden ilişkilerini geliştirmeye çalıştığı bir dönemde Sünni İslam toplumlarının Filistin konusunda karşı karşıya bulunduğu pozisyon son derece sıkıntılıdır. Bazı Körfez ülkelerinin doğrudan Hamas’ı himaye ederken bazılarının tam tersine sadece İran karşıtlığı üzerinden bile İsrail ile iş birliğine açık gibi gözüken pozisyonları ciddi bir kırılma doğurma potansiyeli taşıyor.
Gerilimin İsrail ile İran arasında yükselmesi durumunda Türkiye'nin alacağı pozisyon Suudi Arabistan kadar kolay olmayacaktır. Uzun süredir İran'ı doğrudan tehdit olarak gören ve bunun için Amerika ile iş birliğini, savunma politikalarının ve silahlanma stratejilerinin merkezine oturtan Suudi Arabistan, İran karşısında daha kolay konumlanabilir. Aynı durum birçok açıdan Türkiye için söz konusu olamaz. Hem Türkiye'nin doğrudan kendi çıkarları, hem de bölgedeki nüfuz mücadelesi açısından İran'la yaşadığı tarihsel rekabet Türkiye'yi bu konuda keskin bir tavır almama konusunda frenlemek zorundadır. Öte yandan Türkiye'nin İsrail yanlısı bir tutum takınması ne iç kamuoyu ne de bölgedeki İslam toplumları açısından kabul edilebilir, izah edilebilir bir tavır olmayacaktır. Bir NATO ülkesi olarak doğrudan İran'ı destekleyen tavır geliştirmesi de kolay ve gerçekçi değildir. Bu durumda İran İsrail geriliminin Azerbaycan Türkleri ve Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerdeki sorunlu çatışma alanlarına yansıması da Türkiye için ciddi riskler içermektedir.
İran'ın içerisinde ciddi bir nüfusa ve geniş bir bölgeye sahip Güney Azerbaycan, elbette İran'ın Ermenistan'la ve Azerbaycan'la olan ilişkilerini de etkilemektedir. Azerbaycan yönetiminin son yıllarda İsrail'le giriştiği ticari ve askeri iş birlikleri de bu açıdan sorunu doğrudan etkilemektedir.
1979 yılından bu yana İran rejiminin yıkılması ya da İran'ın fiilen en az 3 parçaya bölünmesine dönük planlama ve çabalar, Türkiye için de doğrudan büyük bir risk oluşturmaktadır. Kimi milliyetçi hamasi yaklaşımların, birleşik Azerbaycan tezi üzerinden İran'ın bölünmesini, Türkiye'nin uzun dönemde yararına bir durummuş gibi tarif etmesi sağlıklı bir değerlendirme değildir.
Aynı şekilde İran'ın Irak ve Türkiye sınırına yakın bölgelerde yaşayan Kürt nüfusu üzerinden baskıya maruz bırakılması da Türkiye'nin kırk yıldır uğraştığı öncelikli güvenlik tehdidi algılaması açısından riski büyütecektir. Türkiye'nin genel olarak komşularıyla barışçıl ve iyi ilişki içerisinde olma stratejisi kolayca vazgeçebileceği bir tercih olarak görülmemelidir. Irak ve Suriye'de devam eden kaosun Türkiye'ye sadece ekonomik maliyeti değil, güvenlik ve dış politika tehdidi de ciddi düzeydedir. Kaldı ki İran'ın yaşayacağı bir kaos, Suriye ve Irak'la kıyaslanmayacak çarpan etkileri ve beklenmeyen sonuçları da beraberinde getirecektir.
Bölge ülkelerinin içindeki insan hakları sorunlarına duyarlı olmak gerekirken, bunun iç işleri ve egemenlik haklarına saygı sınırını zorlamayacak bir pozisyonda durmayı gerektirdiğini de unutmamalıyız. Maceracı yaklaşımların aktif dış politika gibi sunulması telafisi imkansız ve geri dönüşü olmayan tehditleri ortaya çıkaracağını öngörmeliyiz. İran-İsrail geriliminin hem bölgede liderlik rekabeti, hem de doğrudan sıcak savaşın yayılma riski boyutuyla, Türkiye açısından ifade ettiği anlamı serinkanlı ele alma zarureti açıktır. Bu nedenle gerilimin ilk günlerinden itibaren konuyu hafife alan yaklaşımlar bilinçli bir medya algı yönetimi ise bu son derece anlaşılabilir bir durumdur. Ancak konuyu gerçekten ciddiyetinden uzaklaşarak hafife alırsak, muhtemel tehdidi de yeterince erken okuyamama ihtimaliyle karşı karşıya kalırız.
Uzun süredir devam eden bölgesel çatışma senaryolarından birisinin Çaldıran sendromundan beslenen mezhep çatışması ve İran-Türkiye gerilimini yükseltme planlaması olduğunu asla unutmamalıyız. Türkiye'nin yararına olan bölgesel barıştır. Türkiye-İran gerilimi iki ülkeye de hiçbir yarar sağlamayacağı gibi provokasyonlarla çatışmaya dönüştürülme ihtimali asla yok sayılmamalıdır. Bu nedenle Türkiye'nin hem Kafkasya'da, hem güney sınırlarında ekonomik ve ticari ilişkilerini geliştirebilmesi için bölgesel güvenlik ve barış ortamına ihtiyacı vardır.
Doğrudan Türkiye'ye yönelik bir tehdit ya da saldırı olmadıkça barıştan yana caydırıcı dış politika ve güvenlik stratejisi her şart altında avantajlıdır. İsrail-İran geriliminin tırmanması ve büyümesi üzerine yapılan planların, Türkiye için de büyük bir tehdit oluşturduğu unutulmamalıdır.
Toplam Okunma Sayısı : 535