SİYASAL YOZLAŞMA VE SİYASETİN FİNANSMANI İLİŞKİSİ

SİYASAL YOZLAŞMA VE SİYASETİN FİNANSMANI İLİŞKİSİ

SİYASAL YOZLAŞMA VE SİYASETİN FİNANSMANI İLİŞKİSİ

 

GİRİŞ

 

Asli görevi toplumun sorunlarını çözmek olan siyaset erdemli yapılmazsa, sorunun kendisi haline gelir. Siyaset, kanun ve nizama olduğu kadar, ahlaki ve toplumsal değerlere de uygun icrayı gerektirir. Siyasetçi bu icrayı, dürüst ve adil, şekilde gerçekleştirmek zorundadır. Aksi ise siyasette yozlaşmayı getirir.

 

Günümüzde siyasetin en önemli sorunlarından biri, siyaset sermaye ilişkisinden kaynaklanan siyasal yozlaşmadır. Siyasetin finansmanında sermayedar ile siyasetçinin kayıt dışı ilişkisi, siyasal yozlaşmaya yol açan önemli etkenlerden biridir.

 

Siyasal yozlaşma siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda ciddi sorunlar doğurur. Bu nedenle, siyasetin finansmanının sıkı denetlenmesi ve siyasal yozlaşmaya karşı önlem ve tedbirlerin alınması şarttır.

 

1. SİYASAL YOZLAŞMA: SİYASET – AHLAK İLİŞKİSİNİN KESİLMESİ

 

1.1. Siyaset Kavramı

 

Siyaset genel olarak, toplumu, topluluğu ya da milleti yönetme, idare etme işi olarak tanımlanır. Aynı zamanda siyaset, hikmet ve hükmetmek anlamına gelir ve doğru bir şekilde karar vermek, toplumu oluşturan bireyleri doğru şekilde yönetebilmek olgusu olarak da kabul edilen siyaset, devletin etkinliklerini düzenleme ve gerçekleştirme esaslarının bütünüdür.

 

İnsanlık tarihinde yerleşik hayat ve toplu yaşamla birlikte ortaya çıkan yönetme-yönetilme ihtiyacı, yöneten ve yönetilen sınıfları doğurmuş ve bu taraflar arasındaki ilişki biçiminin belirlenmesi toplumların ve özelde siyasetin temel meselesi olagelmiştir.

 

Başlangıçta toprağın ve üzerinde yaşayanların da sahibi sayılanlar toplumu yönetirken, tarihi süreçte yönetim biçimleri, yöneticilerin başa geçme ve ayrılma usülleri ve yöneten-yönetilen ilişkileri sürekli değişkenlik göstermiş, yöneticilerin seçimle işbaşına gelip yine seçimle ayrıldıkları yöntem, toplumlarda en yaygın uygulama alanı bulan metod haline gelmiştir.

 

1.2. Siyaset Etiği (Ahlakı)

 

Terminolojide etik ve ahlak kavramları farklılık arz etse de, pek çok alanda aynı anlamda kullanıldığından biz de kavram analizine girmeden yazımızda her ikisini aynı anlamda kullanmayı tercih edeceğiz.

 

Siyasetin çıkış noktası ve temel gayesi yönetmekten çok, toplumların sorunlarını çözmek ve onlara gerekli yaşam şartlarını sunarak sevk ve idare etmektir. Siyasette amaç hükmetmek değil, hizmet etmek, insanlara faydalı olmaktır. Peygamberimizin “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır.” buyruğunda ifade edilen “fayda”, bugün siyasetin temel gayesi olan “kamusal yarar”a işaret eder.

 

İlahi dinlerin nihai vaazı ahlaklı olmaktır. Ahlakın asgari seviyesi, başkasına zarar vermemektir. Sonrası insanlara faydalı olmak, üst seviyesi de kendisinden çok başkalarını düşünmek, diğergamlıktır.

 

Ahlak, dinin bireysel ve toplumsal ilişkilere yansımasıdır. Bu itibarla ahlak, tutum ve davranıştır. Ahlak zorunlu olandan çok gönüllü olanı, razı olunanı vaaz eder. Bu yönüyle kanunlardan daha yaygın ve derin bir etkiye sahiptir. Evini komşusunun güneşini engellemeyecek şekilde yapmak kanunun değil, ahlakın güvencesindedir.

 

Siyasi alanda ahlak ise kamu yararından sapmamak, adil olmak, icraatta hakka riayet ve kul hakkına girmemektir.

 

Etik değerlendirmeler ülkeden ülkeye değişse de günümüzde siyasette ve hatta devlette etik değerler konusunda evrensel bir anlayış oluşmaya başlamıştır.

 

Bugün gelişmiş demokratik ülkelerin en temel etik değerleri; hukukilik, tarafsızlık, şeffaflık, eşitlik, sorumluluk, adalet, dürüstlük, yasalara karşı saygı, insanlara karşı saygı, gayretli çalışma, hesap verebilirlik, toplum çıkarlarını kendi çıkarları önünde tutmak, kendilerini mali bakımdan başkalarına bağımlı kılacak ilişkilere girmemek, davranışlarla bu ilkeleri yaşatmak şeklinde sayılabilir.

 

Etik davranış kuralları,  toplum için dürüst,  adil,  sağlıklı olan, demokratik devletin yasallığını geliştiren ve koruyan davranış kurallarıdır.

 

1.3. Siyasetçinin Sorumluluğu

 

Asli görevi toplumun sorunlarını çözmek olan siyaset erdemli yapılmazsa, sorunun kendisi haline gelir. Siyaset, karar verme, uygulama ve denetleme süreçlerinde, kanun ve nizama olduğu kadar, ahlaki ve toplumsal değerlere de uygun icrayı gerektirir. Siyasetçi bu icrayı, ahlaklı, dürüst, adil, şahsi menfaat peşinde koşmadan, şeffaf ve hesap verebilir şekilde gerçekleştirmek zorundadır. Bunun tersi siyasette yozlaşmayı getirir.

 

Kamu kaynaklarının adil kullanılmaması, adam kayırma, yolsuzluk, kendisi ve yandaşları için menfaat temini ve hesap vermezlik/veremezlik yozlaşmış siyaseti ve siyasetçiyi işaret eder.

 

Kamu kaynaklarının heba edilmesi ve hizmet üretilmemesinin ötesinde siyasette yozlaşmanın açtığı en büyük zarar, toplumda siyasete ve siyasetçiye olan güveni sarsması, siyaset ve siyasetçinin sorun çözeceğine dair inancı yok etmesidir.

 

Toplumun siyasetten asgari beklentisi; kamu hizmetlerinin sunulması, bireysel ve toplumsal özgürlük alanlarına müdahale edilmeyen, huzurlu ve refah düzeyi yüksek bir hayatın kendisine sağlanmasıdır.

 

Peki, acaba siyasetçinin siyasetten beklentisi nedir? Seçilmek için ya da seçildikleri makamlarda süresiz kalabilmek için yırtınırcasına çaba harcayanların gerçekten siyasetten beklentisi nedir?

 

Toplum olarak, sahip olduklarımız ve geleceğimiz üzerinde karar verme ve yönetme yetkimizi emanet edeceğimiz kişiler için bu soruyu sormak ve cevabını aramak zorundayız.

 

Siyasetçinin ahlak zarureti bireyinkinin ötesindedir. Toplum hakkında karar verme ve kamu malı (beytül mal) üzerindeki tasarruf yetkisi, siyasetçiye fazladan ahlaki sorumluluk ve vebal yükler. İnsanlara faydalı olacak bir siyaset, ibadet mertebesinde olabileceği gibi, aksi de siyasetçinin ve toplumun felaketine yol açabilir.

 

1.4. Toplumun Sorumluluğu

 

Siyasetçi içinden çıktığı toplumun ortalamasıdır. Ahlaki değerleri çökmüş bir toplumdan, dürüst siyasetçi çıkması beklenemez. İki tarafı olan rüşveti alan kadar verenin de sorumluluğunu görmezden gelemeyiz. Ürettiğine hile katan üreticinin, çalışanına adil davranmayan işverenin, çevreyi kirleten sanayicinin, eksik tartan esnafın, emanete sahip çıkmayan işçinin dürüst siyasetçi beklentisi beyhudedir. “Toplumlar layık oldukları şekilde yönetilirler” düsturu bu gerçeğe işaret eder.

 

Siyasetçi esasen toplumun yansıması, vasatın ürünüdür. Siyasetçi bozulmuş toplumların kurtarıcısı da değildir. Esasen kurtarıcı bekleyen toplumların sonu hüsrandır. Düzelme, siyasetten topluma inmez aksine toplumdan siyasete yükselir.

 

Ahlak fertte başlar, bilahare toplumsallaşır. Şahsi işleri için kendi mumunu yakan Ömer’i adil toplumlar çıkarır. Yönetici, “ben yanlış yaparsam siz ne yaparsınız” diye sorduğunda, “seni düzeltiriz” diyebilen toplumlar Ömerlere layıktır.

 

Toplum olarak zihinlerimizde siyaseti “hizmet kapısı” olmaktan “rant kapısı” olmaya nasıl dönüştürdüğümüzü sorgulanmak zorundayız.

 

Siyasette etik davranış standartlarının yerleşebilmesi için, toplumsal kültürün bir parçası olmaları gerekir. Böylece etik standartlar, kurumsal dürüstlüğü ve hesap verebilirliği geliştirir.

 

Kuşkusuz günümüz toplumlarında, yöneticilerden her alanda üstün ahlak sahibi olmalarını beklemek ve hukuk kuralları aracılığıyla onları mutlak bir biçimde ahlaklı davranmaya zorlamak fazla iyimserlik olur. Ancak, siyasi aktörlerin asgari ahlak kurallarına uymalarını beklemek ve bunun için kanunlar çıkarılmasını istemek toplumun en doğal hakkıdır.

 

Vaka, kanunlarla insanları ahlaklı yapamazsınız, ancak ahlaksızlık yapanı cezalandırabilirsiniz, bu da caydırıcılık sağlar. Böylesi, ahlaki olmasa bile toplumsal düzeyde asgari bir kazançtır.

 

Bugün her alanda sanki toplu bir “ahlak tutulması” yaşıyoruz. Siyaset de bundan nasibini alıyor.

 

Topluma düşen, doğru seçim yapmak, seçtiğini denetlemek, gerektiğinde azletmektir (geri çağırma hakkı).

 

1.5. Siyasal Yozlaşma: Kamu Yararına Halel Getirme

 

Ahlakın bir boyutunu oluşturan siyasal ahlak, siyasetçi ve bürokratların kamusal kararlar alırken uymaları gereken ahlaki kurallar bütünüdür. Elbette aynı ahlaki kurallar seçmen için de geçerlidir. Siyasal ahlakın bozulmasına “siyasal yozlaşma” denilmektedir.

 

Geniş anlamıyla siyasal yozlaşma, siyasal karar alma sürecinde görev alan aktörlerin (seçmen, politikacı, bürokrat, baskı ve çıkar grupları) özel çıkar elde etmek amacıyla hukuki, dini, ahlaki ve kültürel normları ihlal edici davranışlarda bulunmasını ifade eder.

 

Siyasal yozlaşmaya yol açan olgulardan ilki, “kamu yararı” içermesi gereken siyasal sürecin “özel çıkar” içermesidir. Siyasal süreçte seçmenlerin, partilerin, bürokrasinin ve baskı gruplarının elde edecekleri faydayı üst düzeye çıkarma çabaları, siyasetin yozlaşmasına ve kamu yararı amaçlarından sapmasına neden olmaktadır.

 

Siyasal yozlaşmanın ikinci nedeni olarak, toplumun içinde bulunduğu sistemdeki aksaklıklar gösterilebilir. Hukuk sisteminin adaletten uzak ve istikrarsız olması, gelir ve servetin adil bir şekilde dağılmaması, zayıf ve istikrarsız ekonomi, yüksek enflasyon ve demokrasi kültürünün yerleşmemiş olması bu türden nedenler olarak sayılabilir.

 

Sermayedarlar, sendikalar, baskı ve çıkar grupları da, siyasal yozlaşmanın gerçekleşmesinde rol oynayan aktörlerdir. Bu aktörler “lobicilik” yaparak iktidara kendi çıkarlarına uygun kararlar aldırmaya çalışırlar. Seçim dönemlerinde seçilmesi muhtemel olan aday ve partileri finanse ederek, çıkarlarını korumaya çalışırlar. Baskı ve çıkar grupları ise medya, sosyal ağlar gibi araçları kullanarak iktidar sahiplerini etkilemeyi amaçlar.

 

Ülkemizdeki diğer bir siyasal yozlaşma biçimi de yerel yönetimler tarafından yapılan imar değişiklikleridir. Belediyeyi kazanan siyasilerin yandaşlarını memnun etmek için yaptıkları imar düzenlemeleri, yerel dokuya zarar vererek planlı yapılaşmaya engel olurken, gecekondulaşmaya göz yumulur.

 

Kamu bankalarından yandaş patronlara düşük faizli ve uzun vadeli kredilerin verilmesi de ülkemizde gerçekleşen bir başka yozlaşma tipi olarak karşımıza çıkıyor.


İktidar partilerinin, özellikle seçim dönemlerinde, kamu kaynaklarını parti propagandası ve çıkarları için kullanmaları yine ülkemizde sıklıkla görülen siyasal yozlaşma türlerinden biridir.

 

1.5.1. Yolsuzluk: Kamusal Kötülük

 

Gerek görülme sıklığı gerekse, siyasi, ekonomik ve toplumsal alanlarda yol açtığı derin etki ve sonuçları nedeniyle yolsuzluk kavramı, siyasal yozlaşma türleri arasında ayrı bir bahis gerektirir.

 

Genel bir ifadeyle yolsuzluk, kamu gücünü kullanan kişilerin bu güçlerini, kendi servet ve refahlarını artırmak için kullanmaları yani kamu erkinin kişisel çıkarlar için kötüye kullanılması olarak tanımlanabilir.

 

Zimmet, rüşvet, irtikap, nüfuzu suistimal, görevi kötüye kullanma gibi fiillerin tümü yolsuzluk başlığı altında gösterilir. Yolsuzluk türleri arasında en çok karşılaşılanlar, adam kayırma, torpil ve kadrolaşma yani patronajdır.

 

Hukuka aykırı yoldan bağış ve gelir elde etmek, kamu kaynaklarının kişisel çıkar için kullanması, seçmene hukuksuz vaatler vermesi, siyasi rant elde etmek, oy satın almak da yolsuzluğun farklı türleridir.

 

Yolsuzluk sürecinde, devletin dışındaki aktörler, kamu görevlilerine çeşitli çıkarlar sunarak kendi çıkarlarını koruyup yeni çıkarlar elde ederken, devletin içindeki aktörler de kendi pozisyonlarını kullanarak kendilerine, ailelerine veya yakınlarına devletin dışındaki aktörlerden çeşitli avantajlar sağlarlar.

 

1.5.2. Siyasal Yozlaşmanın Sonuçları

 

Son yıllarda yapılan araştırmalar, halkın siyasetçiye olan güveninin son derece düşük olduğunu gösteriyor. Uluslararası Araştırma şirketi GFK’nin 20 ülkede yaptığı araştırmada, Türkiye’de siyasetçilere güvenenlerin oranı yüzde 23’tür. Araştırma sonuçları, siyasetçilerin güven listesinde son sırada bulunduklarını göstermiştir.

 

Yine Uluslararası Saydamlık Örgütü’nce 69 ülkede  (2.036'sı Türkiye’den olmak üzere) 55 bin kişiyle görüşülerek hazırlanan “Dünya Yolsuzluk Barometresi Anketi”ne göre ise, 69 ülkenin 45’inde vatandaşların en az güven duydukları ve etik dışı faaliyetlerin en yaygın olduğunu düşündükleri kurum ve kuruluşların başında siyasi partiler geliyor. Araştırma vatandaşların parlamentoları, etik dışı faaliyetlerin en yaygın olduğu kurumlar olarak gördüğünü ortaya koyuyor.

 

Kuşkusuz siyasal yozlaşma pek çok alanda ciddi sorunlara yol açıyor.

 

·    Siyasal yozlaşma, siyasetin kirlenmesine ve siyasetçiye duyulan güvenin zedelenmesine hatta siyasal kurumların meşruiyetlerinin zayıflamasına neden olur.

 

·    Siyasal yozlaşma olarak yolsuzluklar, vatandaşın vergi yükünü artırır, kamu yatırımlarının maliyetini yükseltir, ekonomik ve siyasi krizleri tetikler ve böylece kamusal mekanizmaya olan güveni zedeler.

 

·    Siyasal yozlaşma, hukuk devleti ilkesini ortadan kaldıran, toplumsal ahlakı bozan, nihayet demokrasiye zarar veren bir olgudur.

 

·    Yolsuzluk ve benzeri fiiller, siyasete kayıt dışılığa ve hesap verebilirliğin ortadan kalkmasına yol açar.

 

2. SİYASETİN FİNANSMANI

 

2.1. Siyasal Partiler

 

Bugün birbirinden farklı uygulamalar içerse de seçimi temel alan siyasal modellere genel olarak demokratik sistemler denilmektedir.

 

Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra otoriter rejimler yerini yeni şartların da etkisiyle farklı ideolojilerin dahil olduğu çoğulcu bir siyasi alana bırakmıştır. Böylece farklı düşünceleri iktidara taşıma amacı güden siyasal partiler doğmuştur. Sistemin seçime dayanıyor olması, siyasal partilerin varlığını beslemiş ve bugün siyasal partiler demokratik sistemlerin vazgeçilmez unsuru haline gelmişlerdir.

 

Siyasal partiler, toplumsal konularda taraf olmayı tercih eden, farklı idealleri iktidara taşıyabilme adına mücadele alanında var olma imkânı ve fırsatı taşıyan yapılardır. Günümüzde siyasal partiler, toplumun siyasete katılımını sağlayan en önemli araçlardır.

 

2.2. Siyasal Partilerin Gelir ve Giderleri

 

2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununda siyasi partilerin gelir ve giderleri aşağıdaki şekilde sayılmıştır.

 

Siyasi Partilerin Gelirleri; Üyelik aidatı, milletvekili aidatı, adaylardan alınacak aidat, parti malzemelerinin satış gelirleri, parti yayınlarının satış gelirleri, üye kimlik kartlarının gelirler, eğlence faaliyetlerinin gelirleri, parti mal varlığının gelirleri, bağışlar ve devlet yardımlarıdır.

 

Siyasi Partilerin Giderleri: Bina giderleri, seyahat ve konaklama giderleri, temsil ve ağırlama giderleri, çalışan giderleri, basın-yayın giderleri, alım giderleri, propaganda malzemesi giderleri, demirbaş eşya giderleri, taşıt giderleri, seçim ve propaganda giderleridir.

 

2.3. Siyasetin Finansmanı

 

Demokratik ülkelerde partiler ve adaylar seçim kampanyalarını yürütmek, aday belirlemek, aday olmak, kampanya görevlisi atamak, vaatlerini yerine getirmek, kendilerini tanıtmak ve duyurmak için finansal kaynağa başvururlar. Siyasete dair ünlü bir söz şöyle der; “Demokrasilerde konuşma özgürlüğü vardır, ancak konuştuğunuz zaman sesinizi duyurmak istiyorsanız bunun bir bedeli vardır.”

 

Siyasetin Finansmanı, gerek seçim döneminde gerekse iki seçim arasındaki dönemde, elde edilmesi gereken gelirin sağlanacağı kaynakları gösteren, bu kaynakların sağlanmasında izlenecek yol ve yöntemi ortaya koyan, sağlanan kaynağın harcama yerlerini ve usulünü belirleyen, hukukun belirlemiş olduğu çerçevede gerekli denetimi içeren sürecin adıdır.

 

Finansal kaynakların bir kısmı devletten bir kısmı da gerçek ve tüzel kişilerden sağlanmaktadır. Siyasetin finansmanı seçim sonuçlarını etkileyerek demokrasiye doğrudan etki edebilme gücüne sahiptir. Bu nedenle sağlıklı bir demokrasi için siyasetin parayı nereden ve nasıl bulduğu önemlidir.

 

Günümüzde demokrasilerin en önemli sorunlarından biri, para ve siyaset arasındaki sorunlu ilişkidir. Adaylar ve partiler gerçek gücünü bağımsız olmalarından alırlar. Oysa para, çoğu zaman siyaset üzerinde hegemonya kurmaya çalışır. Siyasi yaşamın sağlıklı işleyebilmesi için siyasette para kullanımının kontrol altına alınması şarttır. Aksi takdirde, sermaye gücünü arkasına alarak siyasi rüşvet dağıtan partiler, demokrasi ruhuna zarar vereceği gibi, siyasete illegal grupların girmesinin de yolu açılacaktır.

 

Siyasetin finansmanında en önemli iki kalem kuşkusuz siyasi partilere yapılan “Hazine Yardımı” ve “Bağışlar”dır.

 

2.4. Hazine Yardımı

 

Siyasi partilerin finansmanında etkin bir role sahip hazine yardımları, doğrudan veya dolaylı yollarla birçok ülkede uygulanmaktadır. Ülkelerde partilere yapılan bu desteklerin esas olarak üç temel gerekçeye dayandığı görülmektedir.

 

Bu gerekçelerden ilki, siyaset arenasının para gücünün ipoteği altına girmesini engellemek, ikincisi adaletli bir yarışmanın koşullarını sağlamak ve üçüncüsü de özellikle seçim dönemlerindeki yüksek maliyetlere karşılık, finansman kaynaklarını dengelemek, böylece siyasi partilerin ekonomik anlamda ezilmesini önlemek şeklinde sıralanabilir.

 

Ülkemizde siyasi partilere yapılan Hazine yardımı 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nda aşağıdaki şekilde düzenlenmiştir:

 

“Son milletvekili genel seçimlerine katılma hakkına sahip ve Seçim Kanunundaki genel barajı (%7) aşmış bulunan siyasi partilere Hazineden ödenmek üzere o yılki genel bütçe gelirleri toplamının beş binde ikisi oranında ödenek mali yıl içinde ayrılır. Bu ödenek devlet yardımı yapılacak siyasi partiler arasında, o siyasi partinin TBMM sandalye sayısına bölünerek her yıl ödenir. Bu yardım sadece parti ihtiyaçları veya parti çalışmalarında kullanılır. Milletvekili genel seçimlerinde toplam geçerli oyların %7’sinden fazlasını alan siyasi partilere de devlet yardımı yapılır. Belirtilen yardım miktarları; milletvekili genel seçimlerinin yapılacağı yıl üç katı, mahalli idareler genel seçim yılı için iki katı olarak ödenir. Her iki seçim aynı yıl içerisinde yapıldığında bu ödemenin miktarı üç katı geçemez.”

 

2.4.1. Ülkemizde Hazine Yardımı Uygulamasının Doğurduğu Sorunlar

 

·    Ülkemizde partilere yapılan yardımlar incelendiğinde, tutarlarının fazlalığı ve partiler arasındaki eşitsizlik dikkati çekmektedir. Hazine yardımlarının siyasi partilere dağıtımındaki eşitsizliğin, demokrasi ruhuyla bağdaşmadığı açıktır.

 

·    Özellikle ülkemizde, kamu kaynaklarını kontrol eden iktidar partileri, bu güçlerini rakiplerini zayıflatmak ve kendilerini güçlendirmek için kullanmakta, devlet yardımlarında adil bir formülü işletmek yerine, mevcut sistemin devamını muhafaza etmek yoluna gitmektedirler. Bu durum, baraj nedeniyle küçük partilerin yardımlardan mahrum bırakıldığı, yapılan yardımların demokrasinin kurumsallaşması amacına hizmet etmek yerine, büyük partilerin daha da güçlendirildiği bir uygulamayı doğurmuş, böylece siyasi yozlaşmanın başka bir türüne yol açmıştır.

 

·    Öte yandan, özellikle seçim yıllarında üç katı olarak yapılan ödemelerin Hazineye önemli bir yük getirdiği görülmektedir.

 

·    Ülkemizde hazine yardımlarının partilerce harcanmasında şeffaflık yoktur. Toplumun siyasi partilere güveninin artırılması için, yapılan hazine yardımlarının partiler tarafından nereye harcandığı kamuoyuna açıklanmalıdır.

 

2.5. Bağışlar ve Siyasal Yozlaşma

 

Siyasetin finansmanında bir diğer önemli kalem, parti ya da adayların aldığı bağışlardır. Pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de siyaset alanında yapılan bağışlar, siyasi yozlaşmaya yol açan en önemli faktördür.

 

Siyasal yozlaşma ve yolsuzluk, siyasetin finansmanıyla yakından ilişkilidir. Bu ilişki, siyasetin harcamaları için paraya ihtiyaç duyması ile başlar. Bağışlar, siyasi partilerin propaganda faaliyetlerinin maliyetlerini karşılayabilmeleri için ihtiyaç duyduğu finansmanın kişi veya kuruluşlar tarafından karşılanmasıdır.

 

Bağışlar, sürekli artış gösteren giderler karşısında partiler açısından çok önemli bir finansman yoludur. Yapılan tespitlere göre bağış gelirleri, parti toplam gelirleri içinde %20’lerden daha fazla orana sahiptir.

 

Esasen partilerin aldıkları bağış ve yardımlar bir yandan siyasette en büyük kayıt dışı ekonomik kaçağı oluşturmakta diğer yandan siyasi yozlaşmaya kapı aralamaktadır. Zira, bağış ve yardımlar bir karşılık ve beklentiyle yapılmaktadır. Bağış ya da yardım yapan meslek, çıkar grupları, gerçek ve tüzel kişiler siyasi partilere yaptıkları finansman desteğini bir süre sonra nüfuz ticareti, adam kayırma, hatta ihale ve teşvik biçiminde geri alma beklenti ve arzusuyla iktidara baskı yaparlar. Bu durum iktidarın kamu yararı yerine belli kişi ya da kuruluşların yararına iş yapmasına yani siyasal yozlaşmaya yol açar.

 

Bağışların bir diğer sakıncası ise sermaye sahibi kişilerin siyaseti tahakküm altına alması ve bu yolla azınlığın çoğunluğa hükmetmesidir.

 

Bu yüzden bağışlar adı altındaki bu yardımlara zamanla belirli katı sınırlamalar getirilmiştir. Siyasi Partiler Kanunu’nda 66. maddesi ile hem yasaklanan hem de izin verilen bağış türleri belirlenmiştir.

 

Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, işçi ve işveren sendikaları ile bunların üst kuruluşları, dernekler, vakıflar ve kooperatifler özel kanunlarda yer alan hükümlere uymak koşuluyla siyasi partilere yardım ve bağışta bulunabilirler. Siyasi partiler, yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan, yabancı uyruklu kişiler ile yabancı ülkelerdeki dernek, grup ve kurumlardan herhangi bir surette ayni veya nakdi yardım ve bağış alamazlar.

 

3. SİYASETİN FİNANSMANI YOLUYLA SİYASAL YOZLAŞMAYA KARŞI ALINABİLECEK TEDBİRLER

 

Siyasal yozlaşmaya yol açan nedenlerin ortadan kaldırılması ve doğuracağı problemlerin en aza indirilmesi için alınabilecek tedbirler; yasal düzenlemeler, harcamaların sınırlandırılması, şeffaflığın sağlanması ve denetim şeklinde sıralanabilir.

 

3.1. Yasal Düzenlemeler

 

Günümüzde ahlaki değerlerin siyasi alanda somutlaştırılması ve bunun kanuni bir düzenleme ile gerçekleştirilmesi ertelenemez bir zorunluluktur. Bu manada, zaman zaman gündeme gelen ancak Mecliste yasalaşamayan “Siyasi Etik Yasası” bir an evvel çıkarılmalıdır.

 

Kamu Görevlileri Etik Kurulu’nun etki ve yaptırım gücü artırılarak kamuda etik ilkelerin uygulanmasının önü açılmalıdır.

 

Yapılan Hazine yardımlarının, partilerin kuruluş amaçlarına ters hareket etmelerine sebep olan, miktarında indirime gidilmeli, yardımlar parti toplam gelirlerini aşmayacak şekilde düzenlenmelidir.

 

Partilerin özel ve tüzel kişi ya da kurumlardan aldıkları bağış miktarının üst sınırı, uyulabilecek şekilde yasal olarak düzenlenmelidir.

 

Partilere ve adaylara yapılan nakdi nitelikteki bağışlara olduğu gibi, ayni yardımları da sınırlandıracak yasal düzenleme gecikmeksizin çıkarılmalıdır.

 

Devletin kaynaklarıyla bir siyasi partiye yapılacak parasal katkı, siyasetin adil rekabet ortamını bozacağı ve devlet otoritesine karşı güveni zedeleyeceğinden, kamu kurum ve kuruluşu niteliğindeki meslek örgütlerinin bağış yapması yasaklanmalıdır.

 

3.2. Harcamaların Sınırlandırılması

 

Siyasetin finansmanı esasen partilerin zorunlu harcamalarının karşılanması ihtiyacından doğmaktadır. Seçim dönemleri dışında parti giderleri nispeten parti kaynakları ya da hazine yardımıyla karşılanabilse de seçim dönemlerinde parti ve adayların sınır tanımayan siyasi reklam ve propaganda harcamaları, mevcut kaynaklarla karşılanamamaktadır.

 

Buradaki esas sorun, ülkemizde seçim harcamalarına sınır getiren bir düzenleme bulunmamasıdır. Harcamalarda bir sınıra tabi olmayan parti ve adaylar, her türlü gelir kaynağına el açmaktadırlar.

 

Örneğin Fransa’da, seçime katılacak adaylar, seçim bölgelerindeki kayıtlı seçmen sayısının iki katından fazla afiş bastıramazlar. Ayrıca adayların seçmen başına harcayacakları miktar belirlenmiş olup, bu miktardan fazla harcama yaptığı saptanan adayın, seçilse bile bu hakkı iptal edilmektedir. Böylesine ağır bir yaptırımla karşı karşıya kalmak istemeyen adaylar, seçim harcama sınırına uymak zorunda kalmaktadır. Her adayın reklam ve propaganda harcamalarını belli sınırlar içerisinde gerçekleştirmesiyle, siyasi yarışta şartlar eşitlenmiş olmaktadır. Ülkemizde aynı usülün uygulanması sorunun çözümünde etkili olacaktır.

 

Ayrıca bağış üst sınırı siyasi partilerin uyabilecekleri şekilde yasayla yeniden belirlenmeli, bu yolla siyasi partilerin özel kişi ve kurumlardan daha fazla yardım almaya çalışması önlenmelidir.

 

3.3. Şeffaflık

 

Temiz siyaset, dürüst yönetim gibi değerlerin hayata geçirilebilmesi için öncelikle, devlete ait işlemlerin halka açık olması, gizliliğin yerini şeffaflığın alması şarttır.

 

Seçim sürecinin mali açıdan şeffaflığı sağlanmalı ve açık, yarışmacı ve katılımcı bir seçim sistemi hakim kılınmalıdır. Seçimlerden sonra da siyasetçilerin mali durumları şeffaf ve takip edilebilir olmalıdır.

 

Bağış yapan kişilerin veya kuruluşlar ile yapmış oldukları bağış tutarları kamuoyuna ilan edilmelidir. Bağış sınırlarına uyumasının kontrol edilebilmesi için parti ve adayların bağışlar için seçim hesapları açmaları zorunlu hale getirilmelidir. Bağış sahiplerinin kamuoyu ile paylaşılmasının yanı sıra seçim kampanyalarının bitiminde harcamaların nerelere yapıldığı yine elektronik ortamlarda ilan edilmelidir. Aynı şekilde, hazine yardımlarının nereye harcandığının açık hale getirilmesi sağlanmalıdır.

 

Gelişmiş ülkelerde (ABD, Kanada, Avustralya ve neredeyse bütün Avrupa ülkeleri) olduğu gibi, siyasi partilerin gelir-giderlerini beyan etmeleri zorunlu kılınmalıdır.

 

Siyasete olan güveni ve toplum içindeki meşruiyetini artırmak için, halkın ve siyasi önderlerin bilinçlendirilmesi ve her konuda şeffaflığın, açıklığın teşvik edilmesi yönünde düzenleme ve uygulamalar geliştirilmelidir.

 

3.4. Denetim

 

Partilerin gelir kaynaklarını nasıl elde ettikleri, bu gelirleri parti çalışmaları için harcayıp harcamadıkları konusunda düzenli bir mali denetim sağlanmalıdır. Aynı şekilde adayların gelir kaynakları ve seçim harcamaları da denetime tabi tutulmalıdır.

 

Partilerin mali denetimini yürüten Anayasa Mahkemesinin mevcut iş yükü ve bu konuda donanımlı olmayan yapısı nedeniyle bu denetimde Anayasa Mahkemesi yerine Sayıştay’ın yetkili kılınması için yasal düzenleme yapılmalıdır.

 

Kamuoyu doğru kanallarla ve düzenli olarak bilgilendirilmeli, siyasi partiler finansal raporlarını periyodik olarak kamu otoriteleriyle paylaşmalı, aday ve partilerin almış oldukları yardımları bildirmeleri sağlanmalıdır.

 

Düzenli ve sıkı şekilde yapılan bu denetimler sonucunda, yasa ihlali yapan partilere ciddi yaptırımlar uygulanmalı, yaptırımları uygulayacak üst otoriteler oluşturulmalı ve bunların bağımsız çalışması sağlanmalıdır.

 

Sivil topum örgütleri, medya organları sürece dahil edilmeli, denetime katkı sunmalıdır.

 

4. SİYASETİN FİNANSMANINDA YENİ BİR YAKLAŞIM : SİYASETİN FİNANSMAN YÜKÜNÜN AZALTILMASI ÖNERİSİ

 

Siyasetin finansmanı konusunda şu ana kadar ifade ettiğimiz tüm uygulamalar, siyasetin harcamalarını zorunlu, yapılması şart olan giderler olarak ele almakta, bu harcamaların sınırlandırılması ve denetlenmesi yoluyla kontrolün sağlanması anlayışına dayanmaktadır.

 

Oysa sorunun asıl köklü çözümü, siyasi partileri harcama yapmak zorunda bırakmamak yani siyasetin finansman yükünü en aza indirmek şeklindeki yaklaşım olacaktır.

 

Siyasi partilerin giderleri temelde, zorunlu giderler ve keyfi (ihtiyari) giderler olarak iki ayrı başlıkta ele alınmalıdır.

 

Zorunlu Giderler; her dönemde partilerin yapmaktan kaçınamayacakları giderlerdir. Bina giderleri, çalışan giderleri, elektrik, su, telefon, yakıt, ulaşım, sarf malzemesi giderleri, demirbaş eşya giderleri gibi ödenmesi mecburi kabul edilen giderler bu gruba girmektedir.

 

Keyfi (İhtiyari) Giderler ise; özellikle seçim dönemlerinde ortaya çıkan, siyasi reklam ve propaganda vb. giderleridir.

 

Keyfi (ihtiyari) giderler, yukarıda bahsedildiği üzere, sıkı denetim ve harcamalara sınırlama getirilmesi yöntemleriyle kontrol edilmeye çalışılmaktadır. Sınırlamalar, adayların seçim bölgelerinin özelliklerine uygun şekilde, örneğin seçmen sayısıyla ilişkilendirilmesi doğru bir yaklaşım olacaktır.

 

Bu konuda asıl üzerinde durulması gereken ise, zorunlu olduğu kabul edilen giderlerdir. Bu giderlerin bazıları kaldırılabilir ya da azaltılabilirse, siyasetin finansman yükü de önemli ölçüde azalmış olacaktır. Bu durum siyasetin sermayeye olan ihtiyacını azaltacak ve siyasal yozlaşmanın önlenmesinde ciddi katkı sağlayacaktır.

 

Bu konudaki temel soru şudur; partilerin (siyasetin) zorunlu kabul edilen giderleri, gerçekten zorunlu mudur, siyasetin olmazsa olmazı mıdır?

 

Günümüz dünyası hızla değişmekte, bilim ve teknoloji sınırları zorlamakta, dijitalleşme, uzaktan iletişim ve sosyal medya kullanımı her alanda ağırlığını hissettirmektedir. Elbette siyasetin bu değişimden uzak kalması düşünülemez. Değişen dünyada siyasetin, söylemleri, eylemleri değişeceği gibi, siyaset yapma biçimleri de değişmek zorundadır.

 

Ülkemizde çok partili döneme geçişten itibaren yerleşmiş, siyaset kültürünü, siyaset kurumlarını ve siyaset yapma biçimlerini yeniden gözden geçirmek, ezberlenmiş doğruları sorgulamak zorundayız. 1983 yapımı Siyasi Partiler Kanunu, 41 yıl öncesinin şartlarını bugünün siyasetine dayatmaktadır.

 

Bu konuda pek çok örnek sıralanabilir;

 

Örneğin, bahsi geçen Kanunun (Md-31), partilerin teşkilatlanmalarında zorunlu kıldığı, genel merkez, il ve ilçe binalarının masrafları partilerin önemli gider kalemlerini oluşturmaktadır.

 

Bugünün şartlarında, il ve ilçe binalarının zorunlu olmaktan çıkarılması, partilerin teşkilat yapısında ve siyaset yapmalarında bir zafiyet oluşturmayacak, ancak partilerin üzerinden çok ciddi bir maliyeti kaldırmış olacaktır. Bu sayede bina, elektrik, su, telefon, yakıt, çalışan, sarf malzemesi, demirbaş vb. giderleri tamamen ortadan kalkacaktır. Tebligatlar ise bugün, e-posta, KEP, UTS gibi dijital adreslere rahatlıkla yapılabilmektedir.

 

Öte yandan, seçim zamanlarında yapılan büyük parti mitingleri de partiler için ciddi maliyet getirir ve finansman ihtiyacı doğurur. Mitinglerde amaç, mümkün olan en kalabalık sayıda kişiye ulaşmaktır. Halbuki mitinglerin yerine, ülkedeki her eve girme imkanı sağlayan televizyonun kullanılması halinde ulaşılacak kişi sayısı, mitingle kıyaslanamayacak kadar yüksek olacaktır.

 

Bu konudaki önerimiz şudur; Seçim dönemlerinde, milletin televizyonu olan TRT’nin mevcut bir kanalı (ya da bu iş için ihdas edilecek bir kanalı), propaganda dönemi süresince, seçimlere girmeye hak kazanmış partilerin temsilcilerine, eşit ve tatmin edici bir süreyle, propaganda konuşmaları için tahsis edilmelidir.

 

Bu sayede partiler mitinglerin ağır maliyetinden kurtulacağı gibi, aynı anda tüm seçmenlere ulaşma imkanına da kavuşmuş olacaklardır. Ayrıca bu uygulama ile partiler arasındaki siyasi yarış eşit ve adil şartlarda gerçekleşecek, bu ise demokrasinin kökleşmesine katkı sağlayacaktır.

 

Öte yandan, demokrasinin vazgeçilmezi seçimler ise siyasetin kamu üzerindeki maliyetini oluşturur.


Bu konudaki önerimiz; Seçimlerde oy verme ve oy sayımı işlemlerinin, fiziki sandıklar yerine, dijital ortamda gerçekleştirilmesi, keza dünyada uygulama örnekleri bulunan dijital demokrasiye geçişin sağlanmasıdır. Bu uygulamalar, siyasetin kamu üzerindeki finansman yükünü de oldukça hafifletecektir.

 

Bu konuda örnekler ve öneriler çoğaltılabilir. Ancak en önemlisi, siyaset ve demokrasi üzerine tüm bu öneriler ve daha başka önerilerin, toplumda enine boyuna tartışılması gerektiğidir.

 

Böylesi tartışmalar kanaatimizce Türk siyaseti adına önemli kazanımlar sağlayacaktır.

Toplam Okunma Sayısı : 10292