
TARİHTEN BUGÜNE FİLİSTİN SORUNU VE SİYONİZM
KONU BAŞLIKLARI
GİRİŞ
1. BÖLÜM
FİLİSTİN SORUNU VE SİYONİZM
1.1. FİLİSTİNLİLER VE İSRAİLLİLER
KİMDİR?
1.2. TARİHTE FİLİSTİNLİLERİN VE
İSRAİLOĞULLARI’NIN YAŞADIĞI TOPRAKLAR
1.2.1. Amalek (Amalika) Kavmi
1.2.2. Filistinliler
1.2.3. İsrailoğulları
1.3. İLK KAN, SONSUZ KİN
1.4. BEREKETLİ HİLAL Mİ, BEREKET DAİRESİ Mİ?
1.4.1. Bölgenin İnsanlık İçin Önemi
1.5. ORTADOĞUNUN ATEŞ ÇEMBERİ - VAADEDİLMİŞ TOPRAKLAR KANDIRMACASI
1.5.1. Büyük İsrail Hayali
1.6.
YERYÜZÜNÜN İFSADI SİYONİZM
1.6.1.
Hedefteki Osmanlı
1.6.2. Yahudilerin Dini Tahrifi
1.6.3. Din Beşeri Olursa
1.6.4.
Siyonizmin Hedefleri
1.6.4.1. Yahudilerin Siyon’a Dönüşünün Sağlanması
1.6.4.1.1. Siyonizmin Sıçrama Tahtası
Balfour Deklarasyonu
1.6.4.1.2. Amerika Diyet
Mi Ödüyor?
1.6.4.2. Siyon Merkezli Yahudi Devletinin
Kurulması
1.6.4.3. Vaadedilmiş Toprakların Ele Geçirilmesi
1.6.4.3.1. Adım Adım Filistin’in İşgali
1.6.4.4. Mesih’in Gelmesi İçin Savaşlar
Çıkarılması,
1.6.4.4.1
Yahudilikte Mesih İnancı
1.6.4.5. Mesih’in Gelmesi ve Süleyman
Mabedini Yapması,
1.6.4.5.1.
Yahudilikte Süleyman Mabedi
1.6.4.5.2. Siyonizmin Mabed Rüyası
1.6.4.6 Mesih’in Büyük Savaşta, İnanmayanları (Yahudi Olmayanları)
Öldürmesi,
1.6.4.6.1.
Üç Dinde “Büyük Savaş”
1.6.4.6.2.
Yaşatmayan, Öldüren Din Hayali
1.6.4.7.
Mesih’in Dünyada Tüm İnsanlığın Üzerine Yahudileri Hakim Kılması,
1.6.4.8. Bu Düzende
Bin Yıllık Dönemin Yaşanması
1.7. YAHUDİLERİN SADIK
HİZMETKÂRLARI EVANGELİSTLER
1.7.1.
Tanrıyı Kıyamete Zorlamak
1.7.2. Evanjelistlerin Amerikan Dış Politikası Üzerindeki Etkileri
2. BÖLÜM
FİLİSTİN-İSRAİL ÇATIŞMASININ BÖLGEYE VE TÜRKİYE’YE ETKİLERİ
2.1. BÖLGEYİ NE BEKLİYOR?
2.2. DOĞU AKDENİZDE SULAR ISINDI
2.2.1. Devletlerin Doğu Akdeniz’deki Askeri Varlığı
2.2.2. Doğu Akdeniz’deki Enerji Rezervleri
2.2.3. Yetki Alanlarında Anlaşmazlıklar
2.3. TÜRKİYE İÇİN ASIL MESELE
2.4. BÖLGE BÜYÜK İSRAİL İÇİN HAZIRLANIYOR
2.4.1. İsrail Durmayacak
2.4.2. Amerika’nın Planı Ne?
2.5. AMERİKA VE BATILI ORTAKLAR
RAHATSIZ
2.6. TÜRKİYE’Yİ BEKLEYEN YAKIN TEHLİKE
2.6.1. Ekonomiye Müdahale
2.6.2. Ambargo
2.6.3.
Siyasete-Yönetime Müdahale
2.6.4. NATO’dan Çıkarma
2.6.4.1. Türkiye
NATO’dan Çıkarılabilir Mi?
2.6.5. Askeri Müdahale
2.7. TERÖR DEVLETİ Mİ KURULUYOR?
2.8. TÜRKİYE NE YAPMALI?
2.9. SON SÖZ
Habil’in kurbanı kabul edilip, kendi
sunduğu kurban Rabbi tarafından reddedilince Kabil, öfkeden gözü dönmüş halde kardeşinin
canını almaya geldiğinde Habil ona, "Andolsun!
Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi
uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım." (Maide/28)
demişti.
Ve Kabil, Habil’in kanını döktü.
İsrailoğulları, yıllardır
kan döküp, can alıyorlar Kabil’cesine,
Ve karşılarında Filistinliler
mütevekkil…
Sözleri sadece, “Hasbünallah
ve ni’mel vekil”,
Habil misali…
_______________***_______________
İsrail’in
yıllardır süren insanlık dışı baskı ve zulümlerine karşı Filistinlilerin (Hamas
değil) başlattığı haklı direnişle birlikte, İsrail Devleti soykırıma varan bir
katliam başlattı. Dört aydan kısa bir sürede İsrail, 25 bin Filistinliyi
katletti. Bunların yarıdan fazlası kadın ve çocuk. Enkaz altındakilerin sayısı
bilinmiyor, yaralıların sayısı ise kat be kat fazla. Yaşanan çatışma (savaş
değil) ve İsrail’in her türlü insanlıktan yoksun bu katliamı, tüm dünyada
gözleri, Filistin-İsrail sorununa ve bölgeye çevirdi.
Peki gerçekte
tüm bu yaşananlar ne manaya geliyor?
Bu sadece bir
Filistin-İsrail çatışması mı?
Tüm bu
çatışmanın sebebi toprağa sahip olmak mı, yoksa gerçekte bambaşka sebepleri mi
var?
İsrail’in
başlattığı askeri harekat bölgeye yayılır mı, böylesi bir durum bölgeyi,
dünyayı ve özelde Türkiye’yi nasıl etkiler?
Bu incelemede,
tüm bu soruların cevaplarını arayacağız.
1. BÖLÜM
1.1. FİLİSTİNLİLER VE İSRAİLLİLER KİMDİR?
Kuran bize
insanlığın, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’le (M.Ö. 5.600-4.650) başladığını
ve Hz. Adem’in tüm insanlığın ilk atası
olduğunu haber veriyor.
“Allah, sizi
başlangıçta tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle ünsiyet edip gönül huzuru
bulacağı eşini de aynı cins ve mâhiyetten var etti.” (A'râf/189)
Büyük tufanla
insanlığın yok olduğunu ve sonrasında Hz. Nuh’la (M.Ö. 3.950-3.000) yaşam ve
medeniyetin tekrar başladığını yine Kuran’dan öğreniyoruz. Böylelikle Hz. Nuh
peygamber insanlığın ikinci büyük atası
olmuştur.
“Fakat
biz Nûh’u ve gemide bulunanları kurtardık. O gemiyi de, o hâdiseyi de arkadan
gelecek bütün insanlar için bir ibret kıldık.” (Ankebût/15)
Yine Kuran’da
Allah’ın dostu (Halilullah) şeklinde zikredilen ve ismi kavimlerin (milletlerin)
babası anlamına gelen Hz. İbrahim (Abraham) (M.Ö. 2.200-2.000) de Hz. Nuh’un
onuncu nesil torunu ve insanlığın üçüncü
büyük atasıdır. O’nun zürriyetinden pek çok kavim (millet) zuhur etmiştir.
“Gerçek şu ki, Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim
ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti; Onlar birbirlerinden bir
zürriyettir. Allah işitendir, bilendir.” (Al-i İmran/33-34)
Hz. İbrahim’in
iki oğlundan Hacer’den olma büyük oğlu Hz. İsmail, Sare’den olma küçük oğlu Hz.
İshak’tır. Hz. İbrahim ailesiyle Şekem (Bugün Batı Şeria’da Nablus şehri)’de
yaşarken İshak’ın doğumundan sonra, Hz. İbrahim Allah’ın emri üzerine, 14
yaşındaki İsmail ve annesi Hacer’i, o dönemde kimsenin yaşamadığı Mekke
vadisine bırakıp Şekem’e geri döner. Burası esasen Hz. İbrahi’in oğlu İsmail’le
yıkılmış olan Kabe’yi yeniden inşa edeceği yer yani Kabe’nin yanı başıdır. Hz.
İsmail burada yerleşmiş, evlenmiş ve onun soyundan bugünkü Arap kavmi (milleti)
yürümüştür. Bu cihetle, Hz. İbrahim oğlu
Hz. İsmail (M.Ö. 2.100-1.900) İsmailoğulları’nın
(Arapların, Filistinli Arapların da) atasıdır.
“Rasûlüm! Kitapta İsmâil’in
kıssasını da an. Şüphesiz ki o sözüne sâdık bir insandı; bir rasûl, bir nebî
idi. (Meryem/54)
Öte yandan Hz.
İbrahim’in diğer oğlu Hz. İshak’ın iki oğlundan biri olan Hz. Yakup (M.Ö. 2.000-1.800)
ilk defa İsrail (İsrael) olarak anılır ve İsrailoğulları (beni İsrail)’nın atasıdır.
“İşte bunlar, Allah’ın kendilerine
nimet verdiği peygamberlerden olup, Âdem’in zürriyetinden, Nûh ile birlikte
gemide taşıdıklarımızın neslinden, İbrâhim ve İsrâil’in zürriyetinden,
kendilerine hidâyet yolunu gösterip seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara
Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. (Meryem/58)
Tüm bu
açıklamalardan anlaşılacağı üzere, Hz. İbrahim oğlu Hz. İsmail Arapların
(Filistinlilerin de) atası, Hz. İbrahim’in diğer oğlu Hz. İshak’ın oğlu Hz.
Yakup da İsrailoğulları’nın atasıdır.
Hz. İsmail, Hz. Yakup’un amcası olduğundan,
Hz. İsmail soyundan gelen Araplar ile Hz. Yakup soyundan gelen İsrailoğulları,
akraba olup, amcaoğullarıdırlar.
1.2. TARİHTE FİLİSTİNLİLERİN VE İSRAİLOĞULLARI’NIN
YAŞADIĞI
TOPRAKLAR
1.2.1. Amalekler
Tarih
kayıtlarına giren ilk Arap kavmi Amalek (Amâlika Kavmi)’tir. Amalek'in
geçmişiyle ilgili ilk kayıtlar, milattan önce ikinci bin yılın birinci
çeyreğine tarihlenen Hz. İbrâhim'in devriyle başlar. Köken itibarıyla öz Arap
(Arab-ı Âribe) oldukları belirtilen Amâlika'nın başlangıçta Bâbil çevresinde
otururken sonrasında Hicaz'a göç ettikleri, oradan da Necid, Teymâ, 'Umân,
Bahreyn, el-Cezîre (Yukarı Mezopotamya), Suriye, Filistin, Mısır ve
İfrîkıyye'ye (Tunus) kadar çok geniş bir bölgeye yayıldıkları belirtilir. Yani
Amalekler o dönmede güneyde Yemen'den kuzeyde Suriye ve Irak sınırına, doğuda
Basra Körfezi'nden batıda Akdeniz'e kadar geniş bir coğrafyaya yayılmış
durumdaydı.
Hz. İsmâil bu kavme peygamber olarak
gönderilmiş, Mısırlı olan ilk hanımını bu kavimden almıştır. Hz. Yûsuf da
Amâlika’ya mensup bir firavun zamanında Mısır’a götürülmüştür. Yine İslâm
tarihçilerine göre Kudüs’ün kurucuları ve Hicaz’ın ilk sakinleri de bu
kavimdir. Cürhümîler tarafından mağlûp edilene kadar Mekke’de hüküm
sürmüşlerdir. Kâbe’nin ikinci defa inşa edilişi de Amalikaların döneminde
olmuştur
Amâlika Kavmi’nin Yaşadığı
Bölgeyi Gösterir Harita
1.2.2. Filistinliler
Tarihte Filistinlilerin ismine ilk kez Mısır firavunu III.
Ramses’in 8. idare yılına (MÖ. 1190) tarihlenen Medinet-Habu Zafer Kitabesi’nde
rastlanır. Filistinliler, MÖ. 1190 tarihinde, Mısır firavunu III. Ramses’e
karşı verdikleri mücadeleyi kaybetmelerine rağmen, firavunun vassalı olarak bugünkü
Filistin’e yerleştirilmişlerdir. Ancak, Filistinliler zaman içerisinde Amalika
kavmi içerisinde erimiş ve Araplaşmışlardır. Bu nedenle Arab-ı Mustaribe olarak
adlandırılırlar.
1.2.3. İsrailoğulları
Hz. İbrahim ise başlangıçta karısı Sara ve
yeğeni Lût ile birlikte Kenan diyarı olarak da isimlendirilen bugünkü Filistin
topraklarında yaşamış ancak kıtlık nedeniyle buradan ayrılarak Mısır’a göç
etmiş, daha sonra tekrar bu topraklara dönmüştür. Onun oğulları ve torunları da
bu topraklar üzerinde yaşamışlardır. Hz. Yusuf zamanında (M.Ö. 1600’ler)
Mısır’a yerleşen İsrailoğulları yaklaşık 400 yıl bu ülkede yaşadıktan ve
firavunların baskılarına maruz kaldıktan sonra, Hz. Musa’nın önderliğinde bu
topraklardan çıkarılarak, bugünkü Filistin topraklarının sınırlarına kadar
götürülmüşlerdir (M.Ö. 1130’lar). Ancak bu topraklara, onlardan önce (M.Ö. 1070).
Filistinliler yerleşik durumdadır. Filistinliler demirden silahlara ve
İsrailoğullarından daha iyi bir askeri düzene sahiptiler. Bu yüzden
İsrailoğulları sahil şeridine değil de daha arkadaki (bugünkü Ürdün’e doğru) verimsiz
topraklara yerleşmek zorunda kalırlar.
Bu durumda, İsrailoğulları Filistin’e,
Filistinlilerden takriben 60 yıl sonra gelmişlerdir. Bu tarihten itibaren,
Filistin topraklarının gerçek sahibi olabilmek için, iki kavim arasında amansız
bir mücadele başlamıştır.
Kenan Bölgesini
Gösterir Harita
1.3. İLK KAN, SONSUZ KİN
İsrâiloğulları’nın Hz. Musa’nın önderliğinde
Mısır’dan çıkış yolculukları sırasında, bugün Sînâ yarımadasının güneyine ve el-'Arîş'in
güneydoğusuna düşen Refidim’de Amâlekîler’in saldırısına uğradıkları Tevrat’ta
geçmektedir. Tevrat’a göre Amâlika ile İsrâiloğulları arasındaki ezelî
düşmanlık, M.Ö. 1300’lü yılların başında gerçekleşen bu savaşla başlamıştır. Bu
durum Tevrat’ta şöyle anlatılır.
“Amalek'in Mısır'dan çıkışınız
sırasında yolda sana neler yaptığını hatırla! Yolda ansızın karşına çıkmış, sen
bitkin ve yorgun bir haldeyken senin gerinde kalan güçsüzleri öldürmüş;
Tanrı'dan korkmamıştı. Tanrınızın mülk edinmek üzere miras olarak size vereceği
ülkede sizi çevrenizdeki bütün düşmanlardan kurtarıp rahata kavuşturunca,
Amalek'in zikrini göklerin altından sileceksiniz. Bunu sakın unutma (Tevrat,
Tesniye, 25:17-19)”
İsrailoğulları Mısır'dan çıkışlarında güçlü ve yenilmez
görünmelerine rağmen, onlara ilk saldıran Amalek olmuştu. İsrailoğulları
her ne kadar bu savaşta yenilmeseler de Amalek kendilerinde tarih boyunca
unutamayacakları bir korku ve travma yaratmış, onların güçlerine olan
güvenlerini darmadağın etmişlerdi.
Yahudiler yaşadıkları travma nedeniyle, Amalek'e ait her şeyi yok
etme kararı aldılar ve bunun emrini kendilerine Rab Yahova’nın verdiğini iddia
ettiler.
“Şimdi git, Amalek'e
saldır! Onlara ait her şeyi tümüyle yok et, hiçbir şeyi esirgeme! Kadın erkek,
çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür! (Tanah, 1. Samuel 15:3)”
Bu katliam kararı tamamen uygulanmış ve İsrailoğulları
ele geçirdikleri memedeki çocukları dahi öldürmüşlerdir.
Buna karşılık yine Tevrat’ta bildirildiğine
göre, Amâlekler onların şehirlerini ele geçirdiklerinde, “kadınlardan kimseyi
öldürmemişler, küçükten büyüğe kadar hepsini esir alarak sürüp yollarına
gitmişlerdir.” (I. Samuel, 30/2).
Tevrat’ta bildirilen bu durum, iki kavmin
insani karakterleri arasındaki farklılığı açıkça ortaya koyuyor.
Yahudi inancında, Amalek'ten intikam almak, "İsrail Tanrısı'nın öcünü almak ve
O'nu onurlandırmak" (Çıkış 17:16) olarak kabul
edilir.
Tevrat’a göre Amalek'in zikrinin tamamen ortadan kaldırılması,
Filistin'e iyice yerleşilmesinden sonra gerçekleşecektir. (Çıkış 17:16). Bu
sebeple, Amalek ile savaş Yahudilere nesiller boyu yüklenen bir görev kabul
edilmiş, onların mutlak surette ortadan kaldırılması emredilmiştir.
Günümüzde İsrail için Amalek, özelde Filistinlileri,
genelde tüm Arapları ifade ediyor.
Son Filistin-İsrail çatışmasının başladığı günden bu yana, İsrailli
politikacılardan, din adamlarına kadar pek çok Yahudi, bugünkü Arapları ve
Filistinlileri, "Tevrat'ın
Yahudilere yok etmelerini emrettiği Amalekler" olarak
tanımlıyor ve Yahudi egemenliğini reddeden Arapların İsrail'den sürülmesini ya
da ortadan kaldırılmasını Tevrat'ın bir emri olarak kabul ediyor.
Atalarının dünyevi ihtiraslar ve kinle yazdıkları metinleri kutsal
sayıp, “Tanrının bir milletin katledilerek yeryüzünden silinmesini emrettiğine”
tüm dünyayı inandırmaya çalışıyorlar. Hem de o millet, Allah’a ve dinine iman
etmişken.
Esasen böyle yapmaları, tahrif ettikleri Tevrat’a yaslanarak,
katliamlarına teolojik bir zemin oluşturma çabasının ürünü. Böylelikle
yaptıklarını ilahi bir sebebe, Tanrının emrine dayandırarak meşrulaştırma,
tepkileri azaltma ve doğruluğunu tartışılır olmaktan çıkartmanın gayreti
içerisindeler.
3300 yıl önce, yerleşim anlaşmazlığı yüzünden yapılmış bir savaşın
yol açtığı travmatik ruh haliyle dünyayı ateşe vermeye girişiyorlar.
Dünya milletleri, İsrail’in insanlık için oluşturduğu büyük tehlikenin
henüz farkında değiller, kendirini de saracak “büyük ateşi” hipnoz
halinde bekliyorlar.
1.4. BEREKETLİ HİLAL Mİ, BEREKET DAİRESİ
Mİ?
“Kendisine
âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed'i) bir gece Mescid-i
Haram'dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren Allah'ın şanı
yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (İsra/1)
İsra Suresi ilk ayetinde yüce Allah, Mescid-i Aksa (Kudüs) ve etrafının,
iklim, coğrafya, yer altı, yerüstü zenginlikleri ile daha
bildiğimiz-bilmediğimiz pek çok zenginlikle bereketlendirildiğini haber
veriyor.
Gerçekten de Kudüs çevresinin
tarihi ve bugünü incelendiğinde, yer üstü, yeraltı ve deniz altında sayısız
zenginlere sahip olduğu, İlahi dinin ve pek çok Peygamberinin bu bölgeye
gönderildiği görülür.
ABD'li
Doğubilimci (oryantalist) James Nery Breasted’in ilk kez 1914’te bölge
için kullandığı “Bereketli Hilal” (Fertile Crescent) tanımlaması, bu
ifadeyle literatüre yerleşmiştir. Böylece, Kuran’ın bildirdiği toprakların
zenginlik dolu bereketi, 1914’te bilimin de literatürüne girmiştir.
Breasted’in Bereketli Hilali; Güneyde Arabistan Çölü ile
kuzeyde Doğu Anadolu Bölgesi dağlık
bölgesi arasındaki yerler ile Eski Babil toprakları ile hemen yakınındaki Elam'dan
(bugün İran'ın
güneybatısı) Dicle
ve Fırat
ırmakları ile Asur
topraklarına kadar uzanır, Zagros Dağları'ndan,
batıda Suriye üzerinden Akdeniz'e,
güney yönünde de Filistin'in güneyine kadar
olan toprakları içine alır.
Günümüzde, Bereketli hilal, Suriye, Lübnan, Filistin, Ürdün ve
Irak’ı tamamen, batı İran, Kuzey Arabistan ile Mısır’ın kuzey-doğusunu,
Türkiye’nin güney ve güneydoğusunu kısmen kapsamaktadır.
Breasted’in bölgeye Bereketli Hilal demesinin nedeni,
bölge ikliminin tarıma uygun ve topraklarının son derece verimli olması, ortaya
çıkan şeklin de hilale benzemesiydi.
James Nery Breasted’in
“Bereketli Hilal” Haritası
Ancak sahip olduğu koşullar ve
zenginlikleri (bereketi) itibariyle bölgenin “hilal” şeklinde
değerlendirilmesi kanaatimizce eksiktir.
Zira ayette geçen “havle”
kelimesi sözlükte; “etraf, çevre, güç, kuvvet” manalarına gelir. Ayetin mana ve
maksadı itibariyle havle kelimesinin buradaki en uygun karşılığı “etraf”tır.
“Taraf”
sözcüğünün çoğulu olan “Etraf” ise sözlükte; “taraflar,
dört yön” manalarına gelir.
Böylece ayette geçen “havle”
ifadesi, bütün taraflara doğru yani, dört yönlü bir genişleme ve yayılımı ifade
der ki bu da “daire”dir.
Bu nedenle, bölgeyi hilal değil, “daire”
şeklinde ele almak ve bölgedeki bereket yayılımını da göze alarak daha geniş
çizerek, Doğu Akdeniz havzası, Mısır’ın kuzey doğusu ile kuzey Arabistan’ı da
bölgeye dahil etmek gerekir. Nihayet, Doğu Akdeniz havzasının nice zenginlikler
barındırdığı bugün çok iyi biliniyor. Kuzey Arabistan’ın çölleri ise insanlık
için en büyük zenginlik olan İslam’ın ve onun Peygamberinin gönderildiği
bölgedir.
Bu itibarla, bahsi geçen bereket
diyarını tam anlamıyla ortaya koyabilmek için,
Kudüs merkezli bir daire çizmek ve ulaşılan bölgeyi “Bereketli Hilal” yerine “Bereket
Dairesi” ifadesiyle tanımlamak kanaatimizce daha isabetli olacaktır.
“Bereket Dairesi” Haritası
1.4.1. Bölgenin İnsanlık İçin
Önemi
Bölge insanlık
tarihinde olağanüstü bir öneme, vazgeçilmez bir değere sahiptir. Bu topraklar
tarihte ilklerin gerçekleştiği yerdir.
Dünya tarihinde ilk uygarlıklar bu bölgede doğmuş, asırlar boyu
nice toplumlara ev sahipliği yapan bu bölge, medeniyetin bugünkü haline
gelmesinde öncü rol oynamıştır.
Yeryüzünde ilk tarım, bu bölgede başlamıştır. Yine bölge
hayvanların ilk evcilleştirildiği yerdir. Tarımla birlikte ilk yerleşik hayata
geçiş yine bu bölgede olmuştur.
İnsanlık tarihine yön veren tekerlek, yazı, savaş aletleri gibi pek
çok icat ve sulu tarıma geçiş de bu topraklarda gerçekleşmiştir.
Bu coğrafya, çok önemli ticaret merkezlerini ve çeşitli yolları
üzerinde bulundurmaktadır. Bölge ticaretin doğmasına ve gelişmesine öncülük
etmiştir.
Bölgenin bir diğer önemi ise modern dünyanın toplumsal, kültürel ve
politik yapısına dair ilk adımların atılmış, ilk örgütlenmelerin ortaya çıkmış
olmasıdır. Bu yapılar ise günümüzde “devlet” olarak isimlendirdiğimiz kavramın
doğuşuna zemin hazırlamıştır.
Öte yandan yüce Allah, insanlık tarihi boyunca hak dini bu
topraklara indirmiş, tebliğ Peygamberlerini bu topraklara göndermiş ve bu
topraklar İlahi Bereketin yeryüzüyle buluştuğu alan olmuştur.
Bölge öylesine
eşsiz özelliklere sahiptir ki, bir gün dünyada medeniyet yok olsa ve bir tek bu
bölgede yaşam kalsa, insanoğlu kendine yetebilir ve medeniyeti yeniden
kurabilir
Tarihteki önemi saymakla bitmeyecek pek çok şeyin yanında, bölge
günümüzde de sahip olduğu zenginliklerle ön planda yerini almaya devam ediyor.
Dünya tarımının önemli merkezlerinden biri olmaya devam eden
bölgenin asıl önemi ise çok yüksek hacimde petrol ve doğalgaz yataklarına ev
sahipliği yapıyor olması. Öyle ki dünyadaki fosil yakıt (petrol/doğalgaz)
kaynaklarının yarısı bu bölgede bulunuyor ve dünya enerji ihtiyacının
karşılanmasında bölge vazgeçilmez durumda.
Tüm bu müstesna özellikleriyle bölge, dünya güçlerinin ona sahip
olma ve kontrolünü elinde tutma mücadelesine şiddetle maruz kalıyor. Bölgenin
zenginliklerine göz diken emperyal güçler, yüzyıllardır bölgede fitne-fesatla
çıkardıkları çatışma ve savaşlarla, bölgeden kan ve gözyaşını eksik etmiyorlar.
Bugün de bölgedeki trajedi artarak devam ediyor.
Hülasa, Allah’ın bereketli kıldığı belde, yine Kuran’da işaret
edildiği gibi insanoğlunun bitmeyen yeryüzü bozgunculuğuna sahne olmaya devam ediyor.
1.5. ORTADOĞU’DAKİ ATEŞ ÇEMBERİ, VAADEDİLMİŞ
TOPRAKLAR
(ARZ-I MEV’UD) KANDIRMACASI
19. yüzyılın
sonlarında Yahudi milliyetçiğini
temel alan ideolojik fikir hareketi
olarak doğan Siyonizmin temel gayesi, dünyadaki tüm Yahudileri Sion
(Kudüs) merkezli Eretz Israel (İsrail Diyarı)’de toplamak ve bu topraklarda egemen
bir Yahudi devletinin tekrar kurulmasını sağlamaktı.
Bu nedenle,
Siyonizmin temel argümanlarından biri, Sion (Kudüs) merkezli İsrail Diyarı’nın,
Tanrı tarafından Yahudilere “Vaadedilmiş Topraklar (Arz-ı Mevud)”
olduğu inanç ve iddiasıdır.
Yahudiler bu
iddialarını muharref Tevrat (Eski Ahit)’a dayandırırlar. Buna göre, Tanrının kendilerine
mülk olarak vaadettiği bu toprakları, ne pahasına olursa olsun ele geçirmenin
ve burada devlet kurarak egemen olmanın Yahudilere hak olduğuna inanırlar.
Yahudi kutsal metinlerinde vaadedilmiş toprakların kesin sınırları
bildirilmemekle birlikte, “Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat
ırmağına kadar olan bölge” (Tekvîn, 15/8) şeklinde geçmektedir.
Tevrat’ta verilen diğer bilgiler de değerlendirildiğinde bu toprakların; Filistin’de
Kudüs’ü merkez aldığı, güneyde Mısır ve Suudi Arabistan’ın kuzey kısmını,
doğuda Ürün ve Irak’ın tamamı ile İran’ın batı kısmını, kuzeyde, Suriye’nin
tamamı ile Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmını (20 il) içine aldığı, batıda ise
Akdeniz’e kadar uzandığı anlaşılmaktadır.
Vaadedilmiş Topraklar
(Arz-ı Mevud) Haritası
Arz-ı mev‘ûdla ilgili ilk ahid, Rab Yahova ile Hz. İbrâhim arasında
yapılmıştır. (Tekvîn, 13/14-17). “Ve senin gurbet diyarını, bütün Ken‘an
diyarını sana ve senden sonra zürriyetine ebedî mülk olarak vereceğim ve
onların Allah’ı olacağım” (Tekvîn, 17/8).
Tevrat’a göre, Yahova ile sırasıyla Hz. İshak, Hz. Yakūb, Hz. Musa
arasında da ahid yapılmıştır.
Tevrat’ta Hz Musa ile yapılan ahidde şöyle denilir. “Bunun için İsrâiloğulları’na
söyle. Ben rabbim. Sizi Mısırlılar’ın yükleri altından çıkaracağım..., sizi
kendim için bir kavim olarak alacağım ve size Allah olacağım... ve İbrâhim’e,
İshak’a Ya‘kūb’a vermek için yemin ettiğim diyara sizi getireceğim ve onu size
miras olarak vereceğim” (Çıkış, 6/2-8).
Arz-ı mev’ûd tabiri Kur’ân-ı Kerîm’de geçmemekle birlikte, Hz. İbrâhim ve
Lût’un “bereketli kılınmış” bir diyara ulaştırıldıkları bildirilmektedir. (Enbiyâ
21/71).
Kuran’ın bildirdiğine göre, İsrâiloğullarını firavundan kurtarıp, Mısır’dan çıkarmakla vazifelendirilen Hz.
Mûsâ da, “Ey kavmim! Allah’ın sizin için yazmış olduğu arz-ı mukaddese giriniz
ve arkanıza dönmeyiniz; sonra hüsrana uğrayanlardan olursunuz” (Mâide 5/21)
demiştir.
Bu açıklamalardan sonra belirtmek gerekir ki, bugün Yahudilerin,
vaadedilmiş toprakların Tanrı tarafından yalnız Yahudi ırkına mülk olarak
verildiği, bu topraklara sahip ve egemen olmanın Yahudi ırkına bahşedilmiş bir
hak olduğu, bu yolda verilecek her türlü mücadelenin meşru hatta kutsal olduğu
iddiaları, gerek Tevrat’la, gerekse Kuran’ın hükümleriyle örtüşmez. Şöyle ki;
Vaad İsmailoğulları İçin de
Geçerlidir. Öncelikle Vaad Hz. İbrâhim’e ve zürriyetine yapıldığına göre,
İshak soyundan gelen Yahudiler kadar, İsmâil neslinden gelenlerin de o
topraklarda hakkı olmalıdır. Öyleyse Müslümanlar da şartlarını yerine
getirirlerse Allah’ın vadettiği Mukaddes Topraklara sahip olma hakkına
sahiptirler. Tarihi gerçek de böyle olmuş, fetihten itibaren bu topraklar
Müslümanlara yurt olagelmiştir.
Ancak Kitâb-ı Mukaddes geleneği daha sonra, kasıtlı şekilde, Hz. İsmâil’i
devre dışı bırakarak vaadin, Hz. İshak ve onun zürriyetine ait olduğunu
belirtmektedir (Tekvîn, 21/12). Bu, dinin tahrifi yoluyla aldatmaya
kalkışmaktır.
Vaad Ahid Şartlarının Yerine
Getirilmesiyle Hak Edilecektir. Öte yandan, İsrailoğullarıyla yapılan
ahidler sınırsız ve ebedi olmayıp, vaadin gerçekleşmesi şartların yerine
getirilmesine bağlanmıştır. Tevrat’ın birçok yerinde arz-ı mev‘ûd için uyulması
gereken kurallar ayrıntılarıyla bildirilmiştir.
“Yollarınızı ve işlerinizi ıslah edin, sizi bu
yerde oturturum. Yollarınızı ve işlerinizi iyice ıslah ederseniz, bir adamla
komşusu arasında tam adalet ederseniz, garibi, öksüzü ve dul kadını mağdur
etmezseniz, bu yerde suçsuz kanı dökmezseniz, kendi ziyanınıza olarak başka
ilâhların ardınca yürümezseniz o zaman bu yerde, ezelden ebede kadar
atalarınıza vermiş olduğum diyarda sizi oturturum” (Yeremya, 7/1-7).
Ahdin şartlarına uyulmadığı, Rabbin emirleri yerine getirilmediği, O’nun
kanunları reddedildiği, şeriattaki emirler tutulmadığı takdirde ise başlarına
her türlü felâket gelecek, Rab Yahova onlardan nefret edip onlara karşı öfke
ile yürüyecek, mülk edinmek için girdikleri diyardan koparılacaklardır
(Tesniye, 28/63).
“Çünkü memlekette doğru adamlar oturacaklar ve
kâmiller orada kalacaklardır. Fakat kötü adamlar memleketten atılacaklar ve
hainler oradan söküleceklerdir” (Süleyman’ın Meselleri, 2/21-22).
Kuran’a göre de İsrâiloğulları bu ahidlere riayet etmeleri şartıyla vaade
hak kazanacaklar, aksi takdirde bundan mahrum kalacaklardı.
“Andolsun, Allah İsrailoğullarından sağlam söz
almıştı. Onlardan on iki temsilci seçmiştik. Allah, şöyle demişti: Sizinle
beraberim. Andolsun eğer namazı kılar, zekâtı verir ve elçilerime inanır,
onları desteklerseniz, (fakirlere gönülden yardımda bulunarak) Allah'a güzel
bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim ve andolsun sizi,
içinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Ama bundan sonra sizden kim inkâr
ederse, mutlaka o, dümdüz yoldan sapmıştır." (Mâide 5/12).
İsrailoğulları
layık oldukları sürece bu topraklara sahip olmuşlar, isyan edip, liyakatlerini
kaybettiklerinde aynı yerler başka kavimlere yurt olmuştur.
İsrailoğulları Ahde Uymamışlardır. Kuran’da
da bildirildiği üzere, İsrâiloğulları tarihleri boyunca Rab Yahova ile yapılan
ahde sadık kalmamış, Allah’ın emirlerine boyun eğmemiş, yapılan ahidlere vefa
göstermemiş, hatta Allah’ın elçilerini öldürüp fesat çıkarmışlardır.
“İşte, verdikleri sözlerini bozmaları
sebebiyledir ki onları (İsrailoğullarını) lânetledik, kalplerini de kaskatı
kıldık. Kelimeleri yerlerinden kaydırarak (tahrif edip) değiştiriyorlar.
Akıllarından çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir kısmını da unuttular. İçlerinden
pek azı hariç, onların daima bir hainliğini görüyorsun. Yine de sen onları
affet ve aldırış etme. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.” (Mâide 5/13).
“Vaktiyle Rabbi İbrahim’i bazı sözlerle
sınayıp da İbrahim onları eksiksiz yerine getirince, Ben seni insanlara önder
yapacağım buyurmuştu. İbrahim soyumdan da deyince Rabbi vaadim zalimleri
kapsamaz buyurdu.” (Bakara 2/124)
Tevrat’ta da İsrailoğullarının ahdi her seferinde bozdukları pek çok kere vurgulanmaktadır.
Hz. Mûsâ zamanında yapılan ahid, İsrâiloğulları’nın altın buzağıya
tapmalarıyla bozulmuş, çölde ahid tekrar yenilenerek arz-ı mev’ûda girilince
uyulması gereken kurallar belirtilmiş, fakat İsrâiloğulları her defasında ahdi
çiğneyip Rabbe isyan etmişlerdir.
Hz. Mûsâ önderliğinde Mısır’dan çıkıp Kenan’a geldiklerinde (iki kişi
hariç) İsrailoğolları oraya girmenin tehlikeli olduğunu belirtmişler ve tekrar
Mısır’a dönmeyi arzuladıklarını bildirmişlerdir. Bunun üzerine Rab Yahova
onları mirastan mahrum edeceğini bildirmiş ve orayı onlara kırk yıl haram
kılmıştır (Sayılar, 14/33-34). Bu durumdan Kuran’da
şöyle bahsedilir;
“Dediler ki: "Ey Mûsâ! O (dediğin)
topraklarda gayet güçlü, zorba bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça, biz
oraya asla giremeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa, biz de gireriz” (Mâide
5/22).
“Allah, şöyle dedi: "O hâlde, orası
onlara kırk yıl haram kılınmıştır. Bu süre içinde yeryüzünde şaşkın şaşkın
dönüp dolaşacaklar. Artık böyle yoldan çıkmış kavme üzülme” (Mâide
5/26).
İsrailoğullarının nasıl Rabbe isyan ettikleri, ahdi nasıl bozdukları, Tevrat’ta
şöyle anlatılır.
Zira
İsrâiloğulları “sert enseli bir kavim”dir (Çıkış, 32/9; 33/3; 34/9; Tesniye,
9/6, 13);
Mısır
diyarından çıktıkları günden beri Rabbe âsi olmuşlardır (Tesniye, 9/7);
Öküz
kendi sahibini, eşek de efendisinin yemliğini bildi de İsrâil Rabbini bilmedi.
(İşaya, 1/2-3);
İsrâiloğulları
suçlu bir millettir, haksızlığı yüklenmiş kavimdir, kötülük işleyenlerin
zürriyetidir. Rabbi bırakmışlar (İşaya, 1/4),
Ahdi
bozmuşlar (Tesniye, 31/16, 20; Yeremya, 11/10),
Başka
ilâhların ardında gitmişlerdir (Yeremya, 11/10).
Ahde
riayet etmeyen arz-ı mev‘ûddan mahrum kalacak ve lânetlenecektir (Yeremya,
11/3).
Allah Arzı Salih Kullara Vaadediyor.
Kuran’da, arza belli ırk ya da kavme mensup olanların değil, sâlih kulların
vâris kılınacağı ve bu ilâhî kanunun bütün mukaddes kitapların hükmü olduğu
bildirilmiştir.
“Andolsun ki, zikirden (Tevrat’dan) sonra
Zebur’da: Şüphesiz yeryüzüne iyi kullarım varis olacaktır diye yazdık.”
(Enbiya: 21/105).
Salih kulların
özellikleri, yine Kuran’da tarif edilir;
“Onlar ki, eğer kendilerine yeryüzünde yurt ve
iktidar verirsek namazı kılar, zekatı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten
menederler, işlerin sonu Allah’a varır.” (Hac: 22/41).
Bugün yeryüzünde
zulümde sınır tanımayan, mukaddes topraklarda başkalarına hayat hakkı tanımayıp,
yerlerinden yurtlarından eden siyonist Yahudilerin, Kuran’ın salih kul tanımına
uymadığı aşikar.
Tüm bu
izahlardan anlaşılacağı üzere, siyonist Yahudilerin vaadedilmiş topraklar
üzerine serdettikleri iddialar, teolojik,
tarihi ve sosyolojik, hukuksal, siyasi yönlerden tamamıyla temelsiz ve tutarsızdır.
1.5.1. Büyük İsrail Hayali
Asıl mesele ise,
İsrail’in bugün haritada 10 ülkeye denk gelen bu topraklar üzerindeki
emellerini sürdürmesi ve büyük İsrail hayalini dillendirmekten çekinmemesidir.
Esasen bu hayal bugün, Filistin, Ürdün,
Lübnan, Suriye, Irak ve Kuveyt topraklarının tamamının, Mısır, Suudi Arabistan,
Türkiye ve İran topraklarının bir kısmının İsrail toprağı olması manasına
geliyor. Türkiye’den; Hatay, Adana,
Niğde, Osmaniye, Kahraman Maraş, Gazi Antep, Kilis, Şanlı Urfa, Adıyaman,
Malatya, Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Batman, Bingöl, Muş, Bitlis, Siirt,
Hakkari, Van olmak üzere tam 20 il bu topraklara dahil edilmek isteniyor.
Vaadedilmiş Topraklara Türkiye’den Dahil Olan Kısmı
Gösterir Harita
Bugünkü İsrail Devleti, tam on ülkenin
toprakları üzerinde bir Büyük İsrail Devleti kurma hayalini açıkça izhar
edebiliyor. Bu yönde açık haritalar yayınlıyor, politikacılar açıklama yapıyor,
İsrailli çocuklar okulda, evde büyük İsrail devletini kurma hayaliyle
besleniyor.
İşin aslı, Yahudiler bu hülyadan tarih
boyunca vazgeçmediler. 1948 yılında, bir avuç Filistin toprağında kurulan
İsrail Devleti, o günden bu yana, kan dökerek, topraklarını sürekli genişletti.
Bugün ise yaşanan son çatışmayla, Filistin’in tamamı İsrail toprağı olmak
üzere. İsrail vaadedilmiş topraklar üzerinde, durmaksızın genişlemeye devam
ediyor.
Öte yandan, İsrail tüm bu kanlı yayılmacı eylemlerinde
başta Amerika olmak üzere Batılı yandaşlarından destek ve himaye görüyor. Öyle
ki büyük İsrail’in kurulması ve güvenliğinin sağlanması planı, 2010 yılından
itibaren “Arap Baharı” operasyonuyla uygulamaya konuldu. Bu operasyonla, Kuzey
Afrika’dan başlayarak Ortadoğu’da pek çok ülkenin yönetimleri değişti. Sırada
ise sınırların değişmesi var ve bu artık sır değil.
Bu yönde İsrail’e koşulsuz desteğini
açıklayan Amerika, olası değişimi en yetkili ağızlardan duyurmakta beis
görmüyor. Dönemin Ulusal Güvenlik Danışmanı (2005-2009
dönemi Dışişleri Bakanı) görevinde bulunan Condoleezza Rice, 2003’te yaptığı açıklamada, Ortadoğu’da Türkiye dahil
22 ülkenin değişeceğini söylerken, elbette bunun Amerikan gücüyle sağlanacağını
da ilan etmiş oluyordu.
Bu aynı zamanda, İsrail-Amerika ikilisi ve
Batılı müttefiklerinin, günümüz modern dünyasında, insanlığa yaptıkları
bir savaş ilanıdır. Muhteris yandaşlar, Filistin’de yaktıkları ateşi harlamanın
peşindeler, ta ki Ortadoğu’yu, sonra tüm dünyayı saracak bir ateş çemberine
dönüşsün.
Batının yakalandığı bu akıl tutulması, dünyayı
yakacak bir “büyük ateşe”
dönüşmek üzere.
1.6. YERYÜZÜNÜN İFSADI SİYONİZM
İsmi milletlerin
babası manasına gelen Hz. İbrahim (Abraham) Peygamberin oğlu Hz. İshak’tan olma
torunu Hz. Yakup, İsrail olarak anılır. Hz. Yakup’un on iki oğlundan gelen on
iki kabile de İsrailoğullarıdır.
Hz. İbrahim
döneminden bu yana Kenan Diyarı (Filistin)’nda yaşayan İsrailoğulları, tarih
boyunca, istilalar, kuraklık vb. nedenlerle Kenan’dan ayrılış ve geri dönüşler
yaşamışlardır.
İlk olarak M.Ö.
2200’lü yıllarda bu topraklarda yaşayan Hz. İbrahim kıtlık nedeniyle Mısır’a
göç etmiş, daha sonra tekrar Kenan (Filistin)’a dönmüştür.
Hz. Yusuf
zamanında (M.Ö. 1600’ler) yine Mısır’a yerleşen İsrailoğulları, yaklaşık 400
yıl sonra, Hz. Musa’nın önderliğinde bugünkü Filistin topraklarına kadar gelmişlerdir
(M.Ö. 1130’lar).
M.Ö. 608’e gelindiğinde, Filistin toprakları, Babil
Krallığı tarafından istilaya uğramış, bu istila sırasında Süleyman Mabedi
yıkılmış ve İsrailoğulları Babil’e sürgün edilmiştir. Bu olay İsrailoğullarının
tarihinde “Babil Sürgünü / Birinci
Sürgün” olarak geçer.
M.S. 66’da ise bu kez Filistin Roma Krallığı
tarafından istila edilmiş, İsrailoğullarının çoğu öldürülmüş kalanları ise Roma
Krallığının en uzak bölgelerine sürülmüşlerdir. Bu ise “İkinci Sürgün” olarak adlandırılır.
Tarihsel süreç göz önüne alındığında, bu sürgünden
itibaren Filistin’de yok denecek kadar az bir nüfusa sahip olan İsrailoğullarının
bir devlet olarak bölgeye hâkim oldukları sürenin göreceli olarak kısa olduğu görülür.
Roma sürgünüyle yurtsuz kalan Yahudiler, dünya
üzerinde pek çok ülkeye yayılmışlar, böylece Yahudi diasporası (kopuş-dağınıklık) oluşmuştur.
Yaşadıkları pek çok ülkede, sosyal, siyasi, ekonomik
pek çok probleme sebep oldukları, fesad çıkardıkları gerekçesiyle ve özellikle
de dine dayalı nedenlerle Yahudi
karşıtlığı (antisemitizim) oluşmuş, buralarda Yahudiler dışlanmış ve kötü
muamele görmüşlerdir.
Hıristiyan dünyasında antisemitizmin kökenleri
esasen dine dayanmaktaydı. Hıristiyanlar, Yahudilerin tümünü İsa’nın
öldürülmesinden sorumlu tutuyordu. Buna göre, gerek İsa’nın ölümü sırasında
hazır bulunan Yahudiler, gerekse toplu olarak Yahudi halkı, Tanrı öldürme
suçunu işlemişlerdi. Böylece Tanrıyı öldürme suçlaması, Avrupa ve Amerika’daki
Yahudilere karşı nefrete dönüşmüştür. Bunun yansıması olarak Yahudiler, birinci
ve ikinci haçlı seferleri sırasında ciddi saldırılara maruz kalmışlardır.
İspanyol Engizisyonu, 1290 yılında
tüm Yahudilerin İngiltere’den,
1396 yılında Fransa’dan, 1421 yılında Avusturya’dan, 1492'de İspanya'dan,
1497'de Portekiz'den kovulmaları, çeşitli pogromlar ve 1941
ve 1945 yılları arasında Nazi Almanya’sının
gerçekleştirdiği holokost, Yahudilerin gördüğü sürgünler
arasında gösterilebilir.
Bütün bu sürgünlerle 1800’lerin sonlarına kadar
Filistin topraklarından uzak kalan Yahudiler, Filistin’e dönme hayalini hiçbir
zaman kaybetmemiş, hep korumuşlardır.
Yahudilerin dünya üzerinde dağınık ve zillet halinde
yaşadıkları 19. Yüzyılın son çeyreğinde, bir çözüm önerisi olarak Siyonizm kavramı ortaya atılmıştır.
Siyonizm ilk olarak, 1890 yılında, Avusturyalı Yahudi
yayımcı Nathan Birnbaum tarafından, kendi çıkarttığı Selbstemanzipation adlı
gazetede, Yahudi milliyetçiliğini tanımlamak için bir terim olarak
kullanılmıştır.
Sonrasında, Avusturya-Macaristanlı gazeteci
Theodor Herzl tarafından 1897 yılında yayımlanan Der Judenstaat (Yahudi Devleti) isimli kitapla birlikte
siyonizm siyasi bir hüviyet kazanmıştır.
Siyonizm kelimesi, İbranicedeki Siyon sözcüğünden gelir ve Kudüs yakınlarında bulunan Siyon Dağı'na dayandırılır.
Sonraları Siyon, tüm Kudüs şehrini ve İsrail Diyarı'nı ifade edecek manada
kullanılmaya başlanmıştır.
Siyasi manada Siyonizm ise; 19. Yüzyılın sonlarında doğmuş, Yahudi milliyetçiğini
temel alan, Yahudileri Siyon (Kudüs)
merkezli İsrail Diyarı (Eretz Israel)’de toplamak ve Yahudi devletinin asırlar
sonra yeniden kurulmasını sağlamak amacını güden bir ideolojidir.
Siyonizm, siyasi
olduğu kadar, zaman içerisinde tarihi, kültürel, teolojik unsurlardan beslenmiş,
yıkıcı bir yaklaşımdır.
Siyonizm, Siyon
(Kudüs) merkezli İsrail Diyarı’nın, Tanrı tarafından Yahudilere “Vaadedilmiş Topraklar (Arz-ı Mevud)”
olduğunu iddia eder. Bu iddialarını muharref Tevrat (Eski Ahit)’a dayandıran Yahudiler,
Tanrının kendilerine vaadettiği bu toprakları, ne pahasına olursa olsun ele
geçirmenin ve burada devlet kurmanın hakları olduğuna inanırlar.
1.6.1. Hedefteki Osmanlı
Siyonizm, söylem ve emelleriyle
daha baştan sorunludur. Kudüs merkezli İsrail Diyarı denilen yer, o dönemde
Osmanlı toprağıdır ve orada Osmanlı tebâsı Filistinliler yaşamaktadır, bölgenin
adı da Filistin’dir.
Bu haliyle siyonizm, daha baştan
saldırgan biçimde Osmanlı toprağına göz dikmekte, Filistin halkını yerinden
edeceğini açıkça ilan etme cüretini göstermektedir.
Nitekim siyonizmin kurucusu
sayılan Theodor Herzl, dönemin
Osmanlı padişahı II. Abdülhamid’le beş kez görüşerek, Osmanlının borçlarını
kapatma teklifiyle Filistin’den toprak talep etmiş, ancak Abdülhamid bu
tekliflerin tamamını reddederek, Yahudilere Filistin’den toprak vermemiştir.
Herzl bu durumu anılarında, “Filistin’de
toprak edinmemiz için Osmanlının dağılmasını beklememiz gerekecek”
şeklinde ifade etmiştir. Ancak gerçekte Yahudiler beklememiş, öncelikle
Abdülhamid’in tahttan indirilmesi, ardından Osmanlının yıkılması için,
İngilizlerle işbirliği halinde, aktif rol oynamışlardır.
Bu durum, en başından siyonizm
karşısında bizi taraf yapıyor.
1.6.2. Yahudilerin Dini Tahrifi
Yahudilikte gerek
yaşamsal, gerekse zihinsel plan, tamamen din eksenli (teokratik)’dir. Yahudilerin
toprağı olmadan varlığının devamlılığını
sağlayan tek unsur dinleri olmuştur. Tüm
hayatlarını dine göre tanzim eden Yahudilerin kuracakları devlet (Tanrının Krallığı)
de teokratik devlet olacaktır.
Nitekim, İsviçre’nin Basel
şehrinde düzenlenen Siyonizm kongresinde Yahudi devletinin nerede kurulacağı
tartışılmış ve Tanrı’nın vaadettiği Kudüs (Filistin toprakları)’te kurulmasına
karar verilmiştir. Böylece vaadedilmiş topraklar inancı, Siyonizmin arkasına
aldığı teolojik temellerden biri olmuştur.
Öte yandan, Yahudilikte “Din”
muharref Tevrat (Eski Ahid)’tır. Tevrat’ın tahrif edilmiş olduğunu bize Kuran
bildirir.
“Yahudilerden öyleleri var ki, (kelimeleri
yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek onları anlamlarından uzaklaştırırlar.
Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak “İşittik, karşı geldik”, “İşit,
işitmez olası!” “Râ'inâ” derler. Hâlbuki onlar, “İşittik ve itaat ettik; dinle
ve bize bak” deselerdi bu kendileri için daha hayırlı olurdu. Fakat Allah,
küfürleri yüzünden kendilerini lânetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler.”
(Nisa/46)
“Onlardan bir grup, okuduklarını kitaptan
sanasınız diye kitabı okurken, dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları
kitaptan değildir. Söyledikleri, Allah katından olmadığı halde, Bu Allah
katındandır derler. Onlar bile bile Allah’a iftirâ ediyorlar.” (Âl-i
imran, 3/78)
Siyonizmin ideolojik kurgusu ve
çizdiği hedefler de kaynağını muharref Tevrat’tan alır. Bu durum iki önemli
nedene dayanır.
Birincisi; Yahudiler böyle yaparak, Tevrat’ın kendilerine sağladığı
sözde ayrıcalık ve avantajlarından faydalanmak isterler. Zira Tevrat’a göre,
Yahudiler seçilmiş, üstün ırktır, vaadedilmiş topraklardan başka tüm dünyaya ve
tüm insanlara egemen olmaya hakları vardır, Yahudi olmayanın malları hatta
canı, Yahudi’ye helaldir. Yahudiler tüm insanların kendilerine boyun eğmek ve
itaat etmek zorunda olduğuna inanırlar.
“Siz benim için kutsal olacaksınız. Çünkü ben,
Rab, kutsalım ve ben sizi diğer kavimlerden benim olasınız diye ayırdım.” (Lev,
20:26)
“Siz Tanrı’nız Rab için kutsal bir kavimsiniz.
Tanrı’nız Rab kendi has kavmi olmanız için yeryüzündeki bütün milletler
arasından sizi seçti.” (Tesniye, 7:6)
İkincisi ise; Yahudilerin söylediklerine ve yaptıklarına meşruiyet
zemini kazandırmayı ve itaati amaçlamalarıdır. Uydurulmuş bir söze Tanrı sözü
denmesinden maksat, insanların ona karşı gelmekten çekinmeleri ve kolay
kabullenmeleri beklentisidir. İnsanları aldatmanın en sefil ama kolay yolu,
Tanrıyla aldatmaktır.
‘‘Ey
insanlar! Allah'ın vaadi haktır. O halde dünya hayatı sizi aldatmasın. Aldatan
sizi Allah ile aldatmasın.’’ (Fâtır/5)
1.6.3. Din
Beşeri Olursa
İşte asıl mesele ve tarihten günümüze pek çok sorunun
kaynağı, ilahi dinin tahrif edilmesi, insan eliyle bozulmasıdır. Din ilahidir,
beşeri olamaz. Din yaratıcının, yarattığı insanı bilip, onun dünyevi ve uhrevi
mutluluğu için tanzim ettiği nizamdır. İnanç adına beşer elinden çıkan her
türlü nizam, beşeri malüliyet ve dünyevi ihtirasla yüklü olacaktır. Din beşeri
olursa, yeryüzünde karışıklık ve bozgunculuk kaçınılmaz olur.
Nitekim Yahudiler Hz. İbrahim’den bu yana ilahi dini eğip
bükmüşler, peygamberlerini öldürmüşler, kendi yazdıkları metinlere “bu Tanrının
sözüdür” deyip hem Rabbe iftira etmişler, hem de yeryüzünü ifsad edip,
bozgunculuk yapmışlardır. Bugün de yeryüzünde yaşanan pek çok problemin
temelinde ilahi dinin tahrif edilmesi ve Yahudilerin ifsadı yatmaktadır. Bugün
siyonist Yahudiler, dünyadaki savaşların, karışıklıkların, zulüm ve haksızlığın
ya bizzat içindedir ya da kışkırtıcısı veya destekçisidir. Bu onların tabiatı
ve değişmez misyonudur.
Hülasa, Siyonizm radikal Yahudiliğin ilahi dini tahrif
edip, sapkın bir ideolojinin hizmetine verme çabasıdır.
1.6.4. Siyonizmin
Hedefleri
Siyonizm ideolojik kurgusunu, hareket tarzını,
hedeflerini, hatta bu hedeflerin sıralamasını da muharref Tevrat’tan alır.
Tevrat’taki
Akışa Göre Siyonizmin Hedefleri;
1. Dünya
Yahudilerinin Siyon (Kudüs)’a dönüşünün sağlanması,
2. Siyon
merkezli Yahudi devletinin kurulması,
3. Vaadedilmiş
Toprakların ele geçirilmesi (savaş),
4. Mesih’in
gelmesi için savaşlar çıkarılması,
5. Mesih’in
gelmesi ve Süleyman Mabedini yapması,
6. Mesih’in
büyük savaşta, inanmayanları (Yahudi olmayanları) öldürmesi,
7. Mesih’in
dünyada tüm insanlığın üzerine Yahudileri hakim kılması,
8. Bu
düzende bin yıllık dönemin yaşanmasıdır.
Siyonist ideolojide;
Kudüs’te toplanma; milli birliği,
Devlet kurma; siyasi egemenliği,
Vaadedilmiş topraklar; yurdu, vatanı,
Savaşlar çıkarılması; Mesihe çağrıyı
Süleyman Mabedinin inşası; Tanrının desteğini
İnsanlık üzerine hakimiyet; seçilmiş milleti
Bin yıllık dönem; bu dünyadaki cenneti temsil etmektedir.
1.6.4.1. / 1.Hedef:
Dünya Yahudilerinin Siyon (Kudüs)’a Dönüşünün Sağlanması
Siyonizmin öncelikli
hedefi, Yahudilerin Kudüs’e dönmelerini sağlamaktı. Bu, tüm dünyadaki
Yahudilerin Filistin’e göç etmesi anlamına geliyordu. Bunun için öncelikle pek
çok ülkeye yayılmış Yahudileri Filistin’e göçe ikna etmek gerekiyordu.
Siyonizm, kurduğu örgütlerle, dünya çapında bir Yahudi göçünün organizesi için
uzun yıllar yoğun çaba harcamıştır.
Yahudilerin Filistin’e göçü, Kudüs’ün Yahudi
inancındaki yeri gibi dini ve kültürel nedenler, Rusya, Orta ve Doğu Avrupa
ülkelerinde Yahudilere karşı yapılan baskı, zulüm ve sürgünler gibi siyasal
nedenler ve ayrıca ekonomik nedenlere bağlı olarak gerçekleşmiştir.
Ancak batılı devletler için amaç bambaşkaydı. Onlar,
ülkelerinde sebep oldukları türlü sorunlar yüzünden Yahudileri göndermek,
ülkelerini Yahudilerden temizlemek istiyorlardı. Bu yüzden tüm Avrupa ve Rusya,
Yahudi göçlerinin hem sebeplerini hazırlamış, hem de göçü hararetle
desteklemiştir.
Yahudilerin Filistin’e
göçü, 19. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren süreklilik kazanmıştır. Bu dönemde
göçenler genellikle yaşadıkları ülkelerde gördükleri kötü muameleden kaçan Yahudilerdi.
1897 tarihinde kurulan ve başkanlığını Theodor Herzl’in yaptığı Dünya Siyonist Teşkilatı bu amaçla
Filistin Yahudi Ajansını ve Yahudi Ulusal Fonu kurdu. Bu iki yapı, Yahudilerin
tüm dünyadan Filistin’e göçlerini teşvik ve organize ettiği gibi, gelenlerin,
barınma ve geçimlerinin temini konusunda da yardım sağlıyordu.
1917’de İngilizlerin Filistin’i işgaliyle bu topraklar
Osmanlının elinden çıkmış, aynı yıl İngiliz dışişleri bakanının ismiyle anılan
Balfour Deklarasyonu, Yahudilere Filistin’de yurt edinmenin yolunu açmıştır.
1922 yılında Milletler Cemiyetinin İngiltere’nin Filistin’deki Manda Yönetimini
onaylaması ve 21 Eylül 1922 tarihinde Amerikan Kongresi’nin Filistin’de bir
Yahudi yurdu kurulmasını kabul etmesi, Yahudilerin Filistin’e göçüne
uluslararası planda destek kazandırmış ve göçleri yoğunlaştırmıştır.
İkinci dünya savaşı öncesi, 1933 yılında
Almanya’da Nazi Partisi (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi)’nin iktidara
gelmesi, Yahudi tarihinde önemli bir kırılma noktasıdır. Hitlerin
önderliğindeki Nazi Partisi, Almanların üstün ırk olduğu ve bu ârî ırka
yabancıların karışmaması gerektiği doktrininden hareketle özellikle Yahudilere
karşı saldırgan, çoğu kez de ölümcül uygulamalara girişti. Bu durum
Almanya’daki Yahudilerin Filistin’e göçünü hızlandırdı. Öyle ki, ikinci dünya
savaşı bittiğinde Filistin’deki Yahudi nüfusu 600 bini geçmişti. Bu sayı, artık
milli bir Yahudi Devleti kurmak için yeterliydi.
1948 yılına
kadar yapılan Siyonist faaliyetlerle Filistin’de ciddi bir Yahudi nüfusu
oluşturulmuş, böylece “Dünya Yahudilerinin Siyon (Kudüs)’a Dönüşünün
Sağlanması” olan siyonizmin ilk hedefi gerçekleşmiştir.
1.6.4.1.1. Siyonizmin Sıçrama Tahtası Balfour Deklarasyonu
Filistin’in 1917’de İngilizler
tarafından işgal edilmesiyle, İsrail Devletinin kurulmasının önündeki en büyük
engel olan Osmanlı etkisi ortadan kalkmış oldu. İngiliz Manda Yönetimiyle
birlikte Yahudi göçlerinin ve Filistin’deki Yahudi nüfusunun artması üzerine
bölgede Araplar direnişe geçmiş, bu durum günümüze kadar süregelen Arap-Yahudi
çatışmasının da başlangıcı olmuştur.
Lord Rothschild’in İngiltere Siyonist Dernekleri
Başkanı sıfatıyla yaptığı girişimler sonucunda, İngiliz dışişleri bakanı Arthur James Balfour tarafından
1917’de yayınlanan Balfour Deklarasyonunda;
“İngiltere
Filistin’de Yahudi halkı için bir
ulusal yurt kurulmasına olumlu bakmaktadır ve Filistin’de bulunan Yahudi
olmayan toplulukların yurttaş ve dinsel haklarına ya da herhangi bir başka
ülkedeki Yahudilerin sahip oldukları haklara ve siyasal statüye zarar
verebilecek herhangi bir şeyin yapılmaması kaydıyla bu hedefe erişilmesi için
elinden gelen tüm çabaları harcayacaktır.”
Denilmekle,
esasen Yahudilere Filistin’de bir devlet kurma değil, yurt edinme izninin,
Filistinli Arapların hiçbir hakkına zarar verilmemesi kayd-ı şartıyla verildiği
anlaşılmaktadır.
Lakin, lafzı öyle olmasa da Deklarasyonla asıl
kastın, Filistin’de bir Yahudi devletinin önünü açmak olduğu aşikardır. Nitekim
sonrasındaki gelişmeler bunu doğrular nitelikte olmuştur.
Siyonistler, Balfour bildirisi üzerine yürüttükleri girişimlerle,
1918 yılında önce Fransa’nın, ardından da İtalya’nın desteğini aldılar. Balfour
Deklarasyonu, Ortadoğu’da İsrail devletinin kurulmasına giden önemli bir kilometre
taşı olmuş, deklarasyonla Siyonizm uluslararası politik bir programa
dönüşmüştür. Bu yönüyle, bugün de Ortadoğu’da bitmek bilmeyen problemlerin
kaynağı olmayı sürdürüyor.
1.6.4.1.2. Amerika
Diyet Mi Ödüyor?
Amerikan Kongresi 21 Eylül 1922 tarihinde aldığı
kararla Filistin’de bir Yahudi yurdu kurulmasını kabul etmiştir. 3 Aralık 1924
tarihinde ise İngiltere’nin Filistin’deki Manda Yönetimini tanıyan Amerika,
aynı zamanda İngiltere ile bu konuda bir anlaşma imzalamıştır.
Bu anlaşmanın 7. maddesi Amerika için büyük önem
taşımaktaydı. Bu madde gereğince, İngiltere manda rejiminde uyguladığı tüm kararları
Amerika’nın onayına sunmayı kabul ediyor, bu sayede Amerika bundan böyle Filistin’de
yaşanacak her türlü gelişmede söz sahibi haline geliyordu. Böylece Amerika,
1924’ten günümüze gelecek şekilde Filistin meselesine müdahil olmuştur.
Öte yandan, Amerika’nın Filistin’de kurulacak bir Yahudi
devletini desteklemesi ve Filistin’de söz sahibi olması girişimleri, Avrupa
devletlerinden çok daha farklı amaç ve gerekçelere dayanmaktaydı.
1-)
Amerika’nın kuruluşunda Yahudiler etkin rol oynamışlardır. 17. yüzyılın başında Amerika’ya yerleşen ilk göçmenler,
Avrupa (özellikle İngiltere)’daki dini zulümlerden kaçan Püriten
sığınmacılardı. Pek çok kaynakta Püritenler “İngiliz Yahudiler” olarak
da adlandırılır. Gerçekten de İngiliz püritenler, Tevrat’ın ilkelerini titiz
biçimde uygulamaktaydılar.
Başlangıçta Amerika’da Püritenlerin hakimiyetinde olan 16
kolonide yapılan ilk yasalarda Tevrat esas alındı. Yine Amerika’nın en önemli
eğitim kurumları olan Harvard, Yale, Princeton, Johns Hopkins, Dartmouth gibi
pek çok eğitim kurumunun kuruluşunda Tevrat merkezi bir yol oynadı. Amerika'nın
kurucu liderlerinin önemli kısmı bu üniversitelerden mezun olmuştur.
Ülkedeki tüm bu yapılanma, Amerika'nın kurucularının
politik tutumlarında belirleyici olmuş, Amerika’yı Filistin sorununun başından
bu yana Yahudi yanlısı politika izlemeye itmiştir. Bugün Amerika’daki köktenci ve
Evanjelik Protestan mezhepleri, Püritenlerin devamıdırlar.
2-) Amerika’ya
yerleşmiş Yahudiler Amerikan kolonilerinin İngiltere’ye karşı verdikleri
bağımsızlık mücadelesinde ciddi askeri destek sağlamışlardır. Sonrasında
devletin kurulması ve kurumsallaşma döneminde de Yahudi zenginlerin sağladığı
finansal destek Amerika için büyük önem taşır. Bu yüzden Yahudilere borçlu
hisseden Amerika, kuruluşundan itibaren Yahudi yanlısı politika izleyerek,
Yahudilere olan diyetini ödemektedir. Filistin meselesinde de durum farklı
değildir.
3-) Amerika,
Ortadoğu’da kendisine yakın bir Yahudi devletinin kurulmasının, Ortadoğu
politikaları için sağlam bir dayanak oluşturacağını planlamıştır. Nitekim,
yıllar içinde İsrail ABD’nin Ortadoğu’daki ileri karakolu, bölgede Sovyet
etkisinin yayılmasına karşı bir üs olarak görülmüştür. Öte yandan Amerika, İsrail’in
varlığını, Doğu Akdeniz’in güvenliğini sağlama açısından hayati önemde görmektedir.
4-) Amerika’nın
İsrail politikasında, Yahudi lobisinin güçlü etkisi görmezden gelinemez. Lobi
sayesinde Amerika, İsrail’in dünyadaki sarsılmaz müttefiki durumundadır.
5-)
Günümüzde Amerika’nın İsrail’e koşulsuz desteğinin altında başka bir neden daha
yatıyor.
Bugün İsrail’in Filistin’i işgal girişimi, aynı
zamanda Filistin’in Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölgesinde yer alan çok
zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarını da İsrail ve Amerika’nın gasp etmesi
anlamını taşıyor.
Bununla da yetinmeyen Amerika, İsrail’in güvenliğini
sağlama bahanesiyle doğu Akdeniz’e yığdığı askeri güçle, buradaki kıyı
devletlerinin hakkına tecavüz ile bu kaynaklardan en fazla payı alma çabası
içerisinde. Doğu Akdeniz’in enerji kaynaklarına el koymak için bölgede
İsrail’le olan işbirliği Amerika için büyük önem taşıyor.
Tüm bu gerekçelerle Amerika, İsrail’e koşulsuz
desteğini sunmaya devam ediyor.
Bütün bunların yanı sıra, Yahudilerin Filistin’e göçü
meselesinde önlerinde duran çok önemli bir sorun daha vardı ki o da güvenlikti.
Avrupa ve Rusya’da istenmeyen Yahudiler, Filistin’e
gitmeleri halinde, orada kendilerini, tıpkı asırlar önce Mısır’dan
çıktıklarında olduğu gibi, ezeli düşmanları Arap Filistinlilerin beklediğini
biliyorlardı. Bu onlar için savaş, hatta ölüm demekti. Bunun için
güvenliklerini garantiye almaları gerekiyordu. Bu konudaki muhatapları
öncelikle bölgeyi elinde tutan İngiltere’ydi. Ancak Yahudiler İngiltere’nin
bölgedeki Arap direnişini kıramayışını da göz önüne alarak, bu konuda
İngiltere’nin garantisini yeterli bulmayıp, Amerika’dan da garanti talep
ettiler.
İşte Amerikan kongresinin 21 Eylül 1922 tarihinde
Filistin’de Yahudi devleti kurulmasını kabul etmesi ve ardından 3 Aralık 1924’te
İngiltere ile Filistin için anlaşma yapmasının arkasında yatan neden buydu.
Böylece İngiltere ve Amerika, Filistin’e yerleşecek
Yahudilere ve bilahare kurulacak İsrail devletine, bölgede güvenlik garantisi
ve onları tehlikelere karşı süresiz koruma sözü vermiş oluyordu.
Bu, siyonizmin emperyalizmle
yaptığı kanlı işbirliğiydi. İşte bugün Batının özellikle de Amerika’nın,
İsrail’e koşulsuz ve süresiz destek vermesinin asıl nedeni budur.
1.6.4.2. / 2.
Hedef: Siyon Merkezli Yahudi Devletinin Kurulması
İngiltere’nin Filistin’den çekildiği 14 Mayıs 1948
tarihinde siyonistler Yahudi İsrail Devletinin kuruluşunu ilan etti. Böylece,
yaklaşık 2000 senedir yurtsuz ve devletsiz yaşayan Yahudiler, başkalarının
toprakları üzerinde yurt edinip, devlet kuruyorlardı.
Böylece siyonizmle emperyalizmin işbirliği, Ortadoğu’da
zehirli nifak tohumlarını ekiyor, yıllarca sürecek kan, gözyaşı ve zulme kapı
aralıyordu.
1948’de İsrail Devletinin kurulmasıyla siyonizmin “Sion Merkezli Yahudi Devletinin Kurulması” hedefi de
gerçekleşmiştir.
Yahudi devletinin kurulması, siyonist harekete
kurumsallık ve eylemsel ivme kazandırdı. Devletin kurulmasından sonra Yahudi politikalarında başat güç
haline gelen siyonizm, İsrail adına savunuculuk yapmakta, onun varlığına ve
güvenliğine yönelik tehditleri yok etme faaliyetlerini sürdürmektedir.
1.6.4.3. / 3. Hedef: Vaadedilmiş
Toprakların Ele Geçirilmesi
İsrailoğullarının muharref Tevrat’tan alıntıladıkları
vaadedilmiş toprakların hak sahibi oldukları iddiası, siyonizmin temel
dayanaklarındandır.
Bun göre Rab, Hz. İbrahim’le yaptığı ahitle,
Nil’le Fırat arasındaki bereketli topraklara, O’nun zürriyetini mirasçı
kılmıştır. Yahudiler, bu topraklara sahip olmanın Tanrı tarafından Yahudi
ırkına bahşedilmiş bir hak olduğu, bunun için her türlü mücadelenin meşru ve kutsal
olduğuna inanırlar.
Elbette bu iddia pek yönden muhaldir, Tevrat ve Kuran’da
bildirilenle uyuşmaz.
Öncelikle Rabbin vaadi Hz. İbrâhim’e ve zürriyetine yapıldığına göre,
İshak soyundan gelen Yahudiler kadar, İsmâil neslinden gelenlerin de o
topraklarda hakkı vardır. Ancak Yahudiler kasıtlı şekilde, Hz. İsmâil’i devre
dışı bırakarak vaadin, Hz. İshak ve onun zürriyetine ait olduğunu iddia
ederler. (Tekvîn, 21/12). Bu, dini tahrif etmektir.
Ayrıca Rabbin vaadinin gerçekleşmesi, şartların yerine getirilmesine
bağlanmıştır. Eğer İsrailoğulları ahdin şartlarına uymaz, Rabbin emirlerini
yerine getirilmezse, girdikleri bu topraklardan koparılacaklardır. (Tesniye,
28/63).
Oysa, İsrâiloğulları tarihleri boyunca Rab Yahova ile yapılan ahde vefa
göstermemiş, Allah’ın emirlerine karşı gelmiş, Allah’ın elçilerini öldürüp bozgunculuk
yapmışlardır. İsrailoğullarının ahdi her seferinde bozdukları, Tevrat ve Kuran’da
pek çok yerde anlatılmaktadır.
Kuran’a göre, yeryüzüne belli bir ırk ya da kavme mensup olanlar değil, salih
kullar vâris kılınacaktır ve bu ilahi kanun, bütün mukaddes kitapların hükmüdür.
Görüldüğü üzere,
siyonizmin vaadedilmiş topraklar üzerindeki hak iddiaları tamamıyla temelsiz ve
tutarsızdır.
Öte yandan,
Yahudi kutsal metinlerine göre vaadedilmiş toprakların; Filistin’de Kudüs’ü merkez
aldığı, güneyde Mısır ve Suudi Arabistan’ın kuzey kısmını, doğuda Ürün ve
Irak’ın tamamı ile İran’ın batı kısmını, kuzeyde, Suriye’nin tamamı ile
Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmını (20 il) içine aldığı, batıda ise Akdeniz’e
kadar uzandığı bilinmektedir.
Yahudiler, bugün
üzerinde 10 ülke kurulmuş bu topraklarda büyük İsrail’i kurma hayalini
dillendirme cüreti gösterebiliyorlar.
Bu hayal bugün, Filistin, Ürdün, Lübnan,
Suriye, Irak ve Kuveyt topraklarının tamamının, Mısır, Suudi Arabistan, Türkiye
ve İran topraklarının bir kısmının İsrail toprağı olması manasına geliyor. Türkiye’den; Hatay, Adana, Niğde, Osmaniye,
Kahraman Maraş, Gazi Antep, Kilis, Şanlı Urfa, Adıyaman, Malatya, Diyarbakır,
Mardin, Şırnak, Batman, Bingöl, Muş, Bitlis, Siirt, Hakkari, Van olmak üzere
tam 20 il bu topraklara dahil edilmek isteniyor.
Vaadedilmiş topraklarda büyük İsrail’in
kurulması hayali, Ortadoğu’da Türkiye dahil 10 ülkenin sınırlarının değişeceği
anlamına geliyor. Esasen bu, Ortadoğu’da başlayıp tüm dünyaya yayılacak bir
savaşın ilanıdır.
Doğası gereği
yeryüzünde sürekli bozgunculuk yapan, savaş çıkaran Yahudi siyonizmi, Vaadedilmiş
Toprakları Ele Geçirme hedefine
ulaşmak için dünyayı “ateşe” atmaktan yine çekinmeyecek.
1.6.4.3.1. Adım Adım Filistin’in
İşgali
1917 Balfour Deklarasyonuyla Filistin’de yurt
edinen Yahudiler, o tarihten bugüne yayılmaya, Filistin’i adım adım işgal
etmeye devam ediyor. Bu işgaller nedeniyle Filistinlilerle Yahudiler arasında
yaşanan çatışmalar, İsrail devletinin kurulmasından sonra Arap devletlerle
İsrail arasında savaşa dönüştü. İsrail Devletinin kuruluşunu ilan etmesi
ile Arap Birliği’ne üye ülkelerden Suriye, Mısır, Ürdün, Lübnan ve Irak askeri
birlikleri harekete geçerek ilk Arap-İsrail Savaşı’nı başlattılar. Bu tarih
itibariyle, İsrail’le Arap devletleri arasında yıllarca sürecek savaşların
fitili ateşlenmiş oldu. Yıllar içinde Arap devletler İsrail’le pek çok savaş yaptılar.
İsrail kurulduğu günden bu yana, Araplarla
yaptığı tüm savaşlardan topraklarını genişleterek çıkmıştır.
Yıllar İçinde İsrail’in Filistin’i İşgalini Gösterir Harita
İsrail Devleti, başta Amerika olmak üzere
Batılı yandaşlarından aldığı destekle, kan dökerek Filistin toprakları üzerinde
yayılmayı sürdürüyor. Son yaptığı Gazze saldırısıyla İsrail tüm Filistinlileri
yok etmek, ya da yurtlarından sürmek istiyor. İsrail bugün Filistin’in tamamını
işgal etmek üzere. İsrail bundan sonra da durmayacak, Nil’den Fırat’a, kan
dökerek yayılmaya devam edecek.
1.6.4.4. / 4. Hedef: Mesih’in Gelmesi
İçin Savaşlar Çıkarılması
Siyonizm, Yahudiliğin dünya hakimiyetin
sağlanmasında Mesih’in dünyaya gelmesini/getirilmesini en önemli şart sayar.
Buna göre, Mesih’in gelmesi için dünyanın alt üst olması kurulu tüm düzenlerin
yıkılması gerekir ki, Mesih gelip tüm bunları düzeltsin. İşte Siyonizm bu
yüzden dünyada sürekli karışıklık ve savaş çıkarmanın, savaşı teşvik etmenin
peşindedir.
1.6.4.4.1. Yahudilikte
Mesih İnancı
Yahudi tarihinde
Mesih inancı, Yahudileri bir arada tutan ve Yahudilerin zorlu günlerinde
geleceğe ümitle bakmalarını sağlayan önemli bir unsur olmuştur.
Mesih inancı
Yahudiliğin iman esasları arasında yer alır. Bu durum, kurtarıcı inancı
bakımından Yahudiliği diğer dinlerden ayıran en önemli özelliktir.
Yahudilik
inancında Mesih, kutsal metinlerde anlatılan teolojik bir figür olmanın yanı
sıra, onları içinde bulundukları kötü durumdan kurtaracak, dini ve siyasi
bağımsızlıklarını sağlayacak güçlü bir kral beklentisinin de ifadesidir.
Mesih, yeryüzüne
dağılmış olan Yahudileri bir araya getirecek, onları Tanrı tarafından verilmiş
olan kutsal topraklara geri götürecek, orada Süleyman mabedini tekrar inşa
edecektir. En önemlisi Mesih, Hz. Davut dönemindeki gibi büyük bir devlet
kuracak, Yahudileri dünya üzerindeki bütün toplumlara hakim kılacak ve
Yahudiler tüm insanların efendisi olacaktır.
Yahudiler
Mesih’e doğaüstü güçler de atfetmiş, Tanrı’dan kut alan Mesih, ilahi yönüyle Tanrı’nın
gücüne sahip ve beşeri yönüyle Hz. Davut’un soyundan olacak büyük bir kral
olarak tasvir edilmiştir. Bunun sebebi, ancak ilahi yönü güçleri olan ve bu
güçlerini kullanabilen birinin Yahudilerin beklentilerini karşılayabileceğine
inanmalarıdır.
Geleneksel
Yahudi inancı, Mesih’in arzu edildiği gibi bir an önce gelmesi için Yahudilerin
ahlaki yönden iyi bir yaşam sürmeleri ve iyiliğe yönelmeleri gerektiğini vaaz
eder.
Siyonist öğreti,
Yahudilikteki Mesih inancını da istismar etmiş, emelleri uğrunda
araçsallaştırmıştır. Bu yolda pek çok sahte Mesih uydurmaktan çekinmemiştir.
Geleneksel
Yahudiliktekinin aksine Siyonist öğretide Mesih, iyiyle kötüyü ayırt etmek,
bozulan dünya nizamını düzeltmek ve Yahudileri hakim kılmak için gelecektir. Bu
nedenle, o gelmeden önce dünyada kurulu tüm düzenlerin yıkılması, iyi olan her
şeyin yok olması gerekir.
İşte Siyonizm bu
inanışla, Mesih’in gelişini hazırlamak ve hızlandırmak için dünyada bozgunculuk
yapmayı, düzenleri yıkmayı, savaşlar çıkarmayı kendine görev edinmiştir.
Siyonistler dünyada karışıklık ve savaş çıkarmayı, haksızlık ve katliamları,
dünyayı ifsad etmeyi dini bir vecibe anlayışıyla yerine getirirler. Siyonizmin
doğasındaki bu sapkın anlayış, dün olduğu gibi bugün de insanlık için en büyük
tehlike olmaya devam ediyor.
1.6.4.5. / 5. Hedef : Mesih’in
Gelmesi ve Süleyman Mabedini Yapması
1.6.4.5.1. Yahudilikte Süleyman
Mabedi
Yahudi inancı
(Musevilik)’nda mabed anlayışı diğer dinlerde olduğundan büyük oranda farklılık
gösterir.
Yahudilikte mabed
kavramı temelde Süleyman Mabedi (Beth ha-Mikdaş / Kutsal Ev)’ni ifade eder, o
bütün mabedlerin kaynağı kabul edilir. Bazı ibadetlerin eda edilebildiği tek
mekan Süleyman Mabedi’dir. Bu manada Süleyman Mabedi dinle tamamen
bütünleşmiştir. Süleyman Mabedi’nin dinin ayrılmaz bir parçası olması nedeniyle
Yahudilik “mabed merkezli din” olarak vasıflandırılır.
Süleyman Mabedi
inşa edildikten sonra dünyanın herhangi bir yerinde Tanrı adına başka bir
mabedin yapılması ve kurban sunulması yasaklanmış, gelecekte Kudüs’teki mabed
dağının dışında başka bir yerde mabed yapılamayacağı bildirilmiştir.
İnşasından sonra
Süleyman Mabedi, Yahudiler için ibadet merkezi olmuş, Yahudilikte bu Mabedin
dışında ibadet edilemeyeceği anlayışı ortaya çıkmıştır. Böylece doğrudan
Süleyman Mabedi ile ilişkilendirilen ibadet de mabed merkezli bir mahiyet
kazanmıştır.
Bu nedenle
Süleyman Mabedi Yahudilikte hem dinin, hem de ibadetin temel gereklerinden biri
kabul edilmektedir.
Yapıldığı Dönemde Süleyman Mabedi
(Modelleme)
Süleyman Mabedi, Yahudiler için
dini olduğu kadar tarihi ve kültürel açıdan da büyük önem taşır. Öyle ki
Yahudiler tarihlerini mabedin yapılış ve yıkılışına göre dönemlere
ayırmışlardır.
Tevrat’a göre Davut
oğlu Süleyman, Mabed’in yapımına MÖ 964’de başlamıştır. Mabed için, günümüzde
Kubbetü’s-Sahra ve Mescid-i Aksa olarak bilinen tarihî eserlerin bulunduğu ve
İslam literatüründe Harem-i Şerif olarak nitelendirilen yer seçilmiş ve yapımı
MÖ 957 yılında tamamlanmıştır. Yahudiler, Mabedin ilk kez yapıldığı MÖ 957
ile Babilliler tarafından MÖ 587’de
yıkılmasına kadar geçen süreyi “1. Mabed
Dönemi”
olarak nitelendirirler.
Mabed’in
yıkılmasından sonra Babil’e sürgün edilen Yahudiler Kudüs’e döndüklerinde
Süleyman Mabedi’ni tekrar inşa etmişlerdir. İkinci Mabedin tamamlandığı M.Ö.
515 yılından, Romalılar tarafından yıkıldığı MS 70 yılına kadar geçen süre
Yahudi tarihinde “2. Mabed Dönemi”
olarak anılır.
Süleyman
Mabedi’nin yıkılması, Yahudi dininde ve tarihinde bir dönemin sonu olmuştur.
Yahudi kaynaklarında Mabedin yıkılmasına yol açan dini sebepler, genellikle
Yahudilerin itikad konusundaki sapmalarından ve Tanrı’yla ilişkilerinde
gösterdikleri zaafiyetlerden oluşmaktadır. Putperestlik, Tanrıya ihanet,
ahlaksızlık, Şabat gününe Tanrının istediği gibi riayet etmeme ve insanların
haksız yere öldürülmesi başlıca nedenler olarak zikredilir.
Süleyman Mabedi Yahudilerin hayatında dini, milli, sosyal ve kültürel
açıdan büyük öneme sahip olmuştur. Öncelikle Mabed Tanrı ile Yahudiler arasındaki antlaşmanın sembolü
olan Ahit Sandığı’na koruyucu bir mekân yani Tanrı’nın evi olduğundan önem arz
etmiştir. Mabedin, Tanrı ile Yahudiler arasındaki irtibatı sağladığına
inanılmış, bu nedenle Mabedin yıkılmış olduğu süre boyunca Yahudiler, Tanrıyla
iletişim kuramadıklarını düşünmüşlerdir.
Tevrat’a göre Tanrı
bazı peygamberlere ilahi varlığını Süleyman Mabedi’nde göstermiş ve peygamberlik
görevini burada vermiştir. Ayrıca, Yahudi inancına göre kurban ve hac
ibadetleri ancak Süleyman Mabedinde icra edilebilir.
Süleyman Mabedi, Yahudilerde
sosyal yönüyle de önem arz etmiştir. Özellikle Yahudi liderler ve
peygamberlerin halkla bir araya geldikleri bir merkez olmuştur. Süleyman
Mabedi, zaman içerisinde düşüncelerin açıklandığı toplumsal bir forum haline
gelmiştir. Bazı Yahudi âlimleri, Süleyman Mabedi’nde her gün ders vermiştir.
Mabedde ders verenlerden birisi de Hz. İsa olmuştur.
Yahudilerin hayatında
bu denli öneme sahip olan Mabedin yıkılmasının da elbette dini kültürel ve sosyal alanlarda etkileri olmuştur. Yahudilikte Süleyman Mabedinde icra edilmesi gereken kurban,
üç hac bayramı ve Yom Kipur gibi ibadetler, mabedin yıkılmasından sonra yerine
getirilememiştir. Yahudi milletini
ve kültürünü birleştiren Süleyman Mabedi, İsrail’in bağımsızlığının da sembolü
olmuş, Mabedin yıkılması İsrail’in bağımsızlığının sonunu ifade etmiştir.
Yahudiler,
yaklaşık iki bin yıldır mahrum kaldıkları mabedin yeniden inşa edilmesini
vazgeçilmez saymakta ve mabedin inşasına imkan verecek şartları oluşturmak için
çabalarını sürdürmektedirler.
1.6.4.5.2. Siyonizmin Mabed Rüyası
Siyonist ideoloji ise Süleyman Mabedinin Yahudiler
nezdindeki önemini istismarla, kendi amaçlarına alet etmiş ve onun yeniden
inşası için Mesih’i getirmek gibi ütopik ve sapkın bir hülyanın peşine
düşmüştür. Siyonizm, Mesih’in gelmesiyle mabedin bizzat Tanrının eliyle inşa
edileceğine inanır. Bu siyonizmin, sözde Tanrının desteğini arkasına alma
rüyasıdır.
Siyonistlere göre, Süleyman Mabedi’nin yapılabilmesi
için, aynı yerde yapılmış olan Müslümanların kutsal mescidi Mescid-i Aksa’nın
yıkılması gerekmektedir.
Mescid-i Aksa, Müslümanların ilk kıblesi, İslam
peygamberi Hz. Muhammed’in miraca çıktığı yerdir. Ayrıca, Mescidi Haram ve
Mescidi Nebevi ile birlikte İslam’ın üç kutsal mescidinden biridir.
Siyonizm, Mesih’in Süleyman Mabedini yapabilmesi için
Mescid-i Aksa’yı yıkacağını açıkça ilan eder. Bugün İsrail devletinin,
arkeolojik kazı maskesi altında Mescid-i Aksa’nın altında kazılar yapması, bu
emele yönelik tecavüzün canlı örneğidir.
Kendi mabedini yapmak için, bir başka mabedi yıkmak gibi
hiçbir dini inanca sığmayacak bu yaklaşım tarzı, siyonizmin başka hiçbir inanca
yaşama hakkı tanımama anlayışının ürünüdür.
Üç büyük dinin kutsalı Kudüs’te, 144 dönümlük Mabed
Tepesi (Harem-i Şerif)’nde, üç dinin mensuplarının, barış içinde, özgürce
ibadet edebilmeleri elbette mümkündür. Bölgedeki 400 yıllık Osmanlı idaresi, bu
tecrübeyi insanlığa sunmuştur. Ancak, bölgenin Osmanlının elinden çıkışıyla
birlikte, siyonizm bölgede kasten ve sûni şekilde bir mabed sorunu üretmiştir.
Çatışma ve karışıklıktan beslenen siyonizm, günümüzde
Müslümanlarla Yahudiler arasındaki bu sorunu, barış içinde çözüm imkanı varken,
çatışmayı körüklemeyi özellikle sürdürüyor.
Mescid-i Aksa’dan Bir Görünüş
Mescid-i
Aksa’nın Haremi Şerif İçerisindeki Yerini Gösterir Fotoğraf
1.6.4.6. / 6. Hedef: Mesih’in
Büyük Savaşta, İnanmayanları (Yahudi Olmayanları) Öldürmesi
1.6.4.6.1. Üç
Dinde “Büyük Savaş”
Dini literatürde geçen büyük savaş,
Yahudilik’te Har Megido, Hıristiyanlıkta Armageddon, İslam kültüründe Melhame-i Kübra, dünyayı
alt üst edecek kadar çetin ve şiddetli olacak bir savaşı ifade etmek için
kullanılır. Bununla birlikte bu savaşa dair üç dinin söylemlerinde yorum farkı
bulunmaktadır.
İslam'da
bu savaşın Amik ovasında; Hristiyanlık ve Musevilikte ise Megido Dağının
eteklerinde yapılacağına inanılmaktadır. Megido Dağı, İsrail'in Megido
Bölgesi'nde Nasıra'nın güneyinde bulunan bir tepedir.
İslami
kaynaklara göre, burada bir milyonluk İslam ordusu ile bir milyonluk küfür
ordusunun birbirleriyle savaşacağı inanılmaktadır. Mehdi bu savaşla ortaya
çıkacak, Mesih ise yer almayacaktır. Hıristiyanlıkta ise savaşın İsa Mesih'in
önderliğinde olacağına inanılmaktadır. Musevilikte ise İsa Mesih olarak kabul
edilmez ve onlara göre beklenen Mesih İsa değildir.
İslam’a
göre, Deccal dünyaya şerri hakim kılmak için savaşacak, Tanrılık iddiasında
bulunacak ve pek çok Yahudi Deccale tabi olacaktır. Deccalin çıkışıyla birlikte
Mehdi de gelecek ve taraflar arasında çok kanlı bir savaş olacaktır.
Kitab-ı
Mukaddese göre Armageddon bizzat Tanrının iyi ve kötü ile savaşıdır. Bu savaş
insanlık tarihinin son savaşı olacak ve sonrasında yeryüzünde savaş
olmayacaktır. Hz. İsa’nın bizzat yer alacağı bu savaşta, kötülük sonsuza kadar kaybedecektir.
Bu nedenle Hristiyanlar Armageddon için "Tanrının savaşı" ifadesini
kullanırlar.
Kitab-ı
Mukaddese göre, başlarında Deccal olmak üzere dünyadaki tüm krallar askerlerini
bu bölgede toplayacaklar ve İsa Mesih’e karşı savaşacaklar. Savaşta Hz. İsa,
tüm zalimleri yok edecek ve dünyaya gerçek adaleti getirecektir.
1.6.4.6.2. Yaşatmayan, Öldüren Din Hayali
Kitab-ı Mukaddes'e göre,
Armageddon eski düzenin sonu ve yeni düzenin başlangıcını oluşturan bir dönüm
noktası olacak, Armageddonda yalnızca Atanmış Kral'ın tarafındaki inananlar sağ
kalacaklar, diğerleri ise yok edilmiş olacaklar. Hayatta kalanlar için İsa
Mesih’in yeryüzünü cennet haline getireceği göksel bir yönetim dönemi başlayacak ve bunlar eski
dünyanın bütün dertlerinden uzak sonsuz bir yaşama kavuşmuş olacaklar. Atanmış
Kral (Mesih) Armageddondan sonra yeryüzünde 1000 yıl kral olarak hüküm sürecektir.
Buna göre, kurulacak
yeni dünya düzeninde dünya krallığı oluşacak, bu küresel hakimiyetin merkezi
Kudüs olacaktır. Bu krallık eski Roma İmparatorluğu modeliyle yönetilecek, ulus
devletler olmayacak ve tek bir uluslararası askeri güç var olacaktır.
Aslında bütün bu
senaryonun bize söylediği şey şudur; Tek devlet, insanlığın itaat ettiği tek
otorite ve Yahudilerin tüm insanlığa hükmettiği sonsuz bir cennet!
Anlaşılacağı üzere, siyonist ideoloji; Önce
tüm düzenleri bozar, sonra dünyayı düzeltmesi için büyük savaşı çıkararak
Mesih’i çağırır, Mesih dünyayı düzeltir, kötüleri öldürür, Yahudileri dünyaya
hakim kılar ve onlara bin yıl (aslında sonsuz) sürecek bir yeryüzü cenneti
kurar.
Siyonizm, kendi cenneti için insanlığın
ölmesini isteyen hastalıklı bir ruh hali ortaya koyuyor. Öte yandan Mesih’i
kirli emellerini yaptıracağı bir figür olarak tasarlayacak kadar sapkın ve
yüzsüz.
Siyonist öğreti, Tanrı, Tanrısal güç, Mesih,
kutsal, mukaddes gibi teolojik kavramları sıklıkla kullanır. Bununla
Siyonistler, Tanrının hep kendilerinin yanında ve kendileriyle beraber olduğu
iddiasını beslemeye çalışırlar. Tanrıyla aldatmak siyonizmin rutinidir.
Tüm bu senaryoda anlatılanların ne kadar
ütopik ve sürrealist olduğu elbette ortada. Ancak bu yazının konusu bunların ne
denli gerçek dışı olduğu değil.
Bizi ilgilendiren asıl konu, siyonizmin bu
hülyalara ulaşmak için durmaksızın gerçekleştirdiği eylemler. Siyonizm bu
ütopya uğrunda, dünyada sürekli karışıklık çıkarmaya, milletleri bir birine
düşürmeye, savaş kışkırtıcılığı yapmaya devam ediyor. Bu durum siyonizmi insanlık
için olağanüstü tehlikeli yapıyor.
Öte yandan bir
diğer önemli mesele de siyonizmin insanlık için düşlediği bu dehşetli kurguyu
benimseyen, hatta hararetle destekleyen grupların varlığıdır. Bunların en başta
gelenleri, Hıristiyan Siyonistler olarak da adlandırılan Evanjel tarikati
mensuplarıdır.
Özellikle
Amerika’da son derece etkin konumda olan Evanjelistler, İsa Mesih’in bir an
evvel gelmesi için büyük savaşın hemen gerçekleşmesini arzular ve bu yönde
ciddi propagandalar ve eylemler yaparlar. Evanjelistler bu durum için “Tanrıyı
kıyamete zorlamak” tabirini kullanırlar ve kendilerinin bu konuda Tanrıya
yardımcı olduklarını iddia ederler. Kutsal kitaplarında geçen kıyamet
alametlerini gerçekleştirmek için yoğun çaba sarf eder ve bu nedenle Yahudilere
destek olurlar. Çünkü inanışlarına göre son savaş Müslümanlar ile Yahudiler
arasında olacaktır.
Evanjelistler,
siyonizmin dünyadaki en sadık destekçileridir. Özellikle Amerikan dış
politikasını yönlendirebilecek pozisyonda olan Evanjelistler dünyada savaş ve
karışıklık çıkarma konusunda siyonistlerle yarışırlar. Bugün dünyadaki
neredeyse tüm çatışma ve savaşların arkasında bu ikili vardır.
Kendi mutluluk hülyası için kurulmuş tüm düzenleri,
medeniyetleri, insanlığı yok etmeyi hedefleyecek kadar barbarlaşmış siyonist
ideoloji, insanlık için büyük tehlike olmaya devam ediyor.
1.4.4.7. / 7. Hedef: Mesih’in
Dünyada Tüm İnsanlığın Üzerine Yahudileri Hakim Kılması
Siyonizmin bir
diğer rüyası da, büyük savaş (Armageddon)’tan sonra; İsa Mesih’in dünyadaki tüm insanlığın üzerine Yahudileri
hakim kılmasıdır.
Kitab-ı
Mukaddes'e göre büyük savaş, kötülüğe
karşı iyiliğin, zalime karşı adaletin zaferidir. Yahudiler inananlar olarak
Mesih’in yanında yer almış ve millet olarak dünya egemenliğini hak etmişlerdir.
Savaşın ardından
kurulacak yeni dünya düzeninde, Kudüs merkezli dünya krallığında tek devlet
olacak, bu devleti yönetecek Yahudiler
tüm insanlığa hükmedecektir.
Yahudilerin bu hakkı kendilerinde görmeleri
muharref Tevrattan aldıkları “seçilmiş millet” inancına dayanır. Buna
göre, İsa Mesih’in kuracağı sonsuz yeryüzü cennetinin egemenleri Tanrının
seçtiği millet olan İsrailoğulları (Yahudiler) olacak ve sonsuz, mutlu bir
yaşama kavuşacaklardır.
Aslında şu ana
kadar saydığımız siyonizmin bütün emelleri bu maddedeki dünya hakimiyeti
emeline ulaşmak içindir. Temel hedef, insanlığa hakim olmaktır. Tüm kurgu ve
tüm eylemler bu hedefin gerçekleşmesi içindir.
Bu, seçilmiş
milletin hakkıdır. Onlar seçilmiş, üstün ırk ve Tanrının milletidir. Bu anlayış
Yahudi kibrinin de zirvesidir.
Böylesi bir
emeli güden siyonizm, dünyevi ihtirasların peşinde, barış ve insani değerlerden
uzak ve gerçeklikten kopuk bir ütopya olmayı sürdürüyor.
1.6.4.8. / 8. Hedef: Bu Düzende Bin
Yıllık Dönemin Yaşanması
Ahiret inancı
olmayan Yahudiler kendi cennetlerini bu dünyada kurmak isterler. Bunu İsa Mesih’e
yaptırmaya kalkmaları ise “bu Tanrının isteğidir” deyip kutsallaştırma
çabasıdır.
Öldükten sonra
tekrar dirileceğine, hesap gününde yaptıklarının hesabını vereceğine inanmayan
Yahudiler cenneti bu dünyada yaşamak isterler. O yüzden böylesi imkansız
hayallerin peşine düşerler.
İzah ettiğimiz
gibi siyonizm, baştan sona, dünya hırsı, kibir ve sapkınlık üzerine kurulmuş
tehlikeli bir yapıdır.
1.7. YAHUDİLERİN SADIK HİZMETKÂRLARI EVANJELİSTLER
Evanjelizm sözcüğü “Kitab-ı
Mukaddes'e dönmek veya yönelmek” anlamına gelir. Evanjelist kelimesi ise "Hristiyanlık
bildirisini vaaz eden, yayan kişi" anlamını taşır. Evanjelistler, Amerika’yı kuran muhafazakar Protestan mezhebi
Puritenlerin devamıdır.
Esasen Evanjelizim 19. yüzyılın sonlarında
ortaya çıkmıştır. Bazı siyonist Yahudiler yaptıkları özel çalışmala, klasik
Hristiyan düşüncesi ve bakış açısını deformasyona uğratmışlardır.
Özellikle İngiltere’de Evanjelizm,
Hıristiyanlığın literatürünü tarihi tahrip ederek, Yahudi karşıtı tutumunu ortadan
kaldırmaya yönelik çabalarında başarılı olmuştur. Siyonistlerin yoğun çabalarıyla,
20. yüzyılın başlarında, farklı fikir ve inançlar, “İncil tefsiri” adı altında
Hıristiyanlığa sokulmuştur.
1.7.1. Tanrıyı Kıyamete Zorlamak
Evanjelistler Yahudilerin seçilmiş millet
olduğuna, ahir zamanda İsa Mesih’in Kudüs’e ineceğine, büyük savaşta (Armageddon)
inanmayanları yeneceğine, kendilerini dünyaya hakim kılacağına inanırlar.
Mesih’in gelmesi için, dünyanın sıfır
noktasına dönmesi, bunun için dünyadaki bütün düzenlerin yıkılması gerektiğine
inanır, bu nedenle kıyameti çabuklaştırmak ya da “Tanrıyı kıyamete zorlamak” dedikleri sapkın inanışla, dünyada
her türlü kaos ve savaşı teşvik eder ve Yahudilere koşulsuz destek verirler.
Dünya hakimiyeti
için Siyon merkezli büyük İsrail’in kurulması ve tam güvenliğinin sağlanması
gerektiğine inanırlar. Siyonistlerin hedefleri siyasi, Evanjelistlerinki ise dinidir.
Esasen Evanjelistler, Hıristiyan
Siyonistlerdir ve başta Amerika olmak üzere, Batı ülkelerinin yönetimlerinde
son derece etkindirler.
1.7.2. Evanjelistlerin Amerikan Dış
Politikası Üzerindeki Etkileri
Amerika’nın dış politikası, realist
olsa da, dinin etkisi dış politikada kendisini gösterir. Dini grupların dış
politika üzerinde etkili oldukları bilinen gerçektir. Bunlardan en belirgin
olanı Yahudi lobisi ve onların koşulsuz destekçileri Evanjelistlerdir. Bu
ikili, Amerika’nın Ortadoğu özellikle de İsrail politikasında belirleyici rol
oynar.
Hıristiyan Siyonistler olarak
anılan ve günümüzde Amerika’daki sayıları 100 milyona ulaşan Evanjelistler Amerikan
siyasetinde daha çok Cumhuriyetçileri desteklerler. 1980’de Ronald Reagan'ın, 1989`da
Baba Bush’un, 2001 yılında Oğul Bush’un, 2017’de Trump’ın Başkan seçilmesinde etkin
rol oynadılar.
Evanjelist hareket sayesinde
Amerika’nın İsrail'e olan desteği, 70'li yıllardan itibaren sürekli artarak
devam etti. Günümüzde ise Amerika’yı yöneten Evanjelist zihniyet, İslam
dünyasına karşı modern haçlı seferini başlatmış durumda.
Sonuç itibariyle Siyonistler,
inançlarında tahribat yaparak Evanjelistleri, Evanjelistler sayesinde de
Amerika’yı arakalarına alarak hedeflerine bir bir ulaşıyorlar.
Amerikan destekli Siyonizm, tüm
dünyayı bir “ateş çemberinin” içine
adım adım çekmeye devam ediyor.
1.8. BÖLÜM SONU NOTU;
Son olarak, “Gerçek
barış için çıkar yol nedir?” sorusuna, Filistinli mültecilerin
sorunları için kurulan Birleşmiş Milletler Ajansı’nda uzun yıllar görev yapmış
John Davis’in şu cevabı çarpıcı ve kayda değerdir.
“Dünya kamuoyu, hatta zaman içinde muhtemelen
İsrail halkı, siyonizmi mevcut çatışmanın ana sebebi olarak görme noktasına
gelecek, böylece İsrail’in gerçekleştireceği de-siyonizasyon barışın nihaî
temeli olacaktır.”
2. BÖLÜM
FİLİSTİN-İSRAİL ÇATIŞMASININ BÖLGEYE VE
TÜRKİYE’YE ETKİLERİ
2.1. BÖLGEYİ NE BEKLİYOR?
Yaşadığımız iki
dünya savaşı, emperyal güçlerin dünyayı paylaşma kavgasının ölümcül hamleleriydi.
Dünyada değişen koşullar, güç dengelerini de değiştirir. Bu da kurulu düzene
karşı değişim taleplerini yükseltir. Bu talepler barışçıl yollardan karşılık
bulamadığında, yeni düzen savaşla kurulur.
Günümüz dünyası,
ağırlık merkezlerinin kaydığı, güç dengelerinin değişmekte olduğu ve emperyal
düzenin yeni paylaşımlar dayattığı bir noktaya geldi.
İkinci dünya
savaşı sonrası kurulan iki kutuplu düzen, SSCB’nin dağılmasıyla, Amerika
etrafında tek kutuplu bir düzene evrilmişti. O günden bugüne yaşanan ekonomik
gelişmeler, askeri güç değişimleri, yeni siyasi koşullar, dünyada yeni aktörlerin
sahneye çıkmasına yol açtı. Bugün Amerika’nın dışında, Avrupa Birliği, Rusya,
Çin, Hindistan ve bu ülkelerin farklı ülkelerle oluşturdukları ittifaklar,
dünyada yeni bloklar ve yeni güç odakları doğurmuş durumda.
Dünyada
savaşların en önemli sebeplerinden biri, kaynaklara sahip olma hırsıdır. Bu
kaynaklar kimi zaman su ve doğal madenler olabileceği gibi, daha çok da enerji
kaynakları yani petrol ve doğal gazdır. Dünyadaki petrol ve doğal gaz
rezervlerinin yarıya yakını Orta Doğuda bulunuyor. Ancak sorun şu ki, uzmanlara
göre, bu rezervlerin 30 yıldan az bir ömrü kalmış durumda. Yani en geç 20 yıl
içinde dünyada enerjinin yönü değişmek zorunda.
Orta Doğuda
durum böyleyken, Doğu Akdeniz’de özellikle son 10 yılda zengin petrol ve doğal
gaz yataklarının keşfi, dikkatleri bölgeye çevirdi.
Kuzey Afrika ve
Ön Asya’yı da kapsayacak yeni emperyal paylaşımın kapışma noktası Doğu Akdeniz
olacak. Bu durum Türkiye’yi hedef haline getiriyor.
2.2. DOĞU
AKDENİZ’DE SULAR ISINDI
7 Ekimde Filistin-İsrail çatışmasının
başlamasının hemen ardından, Amerika Doğu Akdeniz’e olağanüstü seviyede askeri
güç yığınağı yaptı. En büyük iki uçak gemisini ve beraberinde görev gücünü
İsrail açıklarına konuşlandırdı ayrıca Ortadoğu’daki üslerini hızla takviye
etti.
Yine ABD,
İngiltere, Fransa ve Almanya, Güney Kıbrıs'taki üslere askeri yığınak yapıyor.
Ayrıca bir ABD uçak gemisi de yanında destek filosu ve nükleer denizaltı ile
beraber Güney Kıbrıs önlerine demirlemiş durumda.
11 Eylülü Afganistan’a girmek için bahane
eden Amerika, aynı şekilde 7 Ekimi de Ön Asya ve Doğu Akdeniz’e olağanüstü
yığınak yapmak için fırsat bildi.
ABD Ortadoğu'nun 11 ülkesinde, 54 bin asker
bulunduruyor. Bu ülkeler; Katar, Bahreyn, Suudi Arabistan, BAE, Mısır, İsrail,
Suriye, Ürdün, Irak, Kuveyt ve Umman.
Öte yandan Doğu Akdeniz’de, farklı ülkelere
ait 200’ü aşkın savaş gemisi bulunuyor. Ortadoğu ve Akdeniz, tarihinin en
yüksek savaş ve imha kapasitesine ulaşmış durumda.
ABD’nin Ortadoğu’daki Askeri Üsleri
2.2.1. Devletlerin
Doğu Akdeniz’deki Askeri Varlığı
ABD'nin; 3 Uçak gemisine ek olarak, destroyer adı
verilen 4 savaş gemisi ve 2 denizaltısı bulunuyor. Destroyer savaş gemileri 400
Tomahawks füzesi taşıyor. USS Porter ile Kıbrıs'ın Larnaka açıklarındaki USS
Donald Cook fırkateyni de mevcut.
İngiltere'nin; Kıbrıs adasında bir askeri üssü mevcut.
Burada saldırı ve keşif özelliği olan Tornado GR4s uçakları ile 6 Typhoon savaş
jeti var. Ayrıca konumları gizli tutulan saldırı ve akıllı denizaltıları ile
HMS Duncan savaş gemisi de Akdeniz’de.
Fransa'nın; Akdeniz’de Rafael savaş uçakları ve 8 adet
denizaltısı mevcut.
Rusya’nın; Suriye'nin Lazkiye kentindeki Himeymim üssünde
askeri var. Doğu Akdeniz’de uzun menzile sahip denizaltı-savar ile birlikte
Admiral Grigorovich ile Admiral Essen fırkateynleri var. Suriye’nin Tartus
limanında ise savaş gemileri mevcut.
Bütün bu askeri yığınağın, ufak çaplı bir Filistin direnişi nedeniyle ve ona karşı olamayacak kadar büyük olduğunu anlamak için askeri stratejist olmak gerekmiyor elbette. Öyleyse tüm bu olup bitenlerin arkasında başka bir plan, başka bir kurgu aramak gerek.
Devletlerin Doğu Akdeniz’deki Askeri Varlığı
2.2.2. Doğu
Akdeniz’deki Enerji Rezervleri
ABD
Jeolojik Araştırmalar Merkezi (USGS-US Geological Survey) tarafından 2010
yılında yayınlanan raporda;
Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan
bölge olan Levant Havzasında 3,45 trilyon metreküp (122 trilyon kübik
feetlik) doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol bulunduğu,
Nil
Delta Havzasında ise
yaklaşık 1,8 milyar varil petrol,
6,3 trilyon metreküp (223 trilyon kübik feet) doğalgaz ve 6 milyar varil sıvı
doğalgaz rezervi olduğu,
Kıbrıs
Adasının çevresinde ise 8 milyar varil olduğu söylenen petrol
rezervinin yaklaşık değerinin 400 milyar dolar civarında olduğu,
Herodot olarak
adlandırılan Girit’in güney ve güneydoğusundaki alanda biri 1,5, diğeri
2 trilyon metreküp olmak üzere toplam 3,5 trilyon metreküplük doğalgaz
bulunduğunun tahmin edildiği açıklandı.
Bu
araştırmalara göre, Doğu
Akdeniz’de yaklaşık olarak toplam değeri 1,5 trilyon dolar olan 30 milyar varil
petrole eşdeğer hidrokarbon yatakları bulunduğu tahmin ediliyor. Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon rezervinin, 2010
yılı tüketim miktarlarına göre,
Türkiye’nin 572 yıllık, Avrupa’nın ise 30 yıllık doğal gaz ihtiyacını
karşılayabilecek seviyede olduğu görülüyor.
Öte
yandan, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) tespitlerine göre,
geleceğin enerji maddesi olarak kabul edilen gaz hidrat yatakları, Doğu Akdeniz’de de bulunuyor.
Antalya Körfezi ve civarı dahil olmak üzere
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yaklaşık 80.000 kilometrekarelik deniz yetki
alanlarında zengin gaz hidrat yataklarının bulunduğu bildiriliyor. 3.000 kilometrekarelik
bir gaz hidrat yatağının, AB’nin 30 yıllık enerji ihtiyacını karşılayabildiği
düşünüldüğünde, Türkiye’nin sahip olduğu yatakların ne denli kıymetli olduğu
anlaşılıyor.
2.2.3.
Yetki Alanlarında Anlaşmazlıklar
Diğer taraftan, Doğu Akdeniz’in sahip olduğu zengin
enerji kaynakları, devletler arasında ciddi ihtilaf ve çatışmaları da
beraberinde getiriyor. Bu çatışmaların en önemli nedenini deniz yetki alanları
konusundaki anlaşmazlıklar oluşturuyor. Doğu Akdeniz’e kıyısı bulunan
devletler, deniz yetki alanlarının sınırları konusunda ciddi görüş ayrılıkları
yaşıyor.
İsrail –
Lübnan : İsrail’in büyük rezervler keşfettiği Tamar ve Leviathan sahasında,
Lübnan’la arasında anlaşmazlık sürüyor. Lübnan Tamar ve Leviathan sahalarının bir kısmının kendi deniz yetki
alanında yer aldığını savunuyor.
Türkiye & Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti – Kıbrıs Rum Kesimi : Kıbrıs Rum esimi ile İsrail arasında 2010 yılında
yapılan deniz sınırlarını belirleyen anlaşma, Türkiye tarafından, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti'nin yetki alanları yok sayıldığı için geçersiz ilan edildi.
Buna rağmen, Kıbrıs Rum yönetimi 2010 yılında, İsrail adına arama çalışmaları
yürütmek üzere Noble Energy şirketine ruhsat verdi. Şirket 2011’de, Leviathan
sahasının 30 kilometre batısında, Limasol'un 160 kilometre güneyinde yer alan
12 numaralı bloktaki Afrodit sahasında, 129 milyar metreküp kapasiteli ilk
doğal gaz rezervini buldu. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye,
bölgede KKTC’nin da hakkı bulunduğu yönünde itirazlarını sürdürüyor, konu
üzerindeki anlaşmazlık devam ediyor.
Türkiye & Libya – Diğer Devletler :
Türkiye ile Libya’nın BM tarafından tanınan meşru hükümeti arasında 27 Kasım 2019 tarihinde Münhasır
Ekonomik Bölge (MEB) anlaşması imzalandı. İki ülkeyi denizden komşu yapan bu
anlaşma, kıyı devletlerinin MEB iddialarıyla uyuşmadığından itirazlar alırken,
Batılı devletleri de oldukça rahatsız etti.
Filistin – İsrail : İsrail’in Gazze’yi
işgalinin çok yönlü sonuçlar doğuracağı muhakkak. Bu işgal aynı zamanda
Filistin’in denizle bağlantısının kesilmesi ve deniz yetki alanlarının İsrail
tarafından ele geçirilmesi anlamına geliyor. Böylece İsrail, bu alandaki
Filistinlilere ait zengin enerji rezervlerini gasp etmiş olacak. İsrail
Filistin’de sadece katliam yapmıyor, Filistinlilerin sahip olduğu her türlü
zenginliğe de el koyuyor.
Zengin enerji kaynakları Doğu
Akdeniz’in önemini artırırken, dünya devletlerinin iştahını kabarttığı da
muhakkak. Anlaşmazlık yaşayan kıyı devletlerinin dışında, Doğu Akdeniz’e
kıyısı olmayan Batılı devletler de bölgenin zenginliklerine göz dikmiş durumda.
2.3.
TÜRKİYE İÇİN ASIL MESELE
Doğu Akdeniz’deki kaynakların adil ve sürdürülebilir
paylaşımı bölgenin istikrarı için önemli olmakla birlikte, sınırları üzerindeki
egemenlik devletlerin güvenlik meselesi ve kırmızı çizgisidir.
Uluslararası hukuka göre, devletler kıyılarından 200
deniz mili mesafeye kadar olan alanı Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan edebilirler. Ancak
bu kuralın uygulanması halinde, Doğu Akdeniz’in coğrafi yapısı ve kıyı
devletlerinin birbirlerine olan mesafeleri nedeniyle, devletlerin MEB’lerinin
kesişmesi, iç içe girmesi kaçınılmaz. Özellikle Türkiye’ye yakınlığı nedeniyle
Kıbrıs Adasının herhangi bir kıyı ülkesiyle yapacağı MEB anlaşması Türkiye’nin
yetki sınırlarını ihlal edecektir.
Nitekim
Güney Kıbrıs Rum Kesiminin, KKTC ve Türkiye’yi yok sayarak, Yunanistan, Mısır,
İsrail ve Lübnan’la yaptığı MEB anlaşmaları, Türkiye’nin deniz yetki alanlarını
fiilen ihlal etmektedir.
Türkiye,
Filistin yönetimiyle ikili MEB anlaşması imzalamak için yoğun çaba harcamış,
ancak son aşamada, İsrail’in Filistin’deki işgalci tutumu ve son olarak da
Gazze saldırıları, bu anlaşmanın gerçekleşmesine engel olmuştur.
Batılı
devletlerin de desteğiyle, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, Mısır, İsrail
ve Lübnan arasında yapılan MEB anlaşmalarını kabul etmek, Türkiye’nin Doğu
Akdeniz’deki haklarından vazgeçmesinin ötesinde, kendi karasına hapsedilmesi ve
deniz yetki alanlarındaki ulusal egemenliğine kast edilmesi anlamına geliyor. Bu durum Türkiye için savaş sebebidir.
İşte
Doğu Akdeniz’e bunca askeri yığınağın yapılması öncelikle Türkiye’ye karşı
caydırıcı unsur oluşturulduğunu ancak her halükarda Türkiye ile sıcak
çatışmanın göze alındığını gösteriyor. Bölgede gelinen noktada, büyük İsrail
projesine de hizmet edecek şekilde, asıl hedef Türkiye’dir. Ortadaki durum
Filistin meselesi değil, bizatihi Türkiye’nin
milli güvenlik ve beka meselesidir.
Doğu Akdeniz, gerek sahip olduğu muazzam enerji
kaynakları, gerekse Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kavşak noktası
olmasından ötürü stratejik önemi nedeniyle, yakın gelecekte Türkiye’nin de dahil
olacağı sıcak çatışmalara gebe görünüyor.
2.4. BÖLGE
BÜYÜK İSRAİL İÇİN HAZIRLANIYOR
“Filistin
İslam dünyasının Sarı Öküzüydü.
Ve sürü Sarı Öküzü verdi, mukadder sonunu bekliyor
gaflet içinde.”
Büyük İsrail’i
kurma hayali peşinde, İsrail-Amerika ittifakının bölgedeki işgal planı, karadan
ve denizden iki yönlü işliyor. Siyonizm,
konjonktür itibariyle tarihinin en avantajlı pozisyonunu yakalamış durumda.
Amerika ve Batılı devletlerin tam desteğini arkasına almış olmasından başka,
İslam ülkelerinin dağınık, hatta birbirlerine düşmüş halleri, İsrail’e aradığı
fırsatı fazlasıyla sunuyor.
Esasen bölgedeki büyük plan, 2010 yılından
itibaren uygulamaya konuldu. Adına ironik şekilde “Arap Baharı” denilen
operasyonla, İsrail’in güvenliği ve Doğu Akdeniz’in işgale hazır hale
getirilmesi için, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da pek çok ülkenin yönetimleri
değişti.
Bu operasyon öylesine etkili oldu ki,
Siyonist Netenyahu Gazze saldırısı konusunda Arap devletlerinin liderlerine
küstahça “sesinizi çıkarmayın ve oturun yerinize” dediğinde, hiçbirisi karşılık
verebilecek bir onur sergileyemedi. Şimdi sıra sınırların değişmesine geldi ve
o liderler başlarına geleceği gaflet ve acziyet içinde bekliyorlar.
Bölgede büyük
İsrail projesinin önündeki tek engel ve gerçek güç Türkiye. Dünyada ise iki
ülke var, Rusya ve Çin.
İsrail-Amerika
ikilisinin bölgedeki planları için, iç savaş sırasında Suriye yönetimini
destekleyen ve hem ülke içinde, hem doğu Akdeniz’de askeri güç bulunduran Rusya
bölgede zayıflatılmalı, mümkünse bölgeden çekilmesi sağlanmalıydı.
Rusya-Ukrayna savaşının çıkarılmasının nedenlerinden birisi budur. Amerika,
Ukrayna’yı Rusya’nın başına bela etmiş ve Ukrayna’ya verdiği destekle savaşı
uzatarak Rusya’yı olabildiğince yıpratmayı, askeri gücünü zayıflatılmayı ve
cephanesini tüketmeyi hedeflemiş, böylece Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de kendi
elini rahatlatmak istemiştir.
Öte yandan
Amerika, Çin’i de askeri çatışmaya sokmak için uzun süredir çaba harcıyor.
Amerika tıpkı Rus-Ukrayna savaşında yaptığı gibi, Tayvan’ı Çin’e karşı uzun
süre kışkırttı, bir çatışma için her yolu denedi, ancak Çin bu oyuna gelmedi.
Bölgedeki nihai hedeflerine ulaşma yolunda
keskin bir viraja giren İsrail-Amerika ikilisi, tüm dünyayı etkileyecek uzun soluklu
bir hamle başlattı. Bölgede dönüşü olmayan bir döneme girildi.
2.4.1. İsrail
Durmayacak
İsrail’in
Gazze’yi tamamen işgali yakın gözüküyor ve İsrail durmayacak, büyük İsrail’i kurma hayaliyle vaadedilmiş
toprakları ele geçirmeye girişecek.
İsrail’in istediği topraklar bugün bölgede Türkiye
dahil 10 ülkenin sınırları içerisinde yer alıyor. Yani bu plan bugün, Filistin,
Ürdün, Lübnan, Suriye, Irak ve Kuveyt topraklarının tamamının, Mısır, Suudi
Arabistan, Türkiye ve İran topraklarının bir kısmının İsrail toprağı olması
manasına geliyor. Türkiye’nin güneydoğusunda yer alan 20 il de bu topraklar
arasında.
Siyonist İsrail, Gazze’den sonra, Amerika’nın
desteğiyle, Batı Şeria, Lübnan ve Ürdün’ün batısını işgal edecek. Daha
sonra Suriye içlerine doğru ilerleyecek. Vaadedilmiş toprakların sınırı olan
Fırat nehrine kadar gitmek isteyecek.
Suriye’nin
kuzeyinde ise Türkiye’ye karşı bambaşka bir hamle planlanıyor. Bu konuya
ileride değineceğiz.
Mamafih, bugün yaşanan çatışma Filistin
meselesi değil aksine, Türkiye’nin varlık ve beka meselesidir.
2.4.2. Amerika’nın
Planı Ne?
İsrail’in Gazze’ye saldırmasının ardından
Doğu Akdeniz’e olağan dışı askeri yığınak yapan Amerika, İsrail’e güvenlik şemsiyesi
sağlamanın yanı sıra, buradaki zengin enerji kaynaklarından da büyük pay
kapmanın peşinde. Amerika’nın bölgedeki askeri gücünü kullanarak, Doğu Akdeniz’in
önemli kaynaklarının işletmesini Amerikan şirketlerine alacağı muhakkak.
Yine izah ettiğimiz gibi, Amerika İsrail’in bölgedeki
yeni işgallerine askeri, mali, siyasi destek vermeyi ve İsrail’in güvenliğine
tehdit oluşturan unsurlara karşı önleme faaliyeti yapmayı sürdürecek. Amerika’nın
bölgedeki İsrail bekçiliği devam edecek.
Bölgeye yapılan
olağanüstü askeri yığınak, yakın bir savaşın göstergesi. Bölge, siyonist
emeller uğruna, tüm dünyayı etkileyecek, büyük bir savaşa doğru sürükleniyor.
Bütün bu planlar
içerisinde Türkiye, gerek askeri gücü, gerekse NATO üyesi olması nedeniyle ayrı
bir yerde duruyor. Bu nedenle İsrail ve Amerika Türkiye ile doğrudan bir çatışmaya
girmek istemiyor. Bunun yerine Türkiye’ye karşı Kürt kartı öne sürülecek. Bu
konuya ileride değineceğiz.
Öte yandan Amerika
Türkiye’yi, Yunanistan, Güney Kıbrıs, Afrika, Karadeniz ülkeleri ve Orta Doğudaki
üslerle çepeçevre kuşatmış durumda. Özellikle Yunanistan ve Güney Kıbrıs’taki
üslerin, teknik altyapısının ve askeri kapasitesinin olağan dışı yüksek olması
karşısında, Türkiye’nin NATO içerisinde yüklendiği misyonun, Yunanistan ve
Güney Kıbrıs’a kaydırıldığı yorumunu yapmak yanlış olmayacaktır.
Gerçek şu ki,
Amerika bölgede Türkiye’ye ihtiyaç duymayacağı yeni bir düzen kuruyor.
2.5. AMERİKA VE BATILI ORTAKLAR RAHATSIZ
Türkiye Amerika
ile NATO’da müttefik, ayrıca iki ülke arasında stratejik ortaklık anlaşması
bulunuyor.
Ancak özellikle
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında Arap Baharı operasyonunun başladığı
2010 yılı sonrasında, Türk-Amerikan ilişkileri, müttefiklik ruhuna uygun
yürümüyor. Aksine, Amerika Türkiye’ye karşı çoğu zaman düşmanca denilebilecek
yaklaşım ve uygulamalar sergiliyor.
Gerçekten
Amerika’nın Türkiye’yi de dahil etmek istediği BOP, büyük İsrail’in yolunu
açmak için planlanmış, Arap Baharı operasyonu, Kuzey Afrika ve Orta Doğuda binlerce
Müslüman’ın ölümüne, daha fazlasının evsiz-yurtsuz kalıp, göç etmesine yol
açmıştır.
Başlangıçta
Büyük Ortadoğu Projesine sıcak bakan Türkiye, kısa sürede projenin gerçek
amacını ve bölge için taşıdığı büyük tehlikeyi fark ederek, projenin uygulanmasına
şiddetle karşı çıkmıştır. Bu durum, Amerika’da ciddi rahatsızlık doğurdu.
Bu noktadan
sonra Türk-Amerikan ilişkileri, son derece gergin ve problemli bir sürece girdi.
Özellikle 2013'ten itibaren arka arkaya yaşanan
ciddi krizler iki ülke ilişkilerini son derece olumsuz yansıdı.
2013’te Türkiye'de yaşanan Gezi olayları, Mısır Cumhurbaşkanı
Muhammed Mursi'nin askeri darbeyle devrilmesi, ABD Suriye’de terör örgütü YPG’yi desteklemesi, 2016
yılında 15 Temmuz
darbe girişimi ve Amerika’nın Gülen'i iade etmemesi, 2017 rahip Brunson krizi, Trump’ın Türk ekonomisine
müdahalesi, Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla'nın ABD'de
tutuklanması, S-400 krizi, Türkiye’nin F-35
projesinden çıkarılması ve parasını ödediği F35’lerin teslim edilmemesi, 2017'de
ABD'nin CAATSA kapsamındaki yaptırımların Türkiye'ye uygulanması, Barış Pınarı
Harekâtı krizi, bu süreçte iki ülke arasında yaşanan krizlerden bazıları.
Türkiye ile
Amerika ve Batılı devletler arasındaki ilişkilerin giderek bozulmasının pek çok
nedeni var elbette. Ancak bunların tamamı “Amerika
ve Batının Türkiye’den duyduğu rahatsızlık” şeklinde ifade edilebilir. Evet
Amerika ve Batı Türkiye’den rahatsız, bazen yaptıklarından, bazen de
yapmadıklarından dolayı.
Öncelikle
Türkiye, pek çok açıdan artık eski Türkiye değil. Yeni Türkiye’nin eskisinden
en önemli farkı, artık kendi çıkarlarını önceleyen bağımsız politikalar belirliyor
ve kararlılıkla uyguluyor olması. Türkiye, özellikle 15 Temmuz darbe
girişiminden sonra, yurt içinde ve yurt dışında her türlü milli çıkarlarını
koruyacak kararları, kimseye sormadan, danışmadan, hatta itirazlara rağmen,
kendisi veren ve uygulayan bağımsız bir ülke haline gelmiştir. Yani Türkiye, 15
Temmuz darbe girişiminden, tam bağımsız bir ülke olarak çıkmıştır. Artık
Amerika ve Batı karşısında, eskisi gibi, söz dinleyen, denileni yapan bir
Türkiye bulamıyor.
Elbette
müttefiklerimizin (!) duyduğu rahatsızlık bununla sınırlı değil, başka nedenler
de var;
1-) Bölgede: Türkiye Akdeniz’e en uzun kıyısı olan bölge
ülkesi olarak Akdeniz’de petrol ve doğal gaz aramaları yapıyor. Libya’yla deniz
komşuluğu ve ortaklık kurdu, bölge kaynaklarını ele geçiriyor. Askeri ve
ticari açıdan stratejik boğazlar Türkiye’nin elinde, istediğinde Karadeniz’i
kapatabiliyor. İsrail’e yakın konumda
ve İsrail’in iddia ettiği vaadedilmiş toprakların bir kısmı Türkiye toprağı.
Türkiye Ortadoğu’da en güçlü ve lider konumda olan Müslüman ülke ve Türkiye
bölgede İsrail’in emellerine engel olacak tek gerçek güç.
2-) Dünyada : Türkiye dünyadaki üs sayısını ve nüfuzunu
hızla artırıyor, Afrika’da milli bilinci uyandırıyor, sömürgeci ülkelerin
çıkarlarını baltalıyor, Suriye’de kukla Kürt Devleti kurulmasına engel oluyor,
Azerbaycan’a askeri destek veriyor, Karabağ’ı geri alıyor. Batıya göre
Kıbrıs’ta halen işgalci ve Rumlara tehdit oluşturuyor. Rusya ve Çin’le yakın
ilişkiler geliştiriyor, Rusya’dan savunma sistemleri alıyor. Türkiye bölgesel ve küresel sorunlarda, kendi
tezlerini ve çözüm önerilerini ortaya koyuyor, masada yerini alıyor. Özellikle
bölgesel sorunların çözümünde kilit rol oynuyor.
3-) NATO’da : Üye ülkelere göre Türkiye; NATO ittifak
ruhuna aykırı davranıyor. Rusya’dan savunma sistemleri alıyor, Rusya’ya karşı
Ukrayna savaşı ambargosuna uymuyor, İsveç’in NATO’ya girmesine engel oluyor,
Egede saldırgan tutumuyla Yunanistan’a tehdit oluşturuyor.
4-) Savunma
Sanayinde : Türkiye son yıllarda
yaptığı atakla savunma sanayide dünyanın önde gelen ülkelerinden biri oldu. Türkiye,
iha, siha, uçak gemisi, deniz altılar, uzun menzilli füzeler, hava savunma
sistemleri geliştiriyor. Pek çok ürünü kendi ürettiği gibi, NATO üyesi ülkeler
de dahil dünyada pek çok ülkeye ihraç ediyor. Türkiye bu alanda Amerika ve
Batının pazarı olmaktan çıkmak üzere. Pek yakında insansız savaş uçağını
uçurması halinde, dünyada oyun değiştiren güç olacak. Bu alanda Türkiye, önü
alınamaz hale gelmek üzere.
Türkiye’nin geldiği bu nokta, Batılı
dostlarımızca (!) çıkarlarına tehdit olarak algılanıyor. Amerika ve Batılı
dostlarımız tüm hususlardan ötürü rahatsızlıklarını açıkça dile getirmekten çekinmiyorlar.
Nitekim başkan Biden, 14 Ekim 2019 tarihinde
yaptığı açıklamada, Türkiye’yi “Amerikan’ın
ulusal güvenliği ve dış politikası için olağandışı ve olağanüstü bir
tehdit” olarak değerlendirdi. Batıya göre, Türkiye artık yola
gelmiyor.
Tüm bu
gelişmelerle, Filistin-İsrail çatışması, büyük İsrail projesi, doğu
Akdeniz’deki askeri yığınak birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye’nin çok
ciddi ve yakın bir tehdit altında olduğu aşikardır.
2.6. TÜRKİYE’Yİ
BEKLEYEN YAKIN TEHLİKE
İzah ettiğimiz gibi, Türkiye’yi kendi çıkarlarına
tehdit olarak algılayan Amerika ve Batılı güçler, çok geç olmadan Türkiye’nin
önünü kesmek istiyorlar. Türkiye üzerindeki baskılarını artırmış durumdalar, Türkiye için çember daralıyor.
Yakın bir zamanda, Amerika ve müttefikleri
tarafından Türkiye’ye bir “talepler listesi” dayatılması kuvvetle muhtemeldir.
Bu listeyle Türkiye’den;
* Doğu Akdeniz’de hatta Karadeniz’de
aramalardan vazgeçmesi,
* Afrika’daki faaliyetlerine son vermesi,
* Libya’dan çekilmesi ve ortaklık anlaşmasını
iptal etmesi,
* İnsansız savaş uçağı projesini durdurması,
* Suriye’de Kürt devleti kurulmasına göz
yumması, müdahale etmemesi,
* Rusya ve Çin’le ilişkileri kesmesi,
* Rusya’ya karşı Ukrayna savaşı ambargosuna
uyması,
* S400 savunma sistemini kullanılamaz hale
getirmesi (taahhüt vermesi),
* Kıbrıs’tan asker çekmesi, toprak vermesi,
* Egedeki tezlerinden vazgeçmesi,
* Böylece Amerikan çıkarlarına ve İsrail’in
güvenliğine tehdit olmaktan uzaklaşması istenecektir.
Türkiye bu talepleri kabul eder ya da en
azından karşı tarafı tatmin edecek düzeyde geri adımlar atarsa, tansiyonun
düşmesi ve yumuşak bir geçişle düzenin devamı sağlanabilir.
Aksi halde, Türkiye’ye müdahaleler gelmesi
ihtimali beklenmelidir. Muhtemel müdahaleler;
2.6.1.
Ekonomiye Müdahale:
Türkiye’nin bu taleplere olumlu yaklaşmaması halinde,
Amerika ve müttefiklerinin başvuracağı ilk yol, alışıldığı üzere Türkiye
ekonomisini çökertmeye çalışmak olacaktır. Bu amaçla;
- Dövize müdahale edilerek aşırı yükselmesi
sağlanacak,
- Borsaya müdahaleyle yabancı yatırımcının
ülkeden ani çıkışı ile borsanın çökmesi ve ülkeye finansman girişinin
engellenmesi sağlanacak,
- Türkiye’nin kredi notu düşürülerek dış
piyasalardan borçlanması engellenecek ve tüm bunlarla Türkiye yola getirilmeye
çalışılacaktır.
2.6.2.
Ambargo:
a-) Türkiye’nin Rusya ve Çin’le yakın ilişkiler
kurduğu, NATO dışı ülke olan Rusya’dan savunma sistemleri aldığı, Ukrayna
savaşı nedeniyle Rusya’ya uygulanan ambargoya uymadığı, NATO üyesi ülkelere
(Yunanistan) karşı saldırgan tutum sergilediği ve tüm bunlarla NATO’da ittifak
ruhuna aykırı davrandığı gerekçesiyle, Amerika müttefikleriyle birlikte
Türkiye’ye ambargo başlatabilir.
b-) Türkiye’nin Afrika, Doğu Akdeniz ve Ön
Asya’da izlediği politikalarla Amerikan çıkarlarına aykırı davrandığı
suçlamasıyla, ABD Hasımlarına Karşı Yaptırım Yoluyla Mücadele Yasası (CAATSA)
kapsamında Amerika tek başına Türkiye’ye ambargo başlatabilir.
2.6.3. Siyasete-Yönetime Müdahale:
Türkiye’nin bölgedeki etkinliği ve Amerikan
çıkarlarıyla çatışan uygulamalarının mevcut iktidarla özdeşleştiği aşikardır.
Bölgede petrol ve doğal gaz aramaları, Libya’yla münhasır ekonomik bölge
anlaşmasının, sağ konsolidasyon denebilecek mevcut iktidar döneminde olduğu
gibi, İsrail’in yayılmacı politikalarına ve katliamlarına karşı sesini
yükselten tek siyasi iktidar Türk hükümetidir.
Bu durumda Amerika için, ülkede milliyetçi-muhafazakar
sağ cenahın iktidardan uzaklaştırılması için girişimlerde bulunmak bir seçenek
olacaktır. Bu amaçla Amerika’nın;
Ekonomiye müdahale ve ambargoyla ülkeyi
fakirleştirmek, ülke genelinde terör eylemleri ve bombalı saldırılarla güvenlik
endişesi doğurmak, farklı kesimlerden kişilerin faili meçhul cinayetleriyle
ülkede ayrışma ve kutuplaşma yaratmak, medya yoluyla manipülasyon yapmak gibi
girişimlerle, sağ iktidara olan güven ve itimat duygusunu azaltarak, mevcut
iktidarın değişmesi ve yerine eski Türkiye’de olduğu gibi söz dinleyen, Amerika
ve İsrail çıkarları için tehdit teşkil etmeyen bir oluşumun iktidara gelmesi
yönünde ciddi gayret ve çaba göstermesi muhtemeldir.
Bu yönüyle, mevcut zihniyetin iktidarını
sürdürüp sürdüremeyeceği meselesi, Amerika’nın gelecekte Türkiye’ye yönelik
politikalarını belirleyecek önemli bir unsur olarak karşımızda duruyor.
2.6.4.
NATO’dan Çıkarma :
Ambargo maddesinde sayılan aynı gerekçelerle
Türkiye NATO’dan çıkarılabilir, böylece tüm dünyaya, özellikle de NATO
ülkelerine karşı korumasız ve savunmasız bırakılabilir.
2.6.4.1. Türkiye NATO’dan Çıkarılabilir Mi?
Türkiye 1952’de, Rus tehdidine
karşı üyesi olduğu NATO’da, özellikle Rusya’ya karşı, ittifakın uç karakolu
konumunda görev icra etmiş, ittifakın ikinci büyük askeri gücü durumundadır.
Ancak bugün NATO’nun Türkiye’yi üye olmayan ülkelerden çok, NATO üyesi ülkelere
karşı, en çok da Amerika’ya karşı koruduğunu söylemek yanlış olmaz. İzah
ettiğimiz nedenlerle, yakın gelecekte Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması gündeme
gelebilir. Esasen bir ülkenin NATO’dan çıkarılması ile ilgili bir hüküm ya da
prosedür bulunmuyor. Ancak pratikte bunun 2 yolu var.
1-) Kendisin ayrılması.
2-) Üye ülkenin ittifak ruhuna aykırı davranması ve kurucu anlaşma
hükümlerini ihlal etmesi halinde NATO dışı bırakılması. Bu durumun farklı
yorumları olabilir. Buna en iyi örnek, bir üye devletin, diğer bir üye devlete
saldırması halidir. Bu durumda, çatışma dışı üyelerin bir tarafı tamamen haksız
bulmaları halinde, oy birliği ile o ülkenin NATO’dan çıkarılmasına karar
verilebilir.
Birinci ihtimal olası
gözükmediğinden, ikinci şık üzerinde durmak gerekiyor. Bu ihtimal, Türkiye’yi NATO
üyesi bir ülkeyle çatışmaya sokmaktır. Esasen böyle bir hamle için, uzun
arayışlara girmeye ihtiyaç yoktur.
Türkiye’nin, Egede Yunanistan’la, Libya’da Fransa’yla, Suriye’de Amerika’yla çatıştırılması, bu ülkeler için kolay bir kurgu olacaktır. Böylesi bir çatışma sonrasında, yukarıda izah ettiğimiz prosedür işletilerek, Türkiye NATO’dan ihraç edilebilir. Bu durumda, Türkiye’ye askeri müdahalenin önünde bir engel kalmayacaktır.
2.6.5. Askeri
Müdahale :
Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Suriye
sınırındaki etkinliğine son vermek, bölgesel kaynakların paylaşımından uzak
tutmak, büyük İsrail’i kurmak ve güvenliğini sağlamak amacıyla Türkiye’ye bir
askeri müdahale yapılabilir mi?
Türkiye’ye askeri müdahale ya da kısmen dahi
olsa bir işgal girişimi, buna kalkışacaklar için, son derece ağır bedelleri
olacak, çok maliyetli, sonu kestirilemeyecek ciddi riskler taşıyacağı gibi,
sürdürülebilir mahiyette de olmayacaktır.
Ancak, Türkiye’nin hedeflerinden taviz
vermemesi durumunda masada bir seçenek olabilir. Ayrıca, siyonist İsrail’in
vaadedilmiş topraklar hülyasının sınırları içerisinde, Türkiye’nin Güney
Doğusundaki 20 ilin yer alıyor olması, Türkiye ile askeri çatışmaya girilmesi
ihtimalini sıcak tutuyor.
2.7. TERÖR
DEVLETİ Mİ KURULUYOR?
Bir askeri müdahalenin/çatışmanın gündeme
gelmesi halinde, Amerika ya da İsrail, Türkiye’yle bizzat savaşa/çatışmaya
girmeyecektir.
Bunun yerine
Amerika Kürt kartını öne sürmeyi planlanıyor. Bu plana göre, Türkiye’nin Suriye
ve Irak sınırında, İsrail’e vekaleten, kukla bir Kürt terör devleti kurulacak.
Türkiye’nin bu yapılanmaya karşı askeri müdahalesi beklenecek. Türkiye yapacağı
askeri müdahalede, karşısında tamamen Amerika ve Batı destekli askeri bir güç
bulacak.
Böylece, tıpkı Rusya’nın Ukrayna’da
düşürüldüğü durum gibi, Türkiye Suriye ve Irak’ta iki ayrı cephede, uzun
süreli ve yıpratıcı bir savaşa sokularak
zayıf düşmesi sağlanacak. Müdahale için en uygun zaman beklenecek.
Böylece Amerika hep yaptığı gibi, askerini riske atmadan, vekil savaşı
yürüterek hedefine ulaşacak.
Esasen Amerika terörü
devletleştirme planını yıllar öncesinden uygulamaya koymuş durumda. Önce kuzey
Irak’ta oluşturduğu Kürt yönetim bölgesine, terör örgütü PKK’yı, sonrasında
kendi çıkardığı iç savaşla fiilen bölünen Suriye’nin kuzeyinde Türkiye
sınırına, yine terör örgütü YPG’yi yerleştirdi.
Bununla
yetinmeyip, Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen, binlerce tır askeri malzeme ve
teçhizatla donattığı terör örgütüne, yıllarca askeri eğitim verdi. Bizzat
Amerika’nın verdiği silahlarla, pek çok vatan evladımızın şehit edildi.
Amerika, bölgede
büyük İsrail projesine engel olacak, güvenliğini tehlikeye atacak her unsura
karşılık vermeye hazır bekliyor.
2.8. TÜRKİYE
NE YAPMALI?
Bölgesel plnların hedefinde duran Türkiye’nin
karşısındaki böylesi bir güç ve tehlikeyle tek başına mücadele etmesi dahası
alt etmesi çok zor. Bu yüzden bölgesel birlikler, ittifaklar ve teşkilatlar kurmak
zorunda. Türkiye;
1-) Türkiye Libya ile yaptığı gibi, Doğu
Akdeniz ülkeleriyle (Filistin dahil) Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşmaları
imzalamalıdır.
2-) Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerle
Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (DAGİT) acilen kurulmalıdır.
3-) Rusya ve Çin’le, birlikte ya da ayrı ayrı,
bölgenin güvenliğine yönelik antlaşmalar yapılmalı ve Amerika’ya karşı denge
politikası hayata geçirilmelidir.
4-) Türkiye ile KKTC arasında acilen Konfederasyon kurulmalıdır. Konfederasyona dahil olan devletler, egemenliklerini korur, maliye, asayiş, vatandaşlık, mülkiyet ve medeni haklar gibi konularda bağımsızdırlar. Bununla birlikte, dış politikada ve savunmada ortak politika uygulayarak, dış tehditlere karşı güçlerini birleştirirler. Bunun gerçekleşmesi halinde, KKTC’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı, kara suları, münhasır ekonomik bölgesi, Türkiye’nin hak sahası haline gelecektir.
2.9. SON SÖZ
Türk devlet
aklı, Türkiye üzerine yapılan tüm planların, tüm tehdit ve tehlikelerin farkındadır.
Türk devleti de planlarını
yapıyor, tedbirlerini alıyor.
Bildiğimiz,
bilmediğimiz pek çok yolla, olacaklara hazırlanıyor.
Türkiye’yi Arap Baharı ülkeleriyle
karıştırmak büyük hata olur.
Türkü hafife almaksa, ölümcül hatadır.
Toplam Okunma Sayısı : 879