
ÜLKEMİZDE AİLENİN DURUMU VE AİLE POLİTİKALARI RAPORU
Ülkemizde uygulanan aile politikalarının kısaca değerlendirildiği bu çalışma; aile yapımızın, dolayısıyla toplumsal yapının, birçok açıdan, ciddi bir çözülme yaşadığını açıkça göstermektedir. Bütün çabalara rağmen bir türlü durdurulamayan bu çözülmenin temel nedeni, ülkemizde ‘bütünlüklü aile politikalarının’ olmamasıdır. Yüzlerce hatta binlerce, birbirini olumlu veya olumsuz yönde etkileyen faktörün göz önünde bulundurulması yoluyla geliştirilmesi mümkün olan bütünlüklü aile politikalarının, ciddi bir bilgi birikimi gerektirdiği tartışmasızdır. Söz konusu politikaların, aileyle ilgili bütün verilerin toplanıp her yönüyle değerlendirildiği bir merkezde geliştirilip uygulanması gerekmektedir ki Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bu amaç için kurulmuştur.
Buna rağmen de bakanlığın, aile politikalarının hem geliştirilmesi hem de uygulanması anlamına gelen, kuruluş amacının farkına vardığını gösteren çalışmaları neredeyse yok gibidir. Aksine, bakanlığın – yukarda detayları dile getirilen – değişik dönemlerde ve değişik bahanelerle .ncülük ettiği kimi çalışmalarıyla, aile konusunda yaşadığımız bazı sorunların sebebi haline dönüştüğü bile söylenebilir. Dolayısıyla ülke olarak istikbalimizi doğrudan ilgilendiren temel bir kurumun korunmasını tevdi ettiğimiz bir bakanlığın, çeşitli bahanelerle bu işin üstesinden gelmiyor veya gelemiyor olmasını göz ardı ederek, bu konuda mesafe kat etmemiz mümkün değildir. Zira sahibi bulunmayan meselelerin bile bir şekilde çözülmesi mümkünken, yalandan sahiplenilmiş veya hakkıyla sahiplenilmemiş meselelerin çözülmesi asla mümkün değildir.
Yukardaki değerlendirmelerin açıkça gösterdiği gibi, bugün Bakanlık hem işi hem de işleyişi açısından, tamamen parçalanmış bir yapı arz etmektedir. Bakanlığın birbiriyle uyumlu bütünlüklü politikalarının bulunmaması, parçalanmış yapıyı daha da derinleştirmekte, farklı birimlerin bir birleriyle çelişen politikaları bakanlığın bütün enerjisini boş yere tüketmektedir. Onun için bakanlığın hem işi hem de işleyişi açısından, bütünlüklü aile politikaları çerçevesinde yeniden yapılandırılması şarttır. Bunun yapılmaması durumunda, ne kanunla kendisine tevdi edilen görevleri yerine getirmesi ne de aileyi koruması asla mümkün değildir. Nitekim bugün aileyle ilgili yaşanan ve gittikçe de derinleşen sorunlar bunu açıkça göstermektedir.
Evlenmelerin azalması, boşanmaların artması ve nüfusun artık kendini yenileyemez hale gelmesi, kadın cinayetlerinin dört katına çıkması gibi göstergeler, gören gözler için aile konusunda alarm zillerinin çaldığının açık göstergeleridir. Elimizdeki veriler, önümüzdeki süreçte de bu alarm zillerinin artarak devam edeceğine açık bir işarettir. Bununla birlikte, sadece göstergelere yönelip geçirdiğimiz, geçireceğimiz her gün aile konusunda yaşadığımız meseleleri daha da derinleştirecektir. Çünkü aile konusundaki tek çözümün köklü çözüm olduğu açıktır. Dolayısıyla kültürümüzün, medeniyetimizin bütün imkânlarını seferber ederek, kapsamlı bir faaliyet başlatmaktan ve bütünlüklü aile politikalarını titizlikle geliştirip uygulamaktan başka çaremiz kalmamıştır. Dolayısıyla dile getirilen önerilerin bir an önce değerlendirilip yürürlüğe konması, aile politikalarının hayata geçirilmesi açısından lüzumlu bir hal almış bulunmaktadır.
TESPİT ve ÖNERİLER
NÜFUS POLITIKALARI
Tespit 1:
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2018 yılı için kadın başına düşen çocuk sayısı yani doğurganlık oranı 1.99’a düşmüştür.
Öneri: Doğurganlığı teşvik eden etkili politika ve uygulamalar ivedilikle hayata geçirilmelidir.
Gerekçe: Doğurganlık oranı/ kadın başına düşen toplam doğum sayısı için 2.1 kritik eşiktir. Yani nüfusun yerinde sayması için bile doğum sayısının 2.1 düzeyinde olması gerekmektedir. Bu oranın altındaki doğurganlık, nüfusun kendini yenileyememesi ve yaşlanması, dahası azalması anlamına gelir. Bir ülke için dinamik ve genç nüfus ekonomik büyüme, toplumun devamı ve gelişimi, sigorta sisteminde aktüeryal denge, yaşlı bakımı ve sosyal politika kapsamının genişlememesi gibi birçok bakımdan önemli bir imkandır. Bu imkana sahip olmak bir ülke için en büyük zenginliktir ve bu uğurda her türlü tedbire başvurulmalıdır. Nüfus artışını ve doğurganlığı teşvik için en etkin tedbir, aile için gider artışına yol açan çocuğun bakımının desteklenmesidir. Aile yardımı sigortasının cari kılınması, yoksul ailelerin hane büyüklüğüne ve çocuk sayısına uygun desteklenmesi, asgari ücretle çalışan ailelerin ü.üncü ve üstü çocukları için aileye çocuk yardımı sağlanması gibi, aileleri destekleyen sosyal yardım uygulamaları bir an önce başlatılmalıdır.
Tespit 2:
Türkiye’de doğurganlık oranları bölgelere göre önemli ölçüde farklılaşmıştır. Beş bölgede doğurganlıktaki değişime bakıldığında, en yüksek hız 3.2 çocukla Doğu’da; en düşük hız ise 1.6 çocukla Kuzey’de yani Karadeniz yörelerinde görülmektedir. Güney’de 2.8, Orta Anadolu’da 2.1 ve Batı’da 2 çocuk seviyesinde bir hız son derece dikkat çekicidir.
Öneri: Öncelikle doğurganlık oranı kritik eşiğin altında olan bölgelerden başlayarak, nüfus artış oranı üzerinde olumsuz etkisi olan politika ve uygulamalar tespit edilmeli, konuya ilişkin bilinçlenme ve duyarlılığı arttırma amacına yönelik tedbirler alınmalıdır.
Gerekçe: Doğurganlık oranının kritik eşiğin altına inmesi nüfusun kendini yenileyememesi ve yaşlanmasına yol açacaktır.
Tespit 3:
TÜİK verilerine göre, Türkiye’de ilk evlilik yaşı ortalaması son üç yılda erkeklerde 2,6, kadınlarda da 2 yaş yükselmiştir. 2016 yılında erkeklerde 27,6, kadınlarda 24,5 olan ortalama ilk evlilik yaşı, 2018 yılında erkeklerde 30,2’ye, kadınlarda ise 26,5’e yükselmiştir. Mevcut durum gençler, toplum ve genel ahlak açısından bazı sorunlar yaratırken, doğurganlığın düşmesine yol açan faktörlerden biri olması bakımından da önem arzetmektedir.
Öneri: Evlenme kararı, eğitimin tamamlanması ve iş sahibi olabilmekle doğrudan bağlantılıdır. Evlenme yaşının aşağı çekilebilmesi için mesleki eğitimin yeniden lise düzeyine çekilmesi ve yüksek öğrenimin meslek ve işgücü piyasalarının ihtiyaçlarına uygun nitelikleri kazandıracak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
Gerekçe: Üretimdeki ara eleman ihtiyacını karşılamaya dönük mesleki eğitim lise düzeyinde iken, meslek lisesini bitiren genç, askerlik görevini tamamlayıp evlenme ve aile kurma sürecine yönelebilmekte idi. Mesleki eğitim mezunlarının yükseköğrenime yönlendirilmesi ile süre. dört yıl daha uzamaktadır. Ayrıca üniversite eğitimi de piyasa şartlarına uyumlu bir şekilde düzenlenmediği için çok sayıda üniversite mezunu genç iş bulamamakta, aile kuramamaktadır. Atama bekleyen öğretmenler bunun en açık delilidir.
SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ
Tespit 4:
ILO’nun zorunlu saydığı 9 sigorta kollundan olan “Aile Yardımı Sigortası” doğurganlığı teşvik edeceği gerekçesiyle, sosyal sigorta sisteminin dışında bırakılmıştır.
Öneri: Aile Yardımı Sigortası, sosyal sigorta sistemimize dâhil edilerek, sigortalı ailelere bakım desteği sağlanmalıdır. Ayrıca sigortalı olmayan ailelere de sosyal yardım kapsamında, aynı şekilde çocuk bakım desteği sağlanmalıdır.
Gerekçe: Aile yardımı sigortası, çocuk yardımı olarak da tanımlanır, evli ve çocuklu sigortalının çalışmayan eşi ve çocuklarının her biri için yardımı öngörmektedir. Sigortalının ailesini, doğurganlığı ve nüfus artışını destekleyen etkili bir yardım türüdür. 1960’lı yıllardaki Türkiye’de “nüfus artışını engelleme” politikaları çerçevesinde çekince konulan aile yardımı sigortası, bugün cari olan ‘nüfus artışını teşvik’ politikasını destekleyecek önemli bir araçtır ve ivedilikle sisteme dâhil edilmesi gerekmektedir. Kapsam dışında kalan ailelerin çocuk bakımının desteklenmesi hem yoksullukla, hem çocuk yoksulluğuyla mücadele için etkin bir mekanizma olacak, nüfus artışını ve doğurganlığı teşvik edebilecektir.
SOSYAL HİZMET POLİTİKALARI
Tespit 5:
Sosyal hizmet politikaları birey odaklı olup, kurumsal bakımı esas almaktadır. Bugün için kurumsal bakım mekanizmaları, yüksek maliyetlere rağmen, arzu edilen amaca uygun sonuçlar üretememektedir.
Öneri: Sosyal Hizmetler aile odaklı olarak yeniden kurgulanmalı, temel bakım yöntemi de “aile yanında bakıma” dönüştürülmelidir. Çocuklar, mümkün olduğunca ailesi yanında desteklenmeli, bu mümkün olmadığında, “koruyucu aile” de bakımları
sağlanmalıdır. Dolayısıyla çocuklar için kurumsal bakım tamamen terk edilmelidir. Engelli ve yaşlıların da ailelerinden, ait oldukları sosyal çevreden koparılmadan bakılmalarını destekleyecek sosyal hizmet mekanizmaları geliştirilmelidir.
Gerekçe: Dezavantajlı olarak tanımlanan ve desteklenmesi gereken her birey, mensubu olduğu ailenin yaşadığı sorunların sonuçlarındandır. Bireysel yaklaşım, çözümü aile dışında aramakta, her bir aile üyesini ayrı bakım kuruluşunda (çocuk, çocuk bakım merkezinde; yaşlı huzurevinde; kadın sığınma evinde; engelli, engelli bakım merkezinde) desteklemektedir. Bu yöntem hem çok maliyetlidir hem de aileyi dağıtmaktadır. Her bir bireyi ayrıca ailenin sağladığı imkânlardan da mahrum bırakmaktadır. Aileyi merkeze alan sosyal hizmet yaklaşımı, sorunun kaynağında çözülmesine imkân sağlayacaktır. Ailedeki sorunlar uygun mekanizmalarla çözümlendiğinde, çok daha az maliyetle, çok daha etkin, insan fıtratına ve ihtiyaçlarına uygun sonuçlar üretilecektir. Ailenin temel fonksiyonu, bireylerin korunma ve bakım gibi ihtiyaçlarını sevgi, fedakârlık ve merhamet gibi yüce duygularla karşılamasında toplanır. Bu fonksiyonunu icra edebilen, alternatif başka bir kurum hala daha bulunabilmiş değildir.
Tespit 6:
Koruma altındaki çocukların %85’inin ailesi mevcuttur.
Öneri: Çocukla ilgili olumsuz bir durum tespit edildiğinde, çocuğu koruma altına almadan önce, sorun kaynağında yani ailede çözülmelidir. Koruma altındaki çocuklardan ailesi olanlar yeniden incelemeye tabi tutularak, döndürülmesi mümkün
olanlar ailelerinin yanına döndürülmelidir. Çalışmalar çekirdek aile ile sınırlandırılmamalı, çocuğun ait olduğu geniş aileye de bakılmalıdır. Ailesi yanına
döndürülemeyen çocukların ise, “koruyucu aile” yanında bakımı sağlanmalıdır.
Gerekçe: Çocuğun yüksek yararı ailesinden kopmamasındadır. En doğru çocuk bakım yönteminin, aile yanında bakımı esas aldığı unutulmamalıdır.
Tespit 7:
Suça sürüklenen ve suç mağduru çocukların sağaltımında başarılı sonuçlar üretilememektedir.
Öneri: Suça sürüklenen ve suç mağduru çocukların psiko-sosyal rehabilitasyonlarını sağlayacak kurumsal mekanizmalar ve uygun eğitim programları geliştirilmelidir. Suç (cinsel istismar) mağduru çocukların bakımında, “özellikli koruyucu aile” modelinden faydalanılmalıdır.
Gerekçe: Suça bulaşan çocuklar, onları suça sürükleyen ortamdan ve çevreden uzaklaştırmak ve doğruyu yanlışı ayırt etme yeterliği kazandırmak için koruma altına alınmaktadır. Bu amacı sağlayamayan uygulamaların revize edilmesinin zorunluluğu aşikârdır. Suç mağduru çocuklarla ilgili bakım modeli de çocukların sağaltımını sağlayacak şekilde düzenlenmeli, bu çocuklar için “özellikli koruyucu aile” modeli geliştirilmelidir. (Özellikli koruyucu aile: Eşlerden en az birinin psikoloji, pedagoji, PDR mezunu olduğu ailelerdir.)
Tespit 8:
Sosyal Hizmetleri düzenleyen mevzuattaki boşluklar sebebiyle, muhtaç olmayan engelliler ve yaşlılar da kurumsal bakım hizmetlerinden faydalanabilmektedir.
Öneri: Sosyal bakım ve destek hizmetlerinden bakıma muhtaç, yoksul kişiler faydalandırılacak şekilde düzenleme yapılmalı, ücretli yaşlı bakım hizmeti tamamen terkedilmelidir.
Gerekçe: Sosyal hizmetlerin gerekçesi ve amacı muhtaç, kimsesiz ve çaresiz kimselerin korunması ve insani şartlarda bakımlarının sağlanmasıdır. Ekonomik olarak muhtaç olmayanların bu hizmetlerden ücretli olarak faydalandırılmaları amaca aykırıdır. Zira bugün yaşlıdan alınan ücret, maliyetlerin çok altında kalmaktadır.
Tespit 9:
Sosyal hizmet politikaları en temel değer olan kuşaklar arası sorumluluğu desteklememekte; engelli ve yaşlı bakımını üstlenirken, ailelerinin/ çocuklarının yaşlı anne-babalarına bakma sorumluluklarını yok saymakta veya ortadan kaldırmaktadır.
Öneri: Bakıma muhtaç engelliler ve yaşlılar devlet bakımından faydalandırılmalı, ancak var olan gelirlerine ve servetine el konularak, bakımlarından sorumlu olan akrabalarına bırakılmamalıdır. Geliri ve serveti olmayan veya yeterli görülmeyenler için, bakmakla yükümlü yakınlarına nafaka davası açılmak suretiyle, bakım masrafları tahsil edilmelidir.
Gerekçe: Devlet toplumu ve aileyi ayakta tutan değerleri korumakla mükelleftir. Bu değerlerin aşınması veya yok olması ailede ve toplumda çözülmelere yol açar. çözülen aile ve çözülen toplum, başka birçok sorunun yanında, sosyal hizmet ve sosyal yardım ihtiyacının ve harcamalarının artması demektir. İnsani değerlerin aşındığı toplumlar, her açıdan gerilemeye ve yok olmaya mahkûmdurlar.
Tespit 10:
Koruma altındaki çocuklara tanınan devlet memuru olma hakkı, şimdiki halde çocukların aleyhine sonuçlar üretmektedir. Çocukların büyük çoğunluğu örgün eğitime katılım konusunda isteksiz davranmakta, okul başarıları ortalamanın çok altında kalmaktadır. Bu duruma da büyük ölçüde, memuriyet hakkının yol açtığı gözlenmektedir. Çocuklar okusa da okumasa da sonuçta devlet memuru olacağından bahisle, okula gitmeyi/ okumayı gereksiz görmektedirler. Ayrıca bazı aileler, devlet memuriyeti hakkından dolayı, çocuklarının korunma altına alınmasını isteyebilmektedir.
Öneri: Koruma altındaki çocuklara sağlanan “memuriyet hakkı” iptal edilmeli, çocukların kendi geleceklerini inşa etme sorumluluklarının ve şahsiyetlerinin gelişmesine imkân verilmelidir.
Gerekçe: Devlet korumasındaki çocukların sağlıklı, ahlaklı, çalışkan, azimli, adil, dürüst, kendine güvenli, eğitimli, donanımlı; kendisine, ailesine ve çevresine, toplumuna karşı sorumluluklarının idrakinde şahsiyetli bireyler olarak yetişmeleri temel hedef olmalıdır. Memuriyet hakkı çocuğu tembelliğe, sorumsuzluğa, hazırcılığa sevk etmekte, potansiyellerini yok etmekte, nitelikli işgücü olarak üreteceklerinden de toplumu mahrum bırakmaktadır. Ayrıca bir kısım çocuğun da ailesinden kopmasına yol açmaktadır.
Tespit 11:
2005 tarihli engelli yasası kamuya ve özel sektöre ait hizmet binalarının, 2015 yılına kadar engellilerin erişimine uygun hale getirilmesini emretmekte ve aksi halde cezai müeyyide öngörmektedir. Bu düzenlemeye rağmen de hem kamu, hem de özel sektör hizmet binalarında erişilebilirlik şartları oluşturulamamıştır. Özel sektöre yönelik ceza uygulamalarına başlanmıştır.
Öneri: 2005 tarihli Engelli yasasındaki “hizmet binalarının erişilebilir olması” konusundaki düzenlemenin iptal edilerek, “engellilerin hizmete erişiminin sağlanmasına” ilişkin hüküm ihdas edilmelidir.
Gerekçe: Erişilebilirlik standartları binaların tamamının değiştirilmesini gerektirmektedir. Bundan ayrı olarak asansörlerin nitelikleri, kapı ölçüleri, pencerelerin yüksekliği ve genişliği, koridor ölçüleri gibi, binalardaki bütün unsurları da kapsamaktadır. Bu itibarla hizmet binalarının tamamının erişilebilirliğinin sağlanması oldukça yüksek maliyetleri gerektirecektir. Kamu binaları tamamlanmadan, özel sektöre ait binalara ceza uygulanması kamuoyunun tepkisine yol açabilecektir. Kamu binalarında gerekli değişimlerin yapılabilmesi için, yatırım bütçelerinin tamamen bu alana hasredilmesini gerektirmektedir. Örneğin okul binasının tamamını erişilebilirlik standartlarına uygun hale getirmek yerine, okulda engelli çocukların eğitim alabilmesine imkân sağlayacak düzenlemelerin yapılması suretiyle, çok daha az maliyetle, çok daha kısa sürede amaca ulaşılacaktır.
Tespit 12:
Kadın sığınma evlerindeki standartlar gereğinden fazla hizmet içermektedir. Yiyecek, giyecek gibi temel ihtiyaçların karşılanmasının yanında; yemek, bulaşık, temizlik, çocuk bakımı gibi hizmetlerin tamamı görevlilerce yerine getirilmekte, ayrıca kadınlara asgari ücretin yarısı kadar da harçlık verilebilmektedir. Yani kuruma sığınan kadınlar tamamen işlevsiz bırakılmaktadır. Daha vahimi ise şiddet mağduru kadınlar için öngörülen sığınma evinde kalanların %80-85’i, barınma ihtiyacıyla bulunmaktadır. Sığınma evleri gizlilik esasına rağmen, kısa sürede deşifre olabilmektedir.
Öneri: Sığınma evleri barınma ihtiyacına yönelik olarak yeniden yapılandırılmalı, aleniyet esası getirilmeli, hizmetler orada yaşayan kadınlar tarafından üstlenilmelidir. Şiddete uğrama riski taşıyan kadınlar için küçük ölçekli, yüksek korumalı ve gizli kurumlar oluşturulmalıdır. Bu kurumlarda da hizmetler gene kadınlar tarafından yürütülmelidir.
Gerekçe: Kadın sığınma evlerindeki hizmetler, oldukça yüksek maliyetleri gerektirmektedir. Bir kadının aylık maliyeti ortalama 5000 TL’yi bulmaktadır. Kendi ihtiyaçlarını karşılama yeterliliğindeki kadınların âtıl ve işlevsiz kılınmaları, onları da olumsuz etkilemekte, boş zaman sorununa yol açmaktadır. Dahası sağlanan imkânların genişliği bazı kadınların sığınma evlerini hayat tarzına dönüştürmelerine yol açmaktadır. Barınma ihtiyacından dolayı kalanlar, kurumun gizleme konusunda gerekli özeni göstermediğinden dolayı, sığınma evleri kısa sürede deşifre olmakta, riskli kadınların korunmasında zaaflar meydana gelmektedir.
Tespit 13:
Türkiye’de aile sorunlarına yönelik ve aileyi kendi bütünlüğü içinde değerlendiren, aileyi desteklemeyi hedefleyen sosyal hizmet modeli ve uygulaması maalesef bulunmamaktadır.
Öneri: Sosyal hizmetlerin temel birimi aile olmalıdır. Aileyi her türlü sorununda destekleyecek, eğitim ve danışmanlık hizmetlerini içeren, bütünlüklü aile politikasıyla uyumlu bir sosyal hizmet modeli geliştirilmelidir.
Gerekçe: Güçlü, işlevsel ve sorun çözme yeterliliğindeki aile, devlet, toplum, birey için yeri doldurulamayacak imkânlar üretmektedir. Rasyonel devlet yönetiminin en öncelikli hedefi, aile kurumunu güçlü bir şekilde ayakta tutmak olmalıdır. Zira ülkenin, toplumun ve devletin bekası ile aile kurumunun işlevselliği arasında doğrusal bir ilişki mevcuttur. Her türlü sorun derinlemesine analiz edildiğinde, aile yetersizliğinin ürettiği insan gerçeğiyle karşılaşılacaktır. PKK’nın çocuk ve gençleri dağa çıkarabilmesi, gençlerin aile şartlarından bağımsız değildir. Çocuğuna sağlam bir gelecek perspektifi sunamayan aile, Devlet’in ilgili kurumlarınca etkin bir şekilde desteklenmediğinde, devletin başka kurumları sonuçlarla mücadele etmek zorunda kalmaktadır. Ailenin boşluğu hiçbir şekilde doldurulamadığı gibi, toplumun ve devletin çok ağır maliyetler ödemesine de yol açmaktadır. İnsan Hakları Bildirgesi (Md.16), Avrupa Sosyal Şartı, Anayasa (Md.41) ailenin korunmasını temel bir hak, devlet için de başlıca görev olarak belirlemektedirler.
Tespit 14:
Bugün Türkiye’de sosyal hizmetler, merkezi yönetimin sorumluluğu altında ve idaresindedir.
Öneri: Sosyal hizmetler, yerel yönetimler tarafından yürütülmelidir. Merkezi yönetim hizmetlerin kurallarını, standartları belirlemeli, süreçleri izlemeli ve denetlemelidir.
Gerekçe: Sosyal hizmetlerin yerinden yönetimi, yerel unsurları sürece katmak, toplumun katılımını ve denetimini sağlamak bakımından önemli imkânlar sağlayacaktır. Sosyal sorunlara müdahale ve hizmetlerin yerel şartlara uygun olarak çeşitlendirilmesi çok daha mümkün hale gelecektir. Bu imkânlardan dolayı çoğu ülke ve sosyal devletler, sosyal hizmetleri yerel yönetimler eliyle yürütmektedir.
Tespit 15:
Aile Bakanlığının teşkilat yapısı birey odaklı sosyal hizmet modeline uygun olarak kurgulanmıştır. Bakanlığın bugünkü yapısı ile aile odaklı sosyal hizmet modeline geçmek mümkün görülmemektedir.
Öneri: Aile Bakanlığı Teşkilat Yapısı, aile odaklı politikalar üretebilmeyi mümkün kılacak şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.
Gerekçe: Bakanlık, Engelli ve Yaşlı Hizmetleri, Çocuk Hizmetleri, Kadının Statüsü, Aile Toplum Genel Müdürlükleri şeklinde, her dezavantajlı bireye yönelik hizmet politikasının belirlenmesi ve uygulanması için ayrı ayrı yönetsel birimden oluşmaktadır. Her birim taşıdığı misyon gereğince, görev alanındaki kesimin haklarını geliştirmeye yönelik çalışmalar yaparken, diğer birimlerin faaliyet alanlarını ne yönde etkilediğiyle ilgilenememektedir. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü yasada belirtilmiş olan görevinin gereği olarak, ailenin dışında birey olarak tanımlanan kadının sorunlarına ilişkin politika uygulamaları geliştirirken, söz konusu uygulamanın aile kurumunu ne yönde etkileyeceğiyle ilgilenmek durumunda olmayabiliyor. Aynı şekilde Yaşlı, Engelli, Çocuk politikalarının, aileye ve birbirlerine etkisi de gözetilmemektedir. Sosyal hizmet ve sosyal yardım politikalarının aile merkezli olarak yapılandırılabilmesi için, mevcut yönetim yapısının bu hedefe uygun olarak yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
SOSYAL YARDIMLAR
Tespit 16:
Sosyal yardımlar değişik yasalarla düzenlenmiş, parçalı, dağınık, bazı durumlarda mükerrerlik arzeden, yoksullukla mücadelede etkin sonuçlar üretemeyen, toplumun tamamını kapsamayan bir manzara arz etmektedir. Mevcut sosyal yardım uygulamasına göre, hak temelli yardımlar engelli ve yaşlı aylıkları ile engelli evde bakım ödemeleridir. Türkiye’de bugün sosyal yardım bütçesinin %80’i, nüfusun %1,5’unu oluşturan muhtaç engellilere aktarılmaktadır.
Öneri: Sosyal yardımlar tek yasa ile, toplumun tamamını aile bazlı olarak kapsayan, ailenin ihtiyacına göre ayarlanabilen, çocuk yoksulluğunu ortadan kaldıran, belli bir geliri garanti eden, yoksullukla mücadelede sonuç üretebilen, gelir dağılımını düzelten, adil ve hak temelli olarak yeniden yapılandırılmalıdır. Sosyal yardım bütçesi, OECD ülkelerinde olduğu gibi GSYİH’nın %2,5’u seviyesine çıkarılmalıdır.
Gerekçe: Sosyal yardımların amacı, herkesin insan onuruna yaraşır bir hayat sürmesini temin etmek, yoksulluğun nesiller arası aktarılmasını engellemek, yoksulluğun olumsuz sonuçlarını bertaraf etmek, gelir dağılımını düzelterek sosyal adaleti sağlamaktır. OECD ülkelerinde gerçekte bozuk olan gelir dağılımları, sosyal yardımlarla düzeltilmektedir. Sosyal yardımların gelir dağılımını düzeltebilmesi için bu tür yardımların bütün yoksulları kapsaması, her ailenin ihtiyacına uygun olarak adil bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Bugün nüfusun neredeyse %30’u desteğe ihtiyaç duymaktadır. Yoksulluk sadece işsiz ve çalışamayanlarla da sınırlı değildir. Ailede çalışan olmasına rağmen, ailenin büyüklüğüne bağlı olarak gelir yetersizliği yaşanabilmektedir. Dolayısıyla her aile nüfusuna ve toplam gelirine göre değerlendirilmek suretiyle, ihtiyacı olanların gelirleri tamamlanmalıdır.
Tespit 17:
Türkiye’de sosyal yardımlar iki ayrı yasada düzenlenmiştir. Engelli aylığı ile yaşlı aylığı 2022 sayılı yasada, engelli bakım aylığı 2828 sayılı yasada yer almaktadır. Bu durumdan dolayı sosyal yardımlarda yaygın olarak mükerrerlik söz konusudur. Nitekim %70 ağır engeli olarak evde bakım ücreti alan engelliler aynı zamanda, %40 üzeri engeliler için öngörülen engelli aylığını da almakta ve aktif olarak da bir işte çalışabilmektedir.
Öneri: Sosyal Yardım Yasası ile mükerrerliklere imkân bırakmayacak şekilde, işsiz veya çalışamayan en az %40 engeli olanlara “engelli aylığı”; en az %70 ağır engelli olup da çalışamayan ve bakıma muhtaç engelliler için ise aile bakım desteği düzenlenmelidir. Engeli tespit eden sağlık raporlamasıyla ilgili yönetmelik, iş görebilme ve öz bakım yeterliliğine göre yeniden düzenlenmelidir.
Gerekçe: Engelli politikalarının ü. ayrı yasa ile düzenlenmiş olması da büyük bir karmaşaya yol açmaktadır. Engellilik bir dezavantaj olmakla birlikte, düzenlemelerdeki genellemeler dolayısıyla engelli çocuğun ihtiyaçlarına yönelik olması gereken de, yetişkin engelli için olması gereken de her engelliyi kapsayabilmektedir. Bu alan her engele göre ve her ihtiyacı karşılayacak şekilde ayrıntılı olarak düzenlenmediği takdirde, sorun etkin bir şekilde yönetilememektedir. Ayrıca mevcut engelli raporu uygulamasına göre engel, bedensel kayba göre belirlenmekte, beceri kaybı dikkate alınmamaktadır. Örneğin iki gözün görmemesi, %90 oranında ağır engel olarak değerlendirilmektedir. Ancak herkesin bildiği gibi iki gözü görmeyen görme engellilerin çoğu, öz bakım becerilerine sahip olduğu gibi, birçok işte de aktif olarak çalışabilmektedir.
Tespit 18:
Muhtaçlık tanımında da kargaşa hâkim. Nitekim engelli ve yaşlı aylığını hak etmek için muhtaçlık, hanede kişi başı gelirin asgari ücretin üçte biri olarak tanımlanırken, engelli evde bakım yardımı için kişi başı gelirin asgari ücretin üçte ikisi düzeyinde belirlenmiştir. Öte yandan asgari ücret, dört kişilik aile için gerekli ve yeterli gelir miktarı olarak belirlenmektedir. Muhtaçlık tespit edildiğinde yardım, sabit bir tutar olarak herkese aynı şekilde ödenmektedir. Geliri sınırda olan da, hiç geliri olmayan da aynı miktar yardım almaktadır.
Öneri: Muhtaçlık kişi sayısına bağlanmakla birlikte, belli bir sistem dâhilinde, ailedeki bireylerin durumuna uygun bir puanlama yapılarak belirlenmelidir. Eğer kişi başı gelir yaklaşımı benimsenirse, asgari ücretin dörtte birine tekabül eden gelirin altı muhtaçlığı belirlemeli, yardımlar eksik gelirin tamamlanması şeklinde olmalıdır. Yani sosyal yardımlarda adalet, gelir tamamlayıcı bir yöntemle mümkün olabilecektir.
Gerekçe: Sosyal yardımların amacı herkes için belli bir geliri garanti etmek ise, aile büyüklüğünü ve gelirdeki eksikliği dikkate almayan uygulamalarla amacı tesis etmek mümkün olmayacaktır. Asgari ücret karşılığı çalışan bir babanın, üç ve üzeri çocuk sahibi olması durumunda oluşan gelir yetersizliği, yardımlarla tamamlanmalıdır. Devletin üç çocuk politikası da bu uygulamayı gerekli kılmaktadır. Mevcut uygulamada, 2800 TL geliri olan iki kişilik ailede, birinin ağır engelli olması durumunda aileye 1400 TL yardım yapılmakta, böylece ailede kişi başı gelir 2000 TL’ye yükselmektedir. 2200 TL geliri olan asgari ücretli beş kişilik ailede engelli birey yoksa hiçbir şekilde yardım yapılmamakta ve kişi başına düşen gelir miktarı 440TL olarak kalmaktadır. Bu uygulama ile gelir dağılımı düzelmediği gibi, daha da bozulmaktadır. Sistem maalesef çocuk yoksulluğuyla mücadelede de, yoksulluğun nesiller arası aktarımının engellenmesinde de başarısız kalmaktadır.
Tespit 19:
Ağır engellilere ve yaşlılara bakmakla mükellef olan yakınlarına, “engelli evde bakım ücreti” ödenmektedir.
Öneri: Ağır engelli bireyin bakım ihtiyacından dolayı ailede bir kişi gelir getiren bir işte çalışamıyorsa, yani ailede gelir yetersizliği yaşanıyorsa, o tür ailelere yardım yapılmalıdır. Ancak yardım, engelli bakım yardımı olarak tanımlanmamalı, aile gelir desteği olarak tanımlanmalıdır.
Gerekçe: Aile, bireylerinin birbirine karşı sorumlu olduğu, yardımlaşma ve paylaşımın esas olduğu bir kurumdur. Yaşlı ana-babaya bakmak çocukların tabi bir görevi ve sorumluluğudur. Daha açığı ailede bakıma muhtaç engellinin bakımından bütün aile bireyleri sorumludur. Onların bu sorumluluğunu icra etmeleri için, devletin ücret ödemesi doğru bir uygulama değildir. Ana-babaya bakmak için devletten ücret alan bir ailede yetişen çocukların zihinleri bu şekilde kodlanacak ve kendi ana-babaları yaşlandığında da onların bakım sorumluluğunu devlete havale etmek isteyeceklerdir. Devletin temel politikası, toplumu ve aileyi ayakta tutan her türlü değerleri korumak olmalıdır.
KADIN POLİTİKALARI
Tespit 20:
Türkiye’de kadın politikaları, şiddet ve istihdam çerçevesinde gelişmiştir. Bunların dışındaki kadın sorunlarıyla ise ilgilenilmemektedir.
Öneri: Kadın politikaları cinsiyetçi yaklaşımın ötesine geçip, geniş bir perspektifle, kadına mahsus her türlü sorunla ilgilenmelidir. Ülkemizin taraf olduğu BM CEDAW Sözleşmesinin 6. Maddesinde düzenlenen “Taraf devletler, kadın ticareti ve fahişeliğin istismarının her şekliyle önlenmesi için yasa dâhil her türlü önlemi alacaktır’ şeklindeki düzenlemenin gereği, yerine getirilmelidir. Fuhuş (kadın bedeninin satılması, kiralanması) yasaklanmalı, ilgili işletmeler kapatılmalıdır. Yoksul kadınlar için çocukların sayısını ve özel durumlarını gözeten, sosyal yardım programlarının hayata geçirilmesi gerekmektedir. Yerel yönetimlerce, asgari ücretle çalışan kadınların çocukları için, ücretsiz kreş ve gündüzlü çocuk bakım hizmetleri sunulmalıdır.
Gerekçe: Kadının cinsel sömürüsü, sadece kadının onurunun değil, insanlık onurunun da ayaklar altına alınmasıdır. Fuhuşun kurumsallaşması, hiçbir şekilde Kabul edilmemelidir. Kurumsal fuhuş aile değerleriyle bağdaşmadığı gibi, gençleri kötülüklerden koruma sorumluluğuyla da çelişmektedir. Kadını kocasının cinsel istismarından koruyan politikaların, aynı kadının fuhuş vasıtasıyla istismarına karşı hassasiyet göstermemesi şaşırtıcıdır. Zina suç sayılmazken, fuhuşla mücadelenin kolay olmayacağı kuşkusuz aşikâr, fakat fuhuşla mücadele zina ile mücadeleyi de destekleyecektir. Bu arada yoksul ve dar gelirli kadınların desteklenmesi, gelir yetersizliği sebebiyle çocukların aileden uzaklaştırılmasının .nüne geçecektir.
Tespit 21:
Bugün kadın, ailenin dışında birey olarak tanımlanmakta, kadın sorunları aileden bağımsız olarak ele alınmakta; sorun tanımlanırken de çözüm aranırken de kadının dâhil olduğu aile ve çocuklar tamamen yok sayılmaktadır.
Öneri: Kadına dair ortaya çıkan her türlü durum, ailesiyle ve özellikle de çocuklarıyla birlikte değerlendirilmelidir.
Gerekçe: Kadın diğer bireyler gibi (erkek, çocuk, yaşlı) bir ailenin mensubu, bir ailenin de kurucusudur. Her tür kadın sorunu, dahil olduğu aileden bağımsız olmadığı gibi aile dahil edilmeden geliştirilen tedbirler de sorunu çözememektedir. Kadını aile kurumunun dışında, hatta ailenin karşısında konumlamanın en büyük zararı gene kadına olmaktadır.
Tespit 22:
Kadın politikalarının kurgusu, bir yanıyla toplumsal cinsiyet eşitliğini tesis eden düzenlemeleri öngörmekte, diğer yandan da kadını dezavantajlı olarak değerlendirmektedir. Kadın halkaları güçlü bir şekilde vurgulanmakta, ancak sorumluluk alanı bulanık bırakılmaktadır.
Öneri: Kadına dair düzenlemeler, eşitlik perspektifini kadının da sorumlulukları olduğunu dikkatlerden uzak tutmamalı, kadını sorumluluklarıyla birlikte değerlendirmelidir.
Gerekçe: Her yetişkin kendi hayatına, ailesine, çevresine, toplumuna, insanlığa karşı sorumludur. Kadının da erkeğin de gü.leriyle, rolleriyle, imkânlarıyla bağdaşık sorumlulukları vardır. İnsan için haklardan önce sorumlulukları esastır. Canlı veya cansız yaratılmış olan her şeyin ve her türlü canlının hakları vardır, fakat sadece ve sadece akıl sahibi insan sorumluluk sahibidir. Kadını sorumluluklarından azade kılmak, kadına hakarettir.
Tespit 23:
Türkiye’de kadın politikalarının esasını, kadına karşı şiddetle mücadele teşkil etmektedir. Şiddetle mücadelenin yasal çerçevesini İstanbul Sözleşmesi ve onun uygulamasını düzenleyen 6284 Sayılı Kanun oluşturmaktadır. Ancak, 6284 Sayılı Kanun, esaslı hususlarda İstanbul Sözleşmesi ile bağdaşmamaktadır. Aykırı hususlar aşağıda sıralandığı gibidir:
1. İstanbul Sözleşmesi şiddet mağdurunu, aile içi şiddete ve kadına yönelik şiddete maruz kalan gerçek kişiler olarak tanımlamakta, 6284 sayılı kanun şiddet mağdurunu, şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışlara doğrudan veya dolaylı olarak maruz kalan ve kalma tehlikesi bulunan kişiyi, şiddetten etkilenen ve etkilenme tehlikesi bulunan kişiler şeklinde tanımlamaktadır.
2. Sözleşmede şiddet, gerçekleşmiş vakaları işaret ederken, 6284 sayılı kanun şiddet ihtimalini de şiddet kapsamında değerlendirmekte ve ihtimal için de hüküm ihdas edilmesini gerektirmektedir.
3. İstanbul Sözleşmesi fiziksel, cinsel, psikolojik şiddetin Ceza Kanununda suç olarak tanımlanmasını ve suçluların bu çerçevede yargılanmasını öngörmekte, fakat 6284 Sayılı kanun şiddet şikâyetlerinin Aile Mahkemelerinde yargılanmasını düzenlemektedir.
4. Sözleşme şiddet suçlarının, kanunun mucibince cezalandırılmasını öngörmekte, 6284 sayılı yasa ise şiddet şikâyetlerinde, belirlenen koruyucu, önleyici tedbirleri düzenlemektedir.
5. Sözleşme şiddet şikâyetlerinde delil, ispat yükümlülüğü öngörmekte, fakat 6284 sayılı kanun şikâyeti yeterli görmekte, delil belge aranmayacağını hükme bağlamaktadır.
6. Sözleşme, acil ve ağır risk içeren durumlarda, delil aranmaksızın, kolluk kuvvetinin mağduru korumak için gerekli tedbirleri alması gerektiğini, aciliyetin ve riskin tespit edilebilmesi için ilgili kurumların koordinasyonun sağlanmasını öngörmekte; 6284 sayılı kanun, acil ve ağır risk içeren durumlara dair herhangi bir düzenleme içermemekte, her şikâyeti acil ve ağır risk içeren bir durum olarak kabul etmektedir.
7. Sözleşme failin mağdura, konuta, mağdurun bulunduğu mahalle yaklaşmamasına ilişkin tedbiri, acil ve riskli durumlarda mağduru korumak, gerekli tedbirleri alacak zamanı kazanabilmek için öngörmekte; 6284 sayılı kanun failin uzaklaştırılmasını, her şiddet şikâyetinde, altı aya kadar uzatılabilen, bir nevi cezalandırma olarak düzenlemektedir.
8. Sözleşmeye ve hukukun temel ilkelerine rağmen, 6284 sayılı kanun tedbir kararlarının aksine davranan failler için “zorlama hapsi” öngörmektedir.
9. Sözleşme” zorunlu uzlaştırmanın” yasaklanmasını öngörmekte, 6284 sayılı kanunun bu hususta herhangi bir düzenleme yapmamış, ancak kanunun uygulamasını düzenleyen yönetmelik uzlaşmayı tamamen yasaklamaktadır.
10. Sözleşme, şiddetin önlenmesini eğitim ve kültür politikalarına havale ederken; Kanun şiddetin önlenmesini, şikâyet konusu şiddetin önlenmesi olarak ele almakta ve bir takım önleyici tedbirler sıralamaktadır.
11. Sözleşme, koruyucu tedbir olarak failin yargılanması sürecinde, mağdurun desteklenmesini ve olası risklere karşı korunmasını öngörmekte; fakat Kanun hangi durumlarda, hangi şiddet türlerine uygulanacağını belirtmeksizin, koruyucu tedbir geliştirilmesini istemektedir.
Öneri: 6284 sayılı kanun düzenlenmesinin gerekçesini teşkil eden İstanbul Sözleşmesi’ne uygun hale getirilmelidir. Buna göre:
1. Muğlak ve geniş kapsamlı şiddet mağduru ve şiddet tanımları, kanunun amacına uygun olarak ve net bir şekilde yeniden tanımlanmalıdır.
2. Ceza Kanunumuzda suç olarak tanımlanmış olan fiziksel, cinsel, psikolojik şiddet davranışları ve ısrarlı takip, Ceza Mahkemelerinde yargılanmalıdır.
3. Acil ve ağır risk içeren durumlar hariç, diğer şiddet şikâyetlerinde belge ve delil aranmalıdır.
4. Acil ve ağır risk içeren durumların ve riskin şiddetinin belirlenmesi için ilgili kurumlarca, uygulanacak yöntem ve prosedürler tanımlanmalıdır.
5. Failin mağdurdan uzaklaştırılmasına ilişkin tedbir, acil durumlarda mağduru korumak, gerekli tedbirleri alabilmek için yetecek bir süre kadar olmalıdır. Fail Ceza Kanunun gerektirdiği şekilde cezalandırılmalıdır.
6. Şiddet mağdurunun faille uzlaşabilmesini engelleyecek bir düzenleme yapılmamalıdır.
7. Şiddetin önlenmesi için eğitim, kültür, aile ve medya politikaları geliştirilmeli, koruyucu tedbirler, riskli durumlarda alınması gereken önlemleri içermelidir.
Gerekçe: İstanbul Sözleşmesi’ni onaylamış taraf ülke olarak, kadına karşı şiddetin önlenmesine ilişkin politikaların ve uygulamaların Sözleşmeye uygunluğunun sağlanması gerekliliktir. Kanuna ilişkin eleştirilen hususlar ve uygulanmasının yol açtığı olumsuzluklar, Sözleşmeye aykırılık içeren düzenlemelerden kaynaklanmaktadır. Uygulamadaki en büyük sorun, Sözleşmenin öngörmediği şiddet şikâyetinde belge, kanıt aranmamasından kaynaklanmaktadır. Bu durumu k.tü niyetli eşler ve bütün aile fertleri silah olarak kullanabilmektedir. Sözleşmenin acil ve risk içeren durumlar için bir tedbir olarak öngördüğü failin uzaklaştırılması, her şikâyete uygulanan bir ceza olarak kullanılmaktadır. Uzaklaştırma tedbiri alınmayan bir davada, daha sonra kadın şiddete maruz kalırsa, karar mercii medya ve kamuoyu tarafından linç edileceğinden, hâkimler her türlü şiddet şikâyetine uzaklaştırma tedbirini uygulamak zorunda kalmaktadır. Koruyucu önleyici tedbirlerin şiddetin türüne göre tadat edilmemesi de bu durumun sebeplerindendir. Uzlaşmanın engellenmemesi de, aile birliğinin korunması açısından önemlidir. Sözleşmenin ihtiva ettiği şiddetle mücadele, kanunun caydırıcılığına dayanmaktadır. Mücadelede, cezaların şiddetine bağlı olarak etkinlik sağlanabilir. Kanun, şiddetle mücadele için etkin olabilecek araçlar içermemekte, aksine ailedeki sorunları derinleştirmekte ve şiddeti kışkırtabilmektedir.
Tespit 24:
Son zamanlarda kamuoyunun yoğun olarak tartıştığı İstanbul Sözleşmesi, aile içi şiddetle ve kadına karşı şiddetle mücadele için öngördüğü düzenlemeler bakımından, aile kurumu ve toplumsal değerler açısından sakınca içermemektedir. Fakat sözleşmenin toplum ve aile kurumuna yönelik tehlike oluşturma potansiyeli de mevcuttur ki, onlar da aşağıdaki şekildedir:
1. Taraf devletlere, toplumsal cinsiyet eşitliği hedefini önermektedir.
2. Kadına yönelik şiddeti, kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi ve toplumsal cinsiyete dayalı bir eylem olarak tanımlamaktadır.
3. Kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti, ”kadına kadın olmasından dolayı uygulanan ve kadınları orantısız biçimde etkileyen şiddet” olarak tanımlamaktadır.
4. Toplumsal cinsiyeti “kadınlar ve erkekler için toplum tarafından uygun g.rülen ve sosyal olarak inşa edilen roller, davranışlar, eylemler ve nitelikler” şeklinde tanımlamaktadır.
5. Mağdurların haklarını korumaya yönelik önlemlerden bahsederken, “cinsel yönelim” ve “cinsel kimliklerin” ayrımcılığa konu edilemeyeceği hükmünü içermektedir.
Öneri: İstanbul Sözleşmesi, eşcinsel kimlikleri meşrulaştırmakla kalmayıp, “toplumsal cinsiyet eşitliği” hedefiyle, kültürlerin kadın ve erkeğe ilişkin kabullerini tamamen yok etmeyi önermektedir. Sözleşmeye göre kadına şiddet, toplumsal cinsiyetin sonucudur, kadınlar kadın oldukları için şiddet görmektedir. Yani kadın, kadın olmaktan kurtulursa şiddetin muhatabı olmayabilecektir gibi. Bu önerme şiddeti yok eder mi bilinmez, fakat aile kurumunu, kültürleri ve toplumları sarsma istidadı taşıdığını rahatlıkla öngörebiliriz. İstanbul Sözleşmesinden çıkmak mümkün, taraf ülke istediği zaman Avrupa Konseyi Genel Sekreterine yapacağı bir bildirimle Sözleşmeyi feshedebilir. Sözleşmeden çıkmak devletin dış politikalarıyla ve uluslararası ilişki stratejileri ile birlikte değerlendirilmesi gereken bir husustur. Fakat her halükarda, toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının uygulaması iptal edilmelidir.
Gerekçe: Devlet yönetimi, toplum ve birey açısından ailenin önemi bilinmektedir. Aileyi, aile değerlerini, toplumu, toplumsal ve kültürel değerleri korumak için tedbir almak her devletin önceliği olmak zorundadır.
Tespit 25:
6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu, aileyi korumamakta, kadına şiddeti önleyememektedir. Aslında yasanın muhtevası aileye ilişkin herhangi bir düzenleme içermediği gibi, şiddeti önleyecek bir etkinliğe de sahip değildir. Sadece şiddet şikâyetleriyle ilgili müdahaleleri tanzim etmektedir.
Öneri: 6284 Sayılı Kanun en kısa sürede değiştirilerek, İstanbul Sözleşmesine uygun şekilde yeniden tanzim edilmelidir.
Gerekçe: İstanbul Sözleşmesi kadına karşı şiddeti suç olarak ele alarak ve cezalandırılması biçiminde bir mücadele yöntemi içermektedir. Kanunun öngördüğü tedbirler, şiddeti caydırıcı içerikten yoksun olduğu gibi, riskin açık olduğu vakalarda dahi engelleyici olamamaktadır. Kadın .lüm riskiyle savcıya başvurduğunda, mahkeme failin uzaklaştırılmasına ilişkin tedbirden başka bir imkana sahip olmadığı için, kadının ölmesi halinde devletin bütün kurumları töhmet altında kalmaktadır. Türkiye kamuoyu İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun hakkında ikiye bölünmüş durumda ve iki kesim de Sözleşmenin ve Kanunun içeriğinden bağımsız, bilgiye dayanmayan yargılarla tavır geliştirmektedir. 6284 sayılı Kanunun değiştirilme gerekçesini İstanbul Sözleşmesine uygunluğunun sağlanması olarak açıklamak, Sözleşmenin taraftarları olan seküler ve feminist kesimleri belki teskin edebilir; fakat şiddet şikâyetinde beyanın esas olması, her şikâyette uzaklaştırma kararı alınması gibi hususların düzeltilmesi de, bu düzenlemelere aileyi dağıttığı gerekçesiyle karşı çıkan muhafazakâr kesimleri teskin edebilir.
YEREL YÖNETİMLERİN SOSYAL POLİTİKA UYGULAMALARI
Tespit 26:
Türkiye idari sisteminin merkeziyetçi karakterinden dolayı, sosyal hizmetler ve sosyal yardımlar merkezi yönetim tarafından icra edilmektedir. Yerel yönetimler de imkanları ve vizyonları nispetinde sosyal hizmet ve yardım programları uygulamaktadır.
Öneri: Çocuk hizmetleri dışında kalan sosyal hizmet uygulamaları, yerel yönetimlere devredilmelidir. Yaşlı, engelli bakım merkezleri ve barınma ihtiyacı için kurgulanan sığınma evlerinin yönetimi, bulundukları Belediyelerce yürütülmelidir. Çocuk koruma ve bakımı, kurumsal bakım tamamen terkedilip, aile yanında (koruyucu aile) bakım modeline geçmek suretiyle, merkezi yönetim tarafından yönetilmelidir. Sosyal yardımlar, yoksulluk ve gelir yetersizliği sorunu yaşayan ailelerin tamamını kapsayan, sosyal refahı ve sosyal adaleti sağlayan hak temelli olarak yasalaştıktan sonra, merkezden yönetilmeye devam edilmelidir.
Gerekçe: Sosyal hizmetlerin Merkezi yönetim tarafından yürütülmesi önemli sorunlara ve eksikliklere yol açmaktadır. Sosyal hizmetlerin hedef kitlesi, dezavantajlı ve muhtaç vatandaşlardır. Bu alandaki ihtiyaçlar bölgesel kültürlere ve değerlere göre farklılaşabilmektedir. Merkezin belirlediği modeller ve uygulama prensipleri her bölge için aynı derecede etkin sonuçlar üretmeyebilmektedir. Ayrıca bu alanda, çok hızlı bir şekilde karar almayı ve çözüm üretmeyi gerektiren durumlar söz konusu olmakta, hizmetin gecikmesi hayati riskler oluşturabilmektedir. Sosyal hizmetlere ilişkin yatırımların merkezden planlanması, çoğu zaman ihtiyaç bulunmayan, âtıl yatırımlara, kaynak savurganlığı gibi durumlara yol açabilmektedir. Bu itibarla yatırım ihtiyaçlarının yerelden belirlendiği, hizmetin yerel unsurlara uygun olarak çeşitlenebildiği ve yerel toplumun katılımına ve denetimine açık bir şekilde yürütülmesine imkân sağlayan bir tercih olarak, sosyal hizmetler yerel yönetimlere devredilmelidir.
MEDENİ KANUN
Tespit 27:
Boşanma kararları ve boşanma davaları, kadına şiddete ve kadın cinayetlerine yol açabilmektedir.
Öneri: Aile destek mekanizmaları geliştirilerek, eşleri boşanmaya g.türen sorunların çözümünde, boşanma sürecinde ve boşanma sonrasında eşler desteklenmelidir. Boşanma davalarında “arabuluculuk müessesesi” zorunlu hale getirilmelidir.
Gerekçe: Ailenin dağılması demek olan boşanma, kimsenin arzu etmeyeceği bir sonuçtur. Asıl olan ailelerin sağlıklı ve işlevsel bir biçimde devamını sağlamaktır. Ailelere kendi dinamikleri ile çözümleyemedikleri sorunlarında, destek olacak sosyal yardım ve sosyal hizmet mekanizmaları olmadığında tek çözüm boşanmak olmaktadır. Boşanmak doğası gereği çekişme içermekte, olumsuz duyguları ve dolayısıyla şiddeti körüklemektedir. Arabuluculuk müessesesi ile tarafların çekişmeli konularda uzlaşmaları sağlanabilir. Taraflar etkin mekanizmalarla desteklendiğinde, sürecin sağlıklı bir şekilde ve sühuletle tamamlanması kolaylaşacaktır.
Tespit 28:
Boşanma sonrasında çocukların velayetine sahip olan taraf, velayet hakkını k.tüye kullanmakta, diğer ebeveynin çocukla ilişkisini engelleyebilmektedir. Bu durum çocuğa zarar verdiği gibi, karşı tarafın tepkisinin şiddete dönüşmesine de yol açabilmektedir.
Öneri: Velayet hakkını k.tüye kullanan ebeveynden bu hak alınmalı, icra yoluyla çocuk teslimi uygulaması terk edilmemelidir. “Ortak velayet” teşvik edilerek, yaygın kullanımı desteklenmelidir.
Gerekçe: Çocuğun her iki ebeveynine de ihtiyacı vardır ve her ikisi ile de sağlıklı ve doyurucu bir şekilde ilişki kurabilmelidir. Çocuğun ve velayet sahibi olmayan ebeveynin hak ve çıkarlarının korunması ve şiddetin kışkırtılmasının önüne geçilmesi için her türlü tedbir alınmalıdır.
Tespit 29:
Boşanma sonrasında kadına bağlanan “yoksulluk nafakası” kadın evlenmediği sürece ömür boyu devam etmektedir.
Öneri: Nafaka uygulamasından vaz geçilerek, tazminat uygulamasına geçilmelidir. Boşanmada kusurlu olan eş, diğer eşin uğradığı zararı tazmin etmelidir. Hükmolunan tazminat tek seferde ödeneceği gibi, taksitlendirilerek ödenmesi de sağlanabilmelidir. Anlaşmalı boşanmalar bundan müstesnadır.
Gerekçe: Boşanmak suretiyle bağlantıları tamamen kopan iki ayrı bireyden birinin, diğerinin geçiminden sorumlu tutulmasının hiçbir gerekçesi olamaz. Nafakaya kusurla bağlantılı olarak hükmedilmiş olsa bile, nafaka verenin, nafaka alan tarafın geçiminden sorumlu olması şeklinde algılanmasına ve sorumluluğa bağlı olarak karşı taraf üzerinde müdahale hakkı vehmetmesine yol açabilmektedir. Eski eş cinayetlerinde kadının hayat tarzının ve ilişkilerinin sebep olarak zikredilmesi, çoğunlukla bu yüzdendir. Nafakanın kesilmemesi için, kadınların bir kısmı yeni ilişkilerini nikâhsız olarak sürdürebilmektedir. Biten evliliklerde, eski eşlerin her türlü bağının her anlamda sona ermesi, her iki taraf için de en doğrusu olacaktır. Tazminat uygulaması, kusurlu tarafın kusurundan kaynaklandığı için bir nevi ceza olarak algılanacaktır ve her iki tarafı da birbirine karşı özgür ve bağımsız kılacaktır. Boşanma ile yoksullaşan kadın, sosyal yardım uygulamalarıyla devlet tarafından desteklenmelidir.
CEZA KANUNU
Tespit 30:
Eşe, çocuğa ve topluma karşı işlenen en ağır suçlardan olan evli kişinin eşini aldatması yani zina, ceza kanununda suç olarak sayılan fiiller arasında bulunmamaktadır. Zina; İstanbul Sözleşmesinde ve 6284 sayılı Kanunda da, aile içi veya kadına karşı şiddet fiilleri arasında zikredilmemektedir.
Öneri: Aileye, topluma ve doğacak çocuklara karşı işlenen en ağır suç olan zina, ceza kanununda da suç olarak tanımlamalıdır.
Gerekçe: Evli kişinin evlilik dışı ilişkisi, aile kurumunun temeli olan güveni tamamen ortadan kaldırmaktadır. Eşin sadakat hakkını ihlal etmekte, doğacak çocuğun nesebini bozmakta, toplumdaki güveni zedelemektedir. Anayasanın 41. Maddesindeki “ailenin korunması için Devletin her türlü tedbiri almasına ilişkin” hükmün gereği olarak aileyi korumaya matuf en temel tedbir olarak, zina suç sayılmalıdır. Zinanın suç olmamasını öngören Avrupa toplumlarında, eşler arası sadakatsizliğin yaygınlaşması sebebiyle, zina sosyolojik olarak suç olma özelliğini kaybetmiş bulunmaktadır. Ancak Türkiye toplumu ve toplumsal değerlerimiz zinayı suç olarak görmekte, yasanın vermediği cezayı toplum, aile, eş vermek durumunda kalmaktadır. Yasaların meşruiyet alanı açmasıyla, toplumun kontrolünü kaybettiği oranda, evli erkeklerin ve evli kadınların sadakatsizliği yaygınlaşmaktadır. Hemen her gün televizyonlarda, sevgilisine kaçan evli kadınlar hiçbir mahcubiyet duymaksızın boy göstermekte, bu görüntüler toplumun ve ailenin bu gününü de geleceğini de adeta dinamitlemektedir.
Tespit 31:
Bugünkü halde Ceza Kanunu, aile içi şiddet vakalarında etkin olamamaktadır.
Öneri: Aile içi şiddet şikayetleri ceza mahkemelerinde yargılanmalı, Ceza Kanununda yapılacak düzenleme ile aile içi suçların tamamı için cezalar artırılmalı ve ağır risk içeren vakaların yargılama sürecinde tutukluluk esas olmalıdır.
Gerekçe: 6284 sayılı kanun aile içi şiddet şikayetlerini delil gerekmeksizin, Aile Mahkemelerine yönlendirdiği için, faillerin ceza mahkemesinde cezalandırılması mümkün olmamaktadır. Şiddetle etkin mücadele için her türlü şiddet, kanunun emrettiği şekilde cezalandırılmalı, yargılama sürecinde tutukluluk tedbiri ile risk bertaraf edilebilmelidir.
MEDYA VE SOSYAL MEDYA
Tespit 32:
Bilgisayar teknolojisinin ve internetin icadı sonucunda, son 30 yılda iletişim araçları yepyeni bir forma kavuşmuş durumdadır. Bu ivmeli gelişme, bireylerin zaten ferdi kullanılma hususiyeti bariz olan internet araçlarını daha çok kullanmasına sebep olmaktadır. Bunlardan en önemlisi de sosyal medyadır.
Öneri: Alabildiğince özgür ve denetimsiz bir alan olan Sosyal medyanın kullanımı ve riskler; konusunda toplum bilgilendirilmeli, çocukların ve gençlerin sosyal medyanın tehlikelerinden koruması konusunda aileler bilinçlendirilmelidir.
Gerekçe: İnternet ve özellikle sosyal medya kullanımı insanların zamanının büyük bir kısmını ele geçirmiş durumdadır. İletişim becerisi ve özgüveni düşük çocuklarda sosyal medya kullanım oranının daha fazla olduğu, bu çocukların ders ve akademik başarılarında da düşüş görüldüğü belirtilmektedir. Eşlerin sosyal medya kullanımına bağlı olarak birbirlerine ayırdıkları zaman sınırlanmakta, sosyal medyada yapılan paylaşım, beğeni, etkileşim vb. durumlar zaman zaman tartışmalara sebep olmakta hatta bu tartışmalar boşanmaya kadar varabilmektedir. Sosyal medya kullanımı gençler ve çocuklar arasında daha yaygın olduğundan, sosyal medyanın belki de en tehlikeli durumu cinsel istismardır. Normalde çoğu ebeveyn, çocuğunun kimlerle arkadaşlık ettiği hakkında genel anlamda bilgi sahibi olurken, sosyal medya (Facebook) nedeniyle ebeveynlerin denetimi ciddi derecede azalmış bulunmaktadır. Bireylerin doğumlarından itibaren en yakınlarında olan ve gerek toplumsal gerekse de bireysel gelişimleri açısından beslendikleri en önemli kurum olan aile içerisindeki iletişimin sağlıklı bir biçimde sürdürülmesi, bu kurumun devamlılığı açısından çok önemlidir. Ev içi serbest zamanları dolduran medya teknolojileri, tüm dünyada aile içi iletişimi ve aile bağlarını tehdit eder bir seyir takip etmektedir. Konu ile ilgili kapsamlı bir literatür değerlendirmesi yapılan bir çalışmada; ev içi serbest zamanda medya kullanımının giderek arttığı hanelerde, Türk ailesinin de kapitalist değerlerle bireyselleştirildiğine ve bu değerlerle özdeşleştikçe de iletişiminin ve devamlılığının tehdit altına girdiğine dikkat çekilmektedir.
Tespit 33:
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmet Bakanlığı’nın aile ve sosyal hizmetlerle ilgili teşkilat yapısı, dezavantajlı birey odaklı olarak (Çocuk Hizmetleri Gn. Md, Engelli Yaşlı Hizmetleri Gn. Md, Kadının Statüsü Gn. Md, Aile Toplum Gn. Md.) biçiminde dizayn edilmiştir. Her birim kendi görev alanıyla ilgili olarak politika belirlemekte ve uygulamaktadır.
Öneri: Bakanlığın aile ve sosyal hizmetlerle ilgili kısmın (eski Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı) teşkilat yapısı, sosyal politikaların “aile odaklı” olarak geliştirilmesini mümkün kılacak şekilde yeniden dizayn edilmelidir.
Gerekçe: Mevcut birey odaklı yapı ve işleyişte, aileyi merkeze alan politikalar geliştirmek mümkün olmamaktadır. Her birim görev alanındaki dezavantajlı grubun haklarını her şeyin üzerinde görmekte, aile odaklı ve bütünlüklü bakış açısı geliştirememektedir. Bu itibarla aile merkezli sosyal politika yaklaşımı için; 1. Aile Destek Politikaları Gn. Md, 2. Sosyal Hizmetler Gn. Md, 3. Sosyal Yardımlar Gn. Md, 4. Kadının Sorunları Gn. Md, 5. Araştırma İzleme ve Değerlendirme Gn. Md gibi, fonksiyona dayalı görev dağılımını esas alan bir yapılanmaya ihtiyaç bulunmaktadır.
Tespit 34:
Yurt dışında yaşayan Türk ailelerinin, yaşadıkları ülke uygulamalarından kaynaklanan sorunları ile ilgilenilmemektedir. Özellikle Almanya’daki Türk ailelerin çocuklarının gerçek dışı iddia ve şikayetlerle “Alman Gençlik Dairesi” tarafından alınıp, Alman ailelere verilmesi konusunda 2015 yılında başlatılan çalışmalar akamete uğramıştır.
Öneri: 2015 yılında Almanya Düsseldorf Konsolosluğunda başlatılan ‘Aile Destek Birimi’ uygulaması planlandığı şekilde genişletilerek sürdürülmeli, Almanya’daki Türk ailelerinin koruma altına alınan çocukları bu birim tarafından organize edilerek Türk kökenli koruyucu ailelere verilmelidir.
Gerekçe: Avrupa ülkelerinde yaşayan Türk ailelere ilişkin önyargılı ve k.tü niyetli yaklaşım, ailelerin çocuklarının asılsız iddialarla alınıp asimilasyona tabi tutulmasına yol açmakta, çocukların kimlikleri dinleri ve kültürleri yok edilmekte, ailelerinden, köklerinden koparılmaktadırlar. Devletin en temel görevi vatandaşlarının maddi manevi varlığını korumak ve gelişimini desteklemektir. Bu itibarla ilgili Bakanlık yurt dışındaki Türk ailelerinin çocuklarına ilişkin uygulamalara müdahil olmalı ve aileleri her türlü sorununda destekleyen programlar geliştirmelidir.
Bu rapor, Anadolu Eğitim ve Bilim Vakfı tarafından kurulan komisyon tarafından 2020 yılında hazırlanmıştır. Sonuç ve Öneriler kısmını okuduğunuz raporun tamamını PDF olarak indirebilirsiniz.
Komisyon:
Dr. Necmettin Türinay / Komisyon Başkanı
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Eski Müsteşarı Nesrin Afşar Çelik
Prof. Dr. Mustafa Aydın
Tacettin Güneş
Zeynep Şen Sayımlar
Temindar Aytekin
Ercan Şen
Toplam Okunma Sayısı : 246