
FİLİSTİN İÇİN BEN NE YAPABİLİRİM?
Prof. Dr. Halil ÇIKRIKLAR,
Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Ocak 2024
Giriş
Gazze’de
yaşanan soykırım, vicdan sahibi herkesin yüreğini sızlatmaktadır.
Modern
dünya insanlıkta sınıfta kaldı. Fakat teknolojik gelişmeler sayesinde Gazze’de
yaşanan dram internetten sosyal medyaya türlü iletişim kanallarında bolca
dillendirilmektedir. Bu yüzden amacım herkesin bildiği şeyleri hatırlatarak
acılarımızı depreştirmek değildir. Bunun Gazze’deki masum çocuk ve kadınların
sorununu çözmeyeceği ortadadır.
Dostoyevski,
"Dünyaya bir daha gelsem saniyelerin nabzını tutardım," diyor. Sizin
de zamanınızın kıymetli olduğunun farkındayım. Öyleyse sizi bu metinle yarım
saat meşgul edeceksem faydalı bir şeyler paylaşmalıyım.
Yürüyüşlerden
boykotlara yapılan her şeyin çok değerli olduğunu peşin peşin söylemeliyim. Ama
bir gerçeği de görmek zorundayız: İyi de olsa yeterli değildir yapılanlar. Aynı
şeyleri yapmakla yetinmeye devam edersek farklı sonuçlar bekleyemeyiz.
“İyi ama ne yapalım? Gidip Gazze’de savaşalım mı?”
Bugünlerde
vicdan sahibi milyonlarca insanın kafasındaki soru budur sanırım. Ben de
naçizane çözüm yolları konusunda minik bir beyin fırtınasına davet ediyorum
sizi.
İnsanlık
Görevlerimiz
Her
şeyden önce insan olarak yapacaklarımız var. Varlık nedenimiz ve yaşama gayemiz
üzerinde düşünebiliriz örneğin. Hayatımıza anlam katacak bir şeyler
yapabiliriz. Kendimiz ve ulaşabildiğimiz her canlı için dünyayı daha yaşanılır
bir yer yapmak için çaba içinde olabiliriz. Zaten hayatımıza anlam katacak olan
en güzel hedeflerden biri bu değil midir? Öyleyse sadece Gazze değil, kötülüğün
olduğu yer yerde görev düşüyor biz insanlara.
Savunma
savaşlarını ayrı tutarsak aslında tüm savaşların kökeninde iki elin
parmaklarını geçmeyen vicdansız vardır. Ama bu ruh hastalarının yanında saf
tutan biraz daha fazla sayıda güruh görürsünüz. En büyük kitle ise tüm bu
oyunlara sessiz kalanlardır.
“Dünya,
kötülük yapanlar yüzünden değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden
tehlikeli bir yerdir,” der Einstein. Öyleyse seyirci kalmaya bir son verip işe
yarar bir şeyler yapmak için harekete geçmeliyiz.
Milli
Görevlerimiz
Millet;
çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, ülkü, duygu,
gelenek ve görenek birliği olan insanların oluşturduğu topluluk, demektir. Yani
aynı ülkede yaşayan insanlar farklı ırk ve dinlere mensup olsa da bir milleti
oluşturur. Bu durumda Türkiye denilen bu coğrafyayı ülkesi olarak benimsemiş
olan herkesin yani milletimizin Gazze konusunda özellikle dikkat etmesi
gerekir. Çünkü, Siyonistlerin hezeyanlarını incelerseniz sıradaki hedefin güzel
ülkemizin topraklarına uzandığını görürsünüz. Bu durumda -inanç noktasından
bağımsız olarak- ülke sınırlarını namus olarak gören her vatandaşın bu çılgın
sanrılara karşı harekete geçmek gibi milli bir görevi vardır.
Dini
Bakış
Savaşların
hemen hepsinde din bir fon olarak kullanılır, oysa dinler barışı öğütler. Bu
çelişkinin nedeninin dinlerde yozlaşma olduğu gerçeğini aklımıza getirmeliyiz
önce.
Gazze
meselesine inanç penceresinden baktığımızda önce Yahudilerin bir şeyler yapması
gerekir. Kendisini Yahudi olarak tanıtan bir psikopat ve şürekâsı bu inanç
sisteminin özüyle hiç alakası olmayan hezeyanlarla masum kanı dökmektedir.
Siyonizm,
Yahudilik değildir. Hz. Musa’nın yolunun böyle olmadığını herkes biliyor.
Siyonizm, dinlerde yozlaşmanın en çarpıcı örneklerinden birisidir. Nitekim bu
gerçeğin farkında olan bazı Yahudileri, Gazze’de yaşananları protesto eden
yürüyüşlerde görüyoruz.
Yeryüzünde
yaşayan tüm Yahudilerin sayısı İstanbul nüfusu kadardır ve bu insanların hepsi
Siyonist değildir. Öyleyse güçleri nereden geliyor?
Siyonistlerin
arkasında görünen en büyük güç, Hıristiyanların çoğunlukta olduğu Batı
dünyasıdır. İnsanların önce bu çelişkiyi görmesi gerekir. Hıristiyanlığın geliş
amacı Yahudiliğin aslından uzaklaşmış olması değil miydi? Hz. İsa’yı çarmıha
gerenler Yahudi değil miydi? Yahudileri Avrupa’dan kovanlar da Hıristiyanlar
değil miydi? Şimdi ne oldu da kendisine Hıristiyan diyen kalabalık bir grup
İsrail’in hamiliğini üstleniyor?
İsrail’in
en büyük destekçisi olan Amerika’daki Yahudi nüfusun oranı %2 bile değil. Ama
dünyanın süper gücü denilen bu ülkeyi yönetenlerin yarısından çoğu Yahudi!
Diğer ülkelerin çoğunda ise yöneticilerin Siyonistlerle ilişkisi ortadadır.
İşte Hıristiyan dünyasının da bu çarpıcı gerçekler üzerinde düşünmesi gerekir.
Müslümanlara
gelince…
Yaşadığım
topraklarda çoğunluk Müslüman… Gazze’de soykırıma uğrayanlar da Müslüman olunca
bunun için ayrı bir başlık atmak gerekir.
Müslümanlar Ne Yapmalı?
Yedi
milyonluk İsrail’de Netenyahu’nun destekçilerinin sayısı neredeyse bir milyon
civarında. Peki, iki milyarlık İslam dünyası Gazze’de yaşayan Müslümanların
yanında mı? Eğer öyleyse sorun nedir?
Yoksa
bir şeyleri yanlış ya da eksik mi yapıyoruz? Mesela, peygamberimiz bugün
yaşıyor olsaydı nasıl bir yol izlerdi? İşte şimdi bundan bahsetmek istiyorum.
Hz.
Muhammed, denilince ilk akla gelen şey erdem timsali bir şahsiyettir. Kendisine
peygamberlik görevi verildiğinde bunu ifa ederken ölümden bile korkmayan cesur
bir insan görüyoruz. Peki, bugün onlarca İslam ülkesinin lideri ne kadar cesur?
Kendisine
inananlar işkenceye uğrarken sabırlı bir insan görüyoruz. Bıkmadan, usanmadan,
yıllarca insanlara hakkı anlatan sabırlı bir elçi…
Kendisine
suikast planlandığında tedbir alan ve hicret eden bir peygamber çıkıyor
karşımıza. Medine’de yaşamakta olan Müslümanlar, Yahudiler ve diğer Araplar
arasında bir anlaşma yapan müthiş bir strateji uzmanı çıkıyor karşımıza.
Şartlar
gerektirdiğinde -rakibin kendisinden daha kalabalık olmasına aldırmadan-
savaşan bir peygamber görüyoruz. Uhud’da, ihanete uğrayan, sözü dinlenmeyen,
amcası ve arkadaşlarını kaybeden, kendisi de yaralanan ve savaş kaybeden insan
peygamber…
Yirmi
yıl sabırla sürdürülen bir mücadelenin sonunda sürgün edildiği topraklara geri
dönen ve neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan Mekke’ye giren muzaffer bir
komutan!
İslam
peygamberinin başarısının sırrı neydi?
Onlar
hâlâ, “Rabbinden ona bazı mûcizeler indirilmeli değil miydi?” diyorlar. De ki:
“Mûcizeler yalnız Allah’ın katındadır; ben sadece bir uyarıcıyım.” (Ankebut,
50)
Kendilerine
okunan bu kitabı sana göndermiş olmamız onlara yetmiyor mu? Elbette inanan bir
topluluk için onda rahmet ve ibret vardır (Ankebut, 51).
Ayetlerdeki
ifadeye bakınca anlıyoruz ki, Hz. Muhammed’in en büyük mucizesi elindeki
kitaptır. Şimdi soru şu: O artık aramızda olmadığına göre biz ne yapacağız?
Peygamberin Yolu
Peygamberimizin
yüz binden fazla Müslümana hitap ettiği Vedâ Haccındaki mesajlardan birini
hatırlatmak istiyorum:
"Ey müminler! Size
iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O
emanetler Allah'ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir.”
Peki,
Kur’an ne diyor bu konuda?
“Kur'an'ı
hayatın içinden seslenerek, insanlar sorun yaşadıkça cevaplar vererek, bölüm
bölüm indirdik.” (İsra,106).
Allah’a,
peygamberine ve de Kuran’a inanıyorsak tüm sorunların çözümünü vadeden bir
rehberimiz var. Peki, elimizde böyle bir rehber varken Müslümanlar neden bu
kadar aciz durumdadır? Yoksa bu yaşam rehberindeki çözüm yollarından habersiz
miyiz?
İsterseniz
şu mucizeye bir göz atalım, bakalım neler söylüyor bize.
Birlik Olmak
Meclis
Başkanı Numan Kurtulmuş şu tespiti yapıyor: "İsrail'in en büyük gücü,
İslam dünyasının çaresizliği ve dağınıklığıdır."
Sanırım
bu tespite kimsenin itirazı yok. Nitekim istiklal şairimiz de bu durumu harika
bir şiirle anlatmış bize. "Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez,
toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”
Çözüm?
“Kâfirler
birbirleriyle dayanışma içine giriyorlar. Eğer siz de dayanışma ve dostluk
içine girmezseniz yeryüzünde baskı ve zorbalık artar, büyük zulüm olur.”
(Enfal, 73).
Demek,
birlik içinde olmak bize Allah’ın emriymiş, tıpkı namaz ve oruç gibi. İki
milyarlık İslam dünyasının -bölük pörçük olmak yetmezmiş gibi- birbiriyle
sürtüşme halinde olmasının nedeni bu emri göz ardı etmek olabilir mi? Aynı
kitaba inandığını söylediği halde neden paramparça İslam dünyası?
Aslında
bu sorunun cevabını biliyoruz. Bize Allah’tan ve Kuran’dan bahsettiğini
söyleyen bazı önder ardına düştük. Derken bu liderlerin yolu bizim yolumuz
oldu. Ama şunu pek düşünmedik: Eğer bu
insanlar bize Allah’ın dinini anlatıyorsa ve Kuran da bize birlik olmayı
emrediyorsa neden bölük pörçük olduk?
Çoğunluğun
buna bir yanıtı var. Özetle şunu ifade ediyorlar: “Bizim hocamız en doğrusunu
söylüyor. Yanlış yoldan gidenler gelip bize katılsınlar.”
Ama
sorun şu ki, diğerleri de böyle düşünüyor. Bu yüzden de milyarlarca Müslüman
bir çatı altında birleşemiyor. Peki, bu sorunun da bir çözümü var mı Kuran’da?
“Onlardan
bir kısım kimseler Kitap'ta olmadığı halde Kitaptan sanasınız diye Kitabı
dillerini eğip bükerek okurlar. Oysa o kitaptan değildir. Bu Allah katındandır,
diyorlar. Oysa o Allah'tan değildir. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar.”
(Ali İmran, 78)
“Ey
Rabbimiz! Biz büyüklerimize ve liderlerimize uyduk, onlar da bizi yanlış yola
saptırdılar.” (Ahzab, 67)
Sanırım
yoruma gerek yok. İslam dünyasının dağınık olmasının nedeni bu ayetlerde çok
net bir şekilde açıklanmış. İyi de Müslümanlar bu ayetlere inanmıyor mu? Yoksa
bu ayetlerden haberi olmayan Müslümanlar mı var?
Camilerde,
televizyon ekranlarında, internette, sosyal medyada ve kitaplarda yüzlerce
insan dinden bahsediyor. Hoca, şeyh, lider ya da din adamı dediğimiz bu
insanlar bize dini anlatıyorsa neden Müslümanlar sanki bu tavsiyeler yokmuş
gibi davranıyor? Yoksa kitabı bir yana bırakıp onda olmayan şeyleri mi daha çok
vurguluyor bazı din adamları?
“Eğer
Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı, elbette onu bundan
dolayı kıskıvrak yakalardık; sonra da onun şah damarını keser atardık.
Hiçbiriniz buna engel olamazdınız.” (Hakka, 44-47)
Eğer
Allah, itaat etmemizi emrettiği peygamberin bile yeni kurallar koymasını
böylesine şiddetli bir uyarıyla reddediyorsa kendisine dini lider denilen bir
kısım insanların kendi kurallarını koymasına izin verir mi?
Allah’ın
emri ve bu emrin dışına çıkma ihtimali olmayan İslam Peygamberinin örnek yaşamı
ortadayken bunun önüne geçen her bir kural ve uygulama grupları birbirinden
uzaklaştırmaktadır. Nitekim bazı dini liderlerin insanları Allah adına
aldatacağı konusunda Kur’an uyarıyor. İyi de kimin doğru kimin yanlış
söylediğini nasıl anlayacağız?
“Vahyi
bütünüyle okumadan Kur'an'dan sonuç çıkarmada acele etme ve Rabbim, bilgimi
arttır, de.” (Taha, 114)
İşte
beni en çok sarsan ayetlerden biri de budur. Bin dört yüz sene önce gelen bu
uyarının hikmeti nedir acaba?
Vahiy,
peygamber denilen seçilmiş insanlar tarafından Allah’ın mesajının insanlara
ulaştırılma yöntemidir. Artık mesaj elimize ulaşmıştır. Ve mevcut kitap
hepimize doğrudan hitap ediyor. Ama vahyi bütünüyle okumamız gerektiğini
hatırlatmak –din adamı olsun veya olmasın- inanan herkesin görevidir.
Söylenen her sözü (dikkatle) dinleyen ve
en güzeline uyanlara (öteki dünya için mutluluk müjdesi ver) (Zümer, 18)
Gördüğünüz
gibi birisi bize bir şeyler söylediğinde –yine din adamı olsun veya olmasın-
onu dinlemek ve en güzeline uymak da Allah’ın emridir.
Yakın
zamanda yapılan bir ankete göre ülkemde Kur’an’ı baştan sona anlayarak
okuyanların oranı yüzde beş civarındaymış. İnandığımız kitapta ne yazdığını
bilmiyorsak kendisine hoca diyen herkesin bize doğruları hatırlattığından nasıl
emin olabiliriz?
“Bilmediğiniz
şeyin ardına düşmeyin,” (İsra, 36) der Kur’an. Oysa Müslümanım diyen
insanların büyük bir çoğunluğu bu mucizeyi açıp okumamış bile. İçinde ne
yazdığını bilmediğimiz bir kitaba mı inanıyoruz?
Peki
ya din adamları? Onlar da mı okumamışlar? Eğer okumuşlarsa kendilerini takip
eden Müslümanlara neler anlatıyor bu adamlar? Eğer hocaların hepsi bize
inandığımız kitabı baştan sona anlayarak okumamız ve koyduğu kurallara uygun
bir yaşam sürmemiz gerektiğini hatırlatsa ve biz de ona uysak bölük pörçük olur
muyduk?
Bazı
hocaların en önemli şeyleri göz ardı etmesi, kendisini dinleyici yerine koyan
diğer Müslümanlar için mazeret olabilir mi?
Kur’an’ın
doğru olduğuna inanıyorsak bu mazeret geçerli değil. Çünkü Kur’an, böyle bir
görev ve sorumluluk yüklememiş bize. Her sözü dinlemek ama sadece en güzeline
uymamız gerektiğini hatırlatıyor bu yaşam rehberi. Hiç kimse anlatmasa bile
vahyin bütününü okumadan karar vermememizi öğütlüyor Kur’an.
İnandığı
Kur’an’dan habersiz bir topluluğu Allah adına kandırmak zor olmasa gerek. Bugün
dünyadaki Müslümanların birlik olmaktan bahsedip de bir araya gelememelerinin
nedeni, dini liderliğe soyunan bazı kişilerin insanları İslam ve Kur’an
etrafında değil kendi cemaatleri etrafında toplamaya çalışmalarıdır. Bu
fırkalar Katolik ya da Ortodoks değil. Evangelik ya da Fransisken değil. Ateist
ya da Budist de değil. Hepsi İslam’ı en iyi yaşayan toplum olduğunu iddia
ediyor. Lütfen dikkat edin!
Birlik Olmanın Tek Yolu!
Hukukun
olmadığı yerde kargaşa olur. Yasaları bir yana bırakıp meseleleri kendi
yöntemleriyle çözmeye çalışanların neden olduğu çatışmaları televizyon
ekranlarında sıkça izliyoruz.
“Benim
amcam böyle diyor, senin dayın öyle diyor,” diye diretirsek bu çatışmaları
çözemeyiz. Kusurlu bile olsa yasalar
işleri daha adil çözümler. Hele bir de elinizde en mükemmel yasa varsa!
“Biz
sana bu kitabı görüş ayrılığına düştükleri konularda açıklama yapman, iman
edeceklere yol göstermen, sevgi ve merhamet kaynağı olsun diye indirdik.”
(Nahl, 64)
“Öyleyse
herhangi bir şey hakkında ayrılığa düştüğünüzde karar Allah'a aittir. De ki; O
Allah benim Rabbim, ben O'na dayanır, O'na sığınırım." (Şura, 10)
Hep
birlikte Allah'ın ipine sımsıkı tutunun ve ayrılığa düşmeyin. (Ali İmran, 103).
Her
sorunun çözümünü içinde barındıran bu büyük yasayı bir kenara bırakıp bir kısım
insanların ardına düşersek birlik olamayız. Eğer bu yaşam rehberine inanıyorsak
yol çok açıktır aslında. Buyurun birlikte bakalım:
“Eğer
aklınızı kullanırsanız ayetlerimizi size açık açık bildirdik.” (Ali İmran, 118)
“Biz
kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (En'am, 38)
“De
ki onlara: Allah size kitabı, içinde her şey ayrıntılı bir şekilde açıklanmış
olarak gönderilmişken Allah'tan başkasının hakemliğine mi başvuracağım?” (Enam,
114)
“Rabbinizden
indirilene uyun. Ondan başka velilere uymayın.” (Araf, 3)
Aşkın
gözü kördür, derler. Sahiden de aşk; aklın ve mantığın devre dışı kaldığı yoğun
bir duygu halidir. Siyasi düşünce, ideoloji ve inanç konusunda pek çok insanın
duygusal saplantısı aşk benzeri yoğun duygu kaynaklıdır. Bilgiden çok fikir
sahibi olanlar gerçeğe kör kalabiliyor. İnsanlar grup ve liderlerini dinden
daha çok sahiplenebiliyor. Bu yüzden hayatın en önemli gerçeklerinden birini
hatırlatmak isterim: Zaman göreceli ve hayat çok kısa! Göz açıp kapayıncaya
kadar geçip giden ömrün sonunda ölüm var. Hiçbirimize ayrıcalık tanınmayacak!
Peki, ölümden sonra?
Ölümden
sonrası sonsuz bir karanlık, diyenlerdenseniz diğer ihtimali de göz önünde
bulundurmanızı öneririm. Yok, ölümden sonra gerçek yaşamın başlayacağına
inananlardansanız işte o zaman da size bu inancınızın kaynağından bir mesajı
hatırlatmak istiyorum:
“İnsanlar
sadece ‘İman ettik’ demeleriyle bırakılacaklarını ve sınavdan geçmeyeceklerini
mi sanıyorlar? (Ankebut, 2).
“Müslümanım Elhamdülillah,” demek yetmiyormuş
demek. Nisa Suresinin yüz otuz altıncı ayeti “Ey iman edenler! İman ediniz…”
diye başlar. Neye? “Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve
daha önce indirdiği kitaba…”
Kâfirlere,
müşriklere ya da Yahudilere değil iman edenlere bu mesaj. Sanırım üstümüze
alınsak iyi olacak. İslam dünyasının içinde bulunduğu durumu göz önünde
bulundurunca hiç kimse bu uyarıdan kendisini muaf tutmamalı diye düşünüyorum.
Ve bir başka uyarı:
“Bedeviler,
iman ettik, dediler. Söyle onlara: İslam’a girdik demeniz daha doğrudur. Çünkü
iman henüz kalplerinize yerleşmiş değil.” (Hucurat, 14)
Algı Yönetimi
Gazze’de
bir katliama imza atan Siyonistler ve onun destekçileri sadece modern
silahlarla saldırmıyorlar. Ayrıca internetten sosyal medyaya her türlü iletişim
kanalını kullanarak algı operasyonlarıyla insanları yönlendiriyorlar.
Güzel
ülkemde insanlar günün ortalama on iki saatini televizyon ve internet başında
geçiriyor. Nasıl bir saldırı altında olduğumuzu bu istatistikler anlatıyor
sanırım. Peki, algı operasyonlarıyla yönlendirilecek hedef kitle kim?
Az
okuyanlar ve az düşünenler!
İslam’ın
en güzel yaşandığını kabul ettiğimiz ve dünyadaki Müslümanların da gözünün
üstünde olduğu güzel ülkem, kitap okuma sıralamasında dünyada on sekizinci
sırada. Oysa biz ilk emri “Oku!” olan bir kitaba inanıyoruz.
Siyonist
kaynaklı dijital saldırılar yetmiyormuş gibi bazı Müslümanlar da bu silahı
birbirine doğrultuyor. Eline dijital cihazı alan oturup başkasının ne yapması
gerektiğini yazıyor. Avrupa Birliği şunu yapmalı, Arap Birliği bunu yapmalı.
Hatta bizim yöneticilerimiz şunu da yapmalı…
Kendimizi
jüri yerine koyup başkasına akıl vermekle yetiniyoruz. Oysa biz jüri masasında
değiliz, yarışmacılar listesindeyiz. Yarın hesap vakti geldiğinde –ki artık çok
yakın olduğunu biliyoruz- bize başkalarının yaptığı değil kendi yaptıklarımız
sorulacak.
Kur’an’ı
okumak bize şunu hatırlatır: “Neden yapmadığınız şeyi söylersiniz?”
Başkalarının
ne yapması gerektiğini her platformda dillendirenler önce kendilerine sormalı:
Ben kendim ne yapıyorum? Yapmam gereken ve yapabileceklerimin en iyisini
yapıyor muyum gerçekten?
Biz
hekimlerin -Hipokrat tarafından söylendiği kabul edilen- bir ilkesi vardır:
Önce zarar verme! Yani Gazze veya başka yerlerde masumlar zarar görürken elle
tutulur bir şey yapmayan pek çok kişinin, sosyal medya kanalları aracılığıyla
bazı kişi ve kurumları yargıladığını görüyoruz. Hakkında az bilgi sahibi
olduğumuz meselelerle ilgili bu yorum ve dedikodular zaten bölük pörçük olan
bir milletin daha da fazla ayrışmasından başka bir işe yaramaz.
Gerçekten
inanan kişi öncelikle kesin olmayan bilginin ardına düşmez. İkincisi dedikodu
yapmaz. Çünkü Müslüman olmak öncelikle İslam Peygamberi gibi ahlak sahibi
olmayı gerektirir. Bir Müslüman kardeşimizin hata yaptığını gördüğümüzde bunu
çözmenin yolu başkalarıyla dedikodu yapmak değil, o insanı güzel bir dille
uyarmaktır.
Hâsılı Kelam
Hâsılı
kelam, bugün olduğu gibi tarihin her döneminde iyilerle kötülerin mücadelesi
sürmüştür. Şimdi gündemde olduğu için Gazze üzerinden konuşmak gerekirse işe
yarar başka neler yapabiliriz?
İnsani
ve milli görevlerimiz var. Ama bunun yanında “Müslümanım,” diyenlerin başka
görevleri de var. Naçizane fikrim en güzeli peygamberin yolunu takip etmektir.
Önce
erdemi tesis etmeliyiz. Sözüne güvenilen, yalan söylemeyen, başkalarının
ardından dedikodu yapmayan, sabırlı, çalışkan ve cesur insanların sayısı
arttığında toplum güçlenir.
İslam
Peygamberinin -yirmi yıllık sabırlı bir mücadele sonunda- büyük zafere
ulaşmasında en büyük sır elindeki kitaptı. Güçlü olmak için birlik olmaya
ihtiyacımız var. Birlik olmanın tek yolu anlaşamadığımız noktalarda bu rehberi
kendimize hakem tayin etmektir. Ama önce bu kitaba inanan herkesin baştan sona
anlayarak okuması gerekir ki, Allah adına söze başlayıp cemaatini başka
mecralara sürükleyenlerin tuzağına düşmeyelim.
Baştan
sona okuduğumuzda bu yaşam rehberinin hayatımızdaki yansımasına bir göz atmamız
gerekir. Mesela, “Oku, anla, düşün, aklını kullan, bilmediğin şeyin ardına
düşme, kesin olmayan bilgiden uzak dur, her sözü dinle ve en güzeline uy,” der
Kur’an.
Harika
bir yaşamın tüm ilkelerini barındıran kitap rehberimiz olduğunda dünyada bu
zulümler yaşanmaz. Çünkü, bu ilkeler toplumu güçlü kılar. Algı operasyonları
gibi sinsi saldırılar karşısında uyanık ve tetikte olmasını sağlar insanların.
Bir yerde zulüm olduğunda onu ortadan kaldırmak için birlik olmayı telkin eder.
Mücadele gerektiğinde ise insanların kararlı ve cesur olmasını sağlar.
Gazze
bir yana kendimiz için de bir şeyler yapmalıyız. Zira üç günlük dünya hayatının
her an sonlanabileceği gerçeğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Sonsuz bir hayatta
kurtuluşa ermenin yolu ise gerçekten inanmaktır. Öyleyse şu ayeti her gün
hatırlatmalıyız birbirimize: “Ey iman edenler! İman ediniz…”
Gerçekten
inananlardan olmanın yolu çok net: Allah’a inanmak, Peygamberi doğru tanımak ve
Kur’an’ı baştan sona anlayarak okuyup yaşantımızı bu rehber ışığında
düzenlemek…
Herkes
vurdumduymaz bir şekilde yaşamaya devam etse de biz kendi yapabileceğimizin en
iyisini yapmalıyız. Bir kişinin çabalarıyla bu iş olmaz, demeyin. Kelebek
etkisi teorisini hatırlayın. Amazon Ormanları'nda bir kelebeğin kanat çırpması,
Amerika'da fırtına koparabilir!
Toplam Okunma Sayısı : 423