KÜLTÜR POLİTİKALARI RAPORU

KÜLTÜR POLİTİKALARI RAPORU

GİRİŞ

Kültür değerlerimizin ve tarihi mirasımızın korunmasına ve yaşatılmasına gü. katan, sivil toplum ve kültür sektörlerinin gelişmesini destekleyen, kültürel kalkınmamızı hızlandıran politika açılımına ve etkin stratejilere ihtiyacımız olduğu aşikardır. Kültür alanında dışa açılma ve kültürel kaynaklara dayalı kalkınma perspektifinin oluşturulması kültür camiamızın aktörlerinin vizyonlarını genişletip kabiliyetlerini artırmalarını sağlayabilir. Kültür endüstrilerinin desteklenmesi de kültür hayatımızda ihtisaslaşmayı ve kurumsallaşmayı teşvik edebilir. Bunun için hukuki altyapısını ve kurumsal çerçevesini düzenlemek suretiyle kültür politikalarımızda yeni gelişme eksenlerinin oluşturulması gerekmektedir. Kültür camiamızın yeni imkanlarla tanışması ve ufkunu geliştirmesi mevcut sorunlarımızın bir kısmının çözülmesini de sağlayabilir. Bu sayede kültür dünyamızda üretkenliğin ve inovasyonun arttığı, inisiyatiflerin ve girişimlerin çoğaldığı bir gelişme sürecini başlatabiliriz.

 

Kültür odaklı kalkınma, kısaca “Kültürümüzle kalkınmak”, kültürle ilgili sorunlarımızın ve çözüm  yaklaşımının basit ve  bir ifadesi gibidir. Bu ifade genelliği içinde birbiriyle uzlaşmayan beklentileri, yönelişleri ve tasavvurları kapsıyor olabilir. Ancak ortak bir meydan okuma, biz bilinci ve milli/kültürel kimlik hassasiyeti taşıması açısından çok önemlidir. Kültürel kalkınma perspektifinin kültür politikamızın yeniden yapılandırılmasında merkezi bir yere sahip olması gerekmektedir.

 

Raporumuzda kültür politikalarımızın yeniden yapılandırılmasında sergilenecek yaklaşımı ortaya koymak için öncelikle teorik düzeyde bazı önemli hususlar ayrıntıda boğulmadan ele alınmıştır. Meseleyi teorik olarak kavramak önemli olsa da kültür konusunda bu yaklaşımın yetersiz kaldığı, olguların ve “kültür dünyası”nın tahlilinin zorunlu olduğu tartışmadan varestedir. Kültür dünyamızın olguları olarak belli başlıklar öne çıkmaktadır. Bunlardan küreselleşme, dijital kültür, kültür ekonomisi ve endüstrisi gibi kültür hayatımızı güçlü bir şekilde etkileyen ve şekillendiren- konular ele alınmıştır. Kültür meselelerimizi kamu politikası zaviyesinden değerlendirirken hamasetten uzak bir şekilde olgulara dayalı ve gerçekçi bir yaklaşımın sergilenmesi sorumlu ve duyarlı tutumun gereğidir. Bu raporda mümkün olduğunca somut tespitlere yer vermeye ve uygulamaya yönelik öneriler geliştirmeye gayret edilmiştir.

 

Kültür, farklı yaklaşımlara kucak açan çok boyutlu bir alandır. Karşınıza çıkan karmaşık ve çok boyutlu meseleleri kavramak için yapılacak ilk iş, üst bir bakışa yani teorik yaklaşıma yönelmektir. Karmaşık ve akış halindeki bir dünyayı anlayabilmek için kavramın tanımı/tarifiyle başlamak tabiidir, ancak kültür kavramının çok yönlü oluşu daha ilk adımda sizi tanım çeşitliliğinin ortasında bırakmaktadır. İkinci önemli zorluk kültür dünyasının teorik yaklaşımları zorlayan ve kalıba sığmayan mahiyetinden kaynaklanmaktadır. Kültür ve sanat, geleneksel mecralarının yanı sıra ekonomisini, endüstrisini, piyasalarını, profesyonel girişimcilerini, uzmanlarını, kurumlarını oluşturmuş, bilgi teknolojileri araç ve mecralarında kapsamını genişleterek büyümektedir. Tüketici, seyirci, kullanıcı olarak milyonlarca vatandaşımız özellikle Gençlerimiz küresel kültür endüstrisinin mecralarına katılmış bulunmaktadırlar. Bu durum, kültürel içerik üreterek bu mecralarda etkin şekilde yer almamızın öncelikli politika olarak benimsememizi ve sektör stratejilerini uygulamamızı gerektirmektedir.

 

Dünyada yaşanan genel bir eğilim olarak kültür politikalarının kalkınmayı destekleyen yönüne ve sektörel gelişmeye ağırlık verilmektedir. Bu kapsamda kültür endüstrileri alanında kamu politikalarını etkin olarak uygulayan ülkelerin sayısı artmaktadır. Kamu politikasının mütemmim cüzü olarak verileri değerlendirmek ve istatistik üretmek devletin ilgili kurumlarının görevidir. Bu alanda iki önemli eksiğimiz vardır. İlki mevcut ulusal istatistik programı kapsamında kültür istatistiklerimiz henüz tamamlanmamıştır. İkincisi, ülkemizin kültür endüstrileri ve alt

sektörlerinin istatistik verilerinin devlet tarafından hazırlanması, ülke karşılaştırmalarına uygun ülke raporunun yayımlanmamasıdır.

 

Kültürle ilgili kurumlarımız geleneksel faaliyetleriyle öylesine meşgul haldedirler ki, kültür politikalarımızın gözden geçirilip iyileştirilmesinde yetersizlik yaşanmakta, politikalarımızın kültürel kalkınma ve sektörel gelişme boyutu gereğince ele alınamamaktadır. örneğin sinema ve özel tiyatrolar dışında kültür sektörlerinin bakanlık teşkilat yapısında ve görev tanımlarında karşılığı bulunmamaktadır. Bir yazılım projesinin Sanayi ve Teknoloji bakanlığı tarafından mali olarak desteklenmesiyle, kültür politikasına vakıf uzmanlar tarafından değerlendirilip desteklenmesi ve izlenmesi çok farklı sonuçlar doğurur.

 

AK Parti hükümetleri döneminde kültür alanında pek çok atılım yapılmış, gerek yurt içinde gerekse de yurt dışına yönelik politika açılımları ve icraat gerçekleştirilmiştir.

 

- Tescilli kültür varlıklarının restorasyonları, kültür varlıklarının korunmasına katkı payı düzenlemesiyle her il için kaynak oluşturulması,

 

- Şehirlerimizin tarihi ve kültürel kimliğini ortaya çıkaran cadde, sokak, bina ve düzenlemeleri,

 

- Yeni müzelerin, kütüphanelerin ve kültür merkezlerinin açılması,

 

- Yazma eserler başkanlığının kurulması,

 

- Yunus Emre Enstitülerinin açılması,

 

- TİKA koordinasyonunda yurt dışında kültür varlığı eserlerimizin restorasyonlarının yapılması,

 

- Telif hakları koruma mevzuatının güçlendirilmesi,

 

- Uluslararası sözleşmelere taraf olunması,

 

- UNESCO Dünya Mirası ve Somut Olmayan Kültürel Miras listelerinde ilan edilen varlık ve değerlerimizin artırılması ve yaşayan insan hazineleri programının uygulamaya konulması,

 

- Sahne sanatlarında ve sinemada yerli yapım ve oyunların çoğalması,

 

- Türk sinema ve dizi film sektöründe gelişmeler, yerli yapımların yurtdışına ihracında ve yabancı izleyici kitlesinde büyük artışlar yaşanması,

 

- İstanbul kültür başkenti yılı faaliyetleri başta olmak üzere yurtiçinde ve yurtdışında kültür ve sanat faaliyetlerinin artması,

 

- Türk edebiyatının dışa açılması projesi kapsamında yerli eserlerimizin dünya dillerinde yayımlanması,

 

- Kamuoyunda kültür ve tarih mirasının korunması bilinci yükselmiş, yurt içinden ve yurt dışından Anadolu’nun çeşitli illerine yönelik kültür seyahatlerinin artması gibi önemli gelişmeleri sıralayabiliriz. üzerinde durulması gereken kültür sektörü ve alt sektörlerdeki gelişmeleri de ülkemiz adına müspet gelişmeler olarak teyit edebiliriz. Ancak istihdam hacmi, işletme sayısı, işveren ve çalışanların nitelikleri, ekonomik (gelir, vergi, ithalat ve ihracat vs.) veriler ilgili kurumlar tarafından hazırlanmadığı için kültür sektörlerinin durumu hakkında analiz yapma imkanımız bulunmamaktadır.

 

2002’den bugüne kadar yaşadığımız süreçleri hatırlatmak ve Ak Parti hükümetlerinin kültür politikalarını değerlendirmek ayrı bir çalışmanın konusu olabilir. Burada temas etmemiz gereken önemli bir husus vardır. Ak Partinin iktidarının ilk 10 yılında kültür alanında önemli düzenlemeler yapılmış ve kültür sektörlerinin gelişmesi istikametinde mesafe kat edilmiş ise de, bu süreç kesintiye uğramış, kültürel kalkınmamızı hızlandıracak bütüncül yaklaşımın gereği olan sektör ve il gelişme stratejileri oluşturulamamıştır. Bizim kanaatimiz, kültür politikalarımızı gözden geçirmede ve gerekli reformları yapma konusunda geç bile kaldığımızdır. Her şeye rağmen kendi irademizle ve kendi entelektüel ve fikri gücümüzle politikalarımızı gözden geçirmeli ve mutabakat sağladığımız adımları birlikte atmalı, dışarıdan bizi yönlendiren bir politika çıpası olmadan da politikalarımızı geliştirebilmeli, kurumlarımızı yeniden yapılandırabilmeliyiz. Raporumuzda işaret ettiğimiz üzere geleceği şekillendireceği anlaşılan hususlar genel hatlarıyla öngörülebilir durumdadır. Şartların icap ettirdiği adımları atarak tedbir almak da bir yoldur, gelecek tasavvuruna ve öngörülere dayalı politikalar belirleyip bunları uygulamak da bir yoldur. Kurumlarımızı ve kültür sektörlerini geleceğe hazırlamak, öngörülebilir gelişme yollarında adımlar atarak kültür politikalarımızı geliştirme ve kültür dünyamızı iyileştirme yolunda raporumuzun faydalı olmasını ümit ediyoruz.

 

1.BÖLÜM

 

KÜLTÜRE YAKLAŞIM: TANIMDAN TANIMAYA

 

Kültür, insan eline ve emeğine nispet edilen kök anlamını korumakla birlikte, hayat tarzını, ahlak kurallarını, sosyal normları, sanatı, fikri yaratıcılığı, mimarlığı, medyayı, yayıncılığı, eğlenceyi ve gastronomiyi kapsayacak şekilde genişlemiştir. Geçmişte olduğu gibi bugün de efradını cami ağyarını mani bir yaklaşımla yapılan tanımlamalar neredeyse hayatın tarifi olmaktadır.

 

Kültürle ilgili bilimsel çalışmalarda çokça atıf yapılan meşhur bir eserin kültürün tanımlarının çokluğuna işaret etmesi dikkat çekicidir. A.L.Kroeber ve C. Kluckhohn, “Kültür: Kavramların ve Tanımların Eleştirisi” başlıklı ortak çalışmalarında 1871-1950 arasında İngilizce yayınlanan kaynaklardaki kültür tanımlarını derlemişler, kültürün 164 farklı tanımı olduğunu ortaya koymuşlardır. Cemil Meriç’e göre “tarımdan idmana, balık.ılıktan medeniyete kadar akla gelen ve gelmeyen düzinelerce manası olan kültür, kelime değil “bukalemundur.” Kültürden daha kaypak mefhum tanımadığını, unsurları sonsuz olduğu için tahlil edilemez olduğunu, bir yerde durmadığı için tasvir edilemediğini belirtir. Kültürün hizmetinde geçirdiği yılların ardından eserlerinin kültür cildini tamamladığını ve irfan cildine başladığını söyler. Artık kültürden çok irfanla uğraşmak istediğini belirtir. Kültürün tanımında ortaya çıkan zorluk uyarıcı ve öğreticidir. Tanım çokluğundan çıkarılması gereken ders, tanımların sunduğu bilgiler kadar önemlidir. Kültür dünyası, tabiatı gereği kesret alemidir. Bütün formlar, hayat tarzları, kimlikler ve topluluk değerleri, inançlar ve düşünceler bu dünyaya aittir. Bir kültür dünyasının tüm unsurları o dünyanın asli ve vazgeçilmez mensubudur. Her kültür formunun varlığına saygı gösterilmeli ve kendisini ifadesinin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Kültür dünyamızı bir ekosisteme benzetecek olursak sistemin bütünlüğü ve sürdürülebilirliği için kuşatıcı bir yaklaşımın sergilenmesi hayati derecede önemlidir. Kesrette vahdet, öncelikle kesret alanının tanınmasına, farklılıkların zenginlik olarak kavranmasına ve birlikte yaşama kültürünün devamlı olarak yeniden üretilmesine bağlıdır. Kültür, uyum ve uzlaşmaların olduğu kadar, farklılıklar ve rekabetin dünyasıdır. Her kültür formu ve kimlik unsuru diğerleriyle kimi yerlerde uzlaşır kimi yerlerde de ayrışır ve rekabet eder. Birbiriyle karşılıklı etkileşimler, kültür dünyasının canlı ve dinamik olmasını sağlar. Bununla birlikte kültür dünyasında farklılıkların tabii ve kaçınılmaz olduğunu belirtirken uyumu, uzlaşmayı ve birlikteliği sağlayan, çeşitliliğin bir arada yaşamasını mümkün hale getiren yönünün de vurgulanması gerekir. Buna göre kültür, paylaşılan bir bellek (dil, tarih, gelenek) olduğu kadar, toplumsal mutabakatlar ve davranış kuralları gibi ortak yaşam tecrübesinin de inşa edildiği “birlikte hatırlama ve beraber yaşama” dünyasıdır. Her kuşağın yaptığı gibi hayatın akışı içinde, kah farklılığımızı vurgular, kimliğimizi savunur ve değerlerimiz için mücadele ederiz, kah uzlaşır ve paylaştığımız değerlerle birlikte ürettiğimiz kültür dünyasında hayat süreriz. Kamu yönetiminin ve politikaların özen göstermesi ve üzerine titremesi gereken hassas denge budur.

 

Üst politika belgelerinde kültür politikası ilke ve öncelikleri bu anlayışla uyumludur. Ancak politika uygulamalarında ve idari tasarruflarda önemli sapmalar ve aykırılıklar yaşanmaktadır.

 

Kültürle ilgili literatürün sunduğu teorik yaklaşımların kültür dünyasının günümüzdeki halini kavramamızda ne kadar aydınlatıcı olduğunu sorgulamalıyız. Görülmektedir ki; hayatın akışı içinde kültürün aldığı yeni biçimler ve ortaya çıkan olgular teorik kavrayışımızı olduğu kadar politikalarımızı da zorlamaktadır. III. Milli Kültür Şurası’nın 17 komisyon oluşturularak düzenlenmiş olması örneğinde görüldüğü üzere kültür, uzmanlık ve profesyonel yaklaşım gerektiren kırımlara/dallara/alanlara ayrışmıştır. Kültür sorunlarımızın tabiatına uygun şekilde çok yönlü olarak ve farklı disiplinlerce analiz edilmesi, entelektüel ve akademik üretimlerin kamu politikalarının iyileştirilmesi ve stratejiler geliştirilmesinde değerlendirilmesi gerekir.

 

Üst politika belgelerimizde (kalkınma planı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Programı, yıllık plan, kamu kurumlarının stratejik planları) kültür alanında politika vizyonumuz, amaçlar ve hedeflerimiz çok boyutlu ve kapsamlıdır. Bu hedeflere toplumun ve sektörün katılımı olmadan ulaşmak mümkün değildir. Yukarıda kültürün tabiatıyla ilgili işaret ettiğimiz dinamikler nedeniyle mevcut yönetim yapısının bu politikaları üstlenemediği, belirlenen hedeflere ulaşılmasında yetersiz kaldığı görülmektedir. Kamunun idari yetkinliğe kavuşması gerekir, ancak politika yaklaşımının değişmesi çok daha önemlidir. Toplumun potansiyelinin harekete geçirilmesi, sektör kapasitesinin güçlendirilmesi, sektörde yeni aktörlerin ortaya çıkması için mevcut yönetim modelindeki bürokratik yapılanma yeniden düzenlenmelidir. Kültür Bakanlığı ve diğer kamu kurumlarının belirlenen politika hedeflerine ulaşılmasını temin için bütçelerinin artırılması, kültür camiasıyla daha sıkı işbirliği yapılması, yeni yöntemler ve uygulamalar geliştirmesi önerileri uzun süredir ifade edilegelmektedir. Ancak sorunların kaynağı yapısaldır, yönetim modelinin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Zira yönetim modelinden kaynaklanan yetmezlik sorunu devam etmektedir.

 

Kültür politikalarının kültürel kalkınmayı desteklemesi beklenir. Kalkınma ise çok boyutlu bir olgu olup, toplumun, kültür camiasının aktörlerinin ve ilgili sektörlerin katılımını gerektirir. Kültür politikaları, sosyal ve ekonomik aktörlerin katılımlarını ve girişimlerini güçlü bir şekilde teşvik edebilmelidir. Bu açıdan ihtiyaç duyduğumuz yönetim modeli stratejik yöneti(şi)mdir.

 

Kültür camiamızın taraflarının, alt sektörlerin, meslek örgütlerinin ve sivil toplum kuruluşlarının belirlenmiş hedeflere ulaşmak için bir araya geldikleri, ortaklık ve paydaşlık modelinin hayata geçirildiği, Milli Kültür Stratejileri oluşturmaya imkân veren bu modelde, kamunun ve yöneticilerin tasarruf yetkisinin ve bürokrasinin yerini ‘belirlenmiş ilkeler, amaçlar, hedefler ve yol haritaları’ almaktadır.

 

Kamu kurumlarının idari stratejik planları kendi kapasiteleriyle sınırlıdır. Zaten 5013 Sayılı Kanun bütün kamu kurumlarına stratejik plan zorunluluğu getirmiş olup 2005 yılından beri bu planlar yürüklüktedir. Bununla birlikte kültür camiasının harekete geçirilmesiyle, sektör dinamizmiyle ve toplumun katılımıyla ulaşılabilecek hedefler tutturulamamaktadır. Bu hedeflerin bir kısmı çıktı, büyük bir kısmı sonuç niteliğindedir. Faaliyet raporlarında görüldüğü gibi kamu idareleri çıktılar üzerinden hesap vermekte olup, toplantı sayısı, yayın sayısı, bütçe harcamalarının sonuçları gibi çıktıların ötesine geçip politika amaçlarına ulaşılıp-ulaşılmadığını ve politikaların etkinliğini ölçmemektedirler. Halbuki kültür politikaları kültür dünyamızda amaçlanan sonuçların ortaya çıkmasını temin edebildiği ölçüde başarılı sayılmalıdır. Bu sonuçlar ise kültür dünyasının aktörlerinin katılımı olmaksızın ortaya çıkamamaktadırlar. Kısaca söylemek gerekirse bu terazi bu kadar sıkleti  çekememekte, izlediğimiz yol ve kurumsal faaliyetler ile politika amaçları arasında uyumsuzluk ve yetmezlik sorunu yaşanmaktadır.

 

Kamu-özel sektör ve sivil toplum aktörlerinin işbirliği yaptıkları ulusal projeleri gerçekleştirecek girişimlere ihtiyaç vardır. Kamunun gerekli altyapıyı oluşturarak bu vasatı aktörlere sunması, gerekli koordinasyonu sağlaması, bu kapasitenin kalıcı olarak ülkeye kazandırılması gerekmektedir. Sektör stratejilerinin üstünlüğü kamuyla beraber toplumun, özel sektörün, sanatçıların ve profesyonellerin kaynaklarını ve potansiyelini harekete geçiren, bunları belli hedeflere bağlayan, birlikte etkin ve verimli, birlikte çalışma ve işbirliğini modellemesidir. Bu gerekçelerle her bir konu ve alt sektörle ilgili stratejik planların yer aldığı “ulusal kültür stratejisi” belgesi hazırlanmalıdır. Böyle bir çalışmayı başarıyla yürütebilmesi için gerekli tecrübenin ve insan kaynağının kamuda, sektörde ve meslek kuruluşlarında mevcut olduğu değerlendirilmektedir. Bu yüzden sürecin yönetilmesi ve üst düzeyde sahiplenilmesi kritik başarı faktörü olarak görülmektedir. Önerimiz bu çalışmanın Cumhurbaşkanlığımızın himayelerinde ve Kültür Bakanlığının koordinasyonunda yapılmasıdır.

 

Kültürümüz hakkında düşünürken kimliğimizi nispet ettiğimiz değerleri tebarüz ettirmek üzere tarihi mirasımıza yöneliyoruz ki, bu doğaldır. Ancak sağlıklı olmayan şey, kimlik ihtiyacımızı karşılayacak şekilde değerlerimizi tüketiyoruz ve kültür hayatımızın sorunlarıyla gerçekçi bir yüzleşmeyi gerçekleştiremiyoruz. Bugün az sayıda istisna haricinde bütün kültürler açık sistemler haline gelmiş bulunmaktadır. Devletlerin ve ulusal aktörlerin gücü ile küresel kültür endüstrisinin muazzam etkisi arasında büyük bir asimetri söz konusudur. Kültürümüzü küresel ölçekte kavramak ve politikalarımızı bu çerçevede belirleyip uygulamak zorundayız. Geleneksel kültür politikalarını izleyerek başarı sağlama imkanı kalmamıştır. çocuğuna akıllı telefon hediye eden ebeveynler, terbiyesinden ve ahlakından sorumlu oldukları evlatlarının zihinlerinin küresel kültür endüstrisi tarafından biçimlendirilmesine, zevk ve beğenilerinin yönlendirilmesine izin vermektedirler. Rekabet, çocuklarımızın kültürünün kimler tarafından belirleneceğindedir. Oluruna bıraktığımız veya elimizin ucuyla tuttuğumuz her alanda sorunlar büyümektedir. Bu doğrultuda önerimiz, kültürel içerik üretimimizin geliştirilmesi ve rekabet gücümüzün artırılmasının öncelikli politika olarak belirlenmesidir.

 

Sponsorluk konusunda tespitlerimizi yerinde ifade etmeye çalıştık. Kültür yatırım ve girişimleri mevzuatının ve uygulanmasının yeniden ele alınması ertelenemez hale gelmiştir. Bu çerçevede mevcut teşvik sisteminin gözden geçirilip sağlanan teşviklerin artırılmasını örken, proje merkezli sponsorluk modeline de yer verilmesi gerektiği düşünülmektedir. Bu projeler (bilgisayar oyunu, animasyon, çizgi filmler, eğitici uygulamalar, müzik, çocuk belgeseli vs.) somut hedeflere ve çıktılara bağlanarak, teknopark modeli kapsamında teşvikli projeler biçiminde yürütülebilir.

 

Kültürel kalkınma, “kültür dünyamızın” imkan ve sınırları muvacehesinde gerçekleşebilir. Küreselleşme, küresel kültür endüstrisi, dijital kültür gibi başlıklar politikalarımızın başarısını tayin edecek ölçüde büyük etkiye sahiptir. Bu nedenle devam eden bölümlerde bu konular ele alınmakta olup, olgular dünyası içinden kültür hayatımızın genel bir resmi sunulmaktadır.

 

KÜRESELLEŞME, KİTLE KÜLTÜRÜ, DİJİTAL KÜLTÜR

Küreselleşme, soğuk savaş döneminde ideolojilerin baskıladığı kültürü ve üstünü örttüğü kimlikleri uyarmıştır. Ulusal ve yerel düzeyde kültür ve kimlik meseleleri öne çıkmış, her kültürün kendisini ifade etmeye yöneldiği bir ortam oluşmuştur. Kültürel farklılıkların tanınmasına yönelik politika ilkesi uluslararası kültür söyleminin ve politika belgelerinin değişmez önceliği haline gelmiştir. Kimlikler ve kültürel farklılıklar tanınmaya, dışa açılmaya ve kültür endüstrisinin sunduğu mecralarda yer almaya teşvik edilmişlerdir ve bu süreç devam etmektedir.

 

Küreselleşmenin vaatlerine yönelik beslenen iyimserlik çok geçmeden yerini kaygı ve belirsizliklere bırakmıştır. Küreselleşme ilk etapta ülkelerin kültürleriyle sahneye çıkabilecekleri liberal bir ortam sunarken, hoşgörü, anlayış ve uzlaşma dünyasının kendiliğinden ortaya çıkacağı umulmuştur. Ancak bu umutlar kısa sürede solmuş, kaos ve kimlik temelli sorunlar ve çatışmalar ortaya çıkmıştır.

 

Kültür farklılıkları ve alt kimlikler özendirilirken, küresel kitle kültürü ve tüketim toplumu değerleri alt metin olarak belirleyiciliğini korumaktadır. Küreselleşmenin çarkları ulus devletlerin kültür üzerindeki denetimini kıracak şekilde çalışırken, kültürel çoğulculuk ve çok kültürlülük desteklenmiş ve farklılıklar uyarılmıştır. Farklılıklardan korkulmamaktadır, çünkü kültür endüstrilerinin içeriğini zenginleştirerek ağını genişletme, izleyici-katılımcı ve müşteri kitlesini çoğaltma açısından bu farklılıklara ihtiyacı vardır.

 

Küresel sermaye, kültür endüstrisi aracılığıyla farklılıkların olduğu bir dünya kurmaktadır. Farklılıkları tanımak, kendine çekmek, ifade edilmelerini teşvik etmek, kendi eklentisi haline getirmek ve tüketilmesini sağlamak küresel kültür endüstrisinin temel stratejisidir. Küresel kitle kültürü, farklılıkları yok sayarak ve dışlayarak değil, tanıyarak kapsayarak genişleyip yayılmaktadır. Muazzam boyutlara ulaşmış olan üretim, dağıtım ve pazarlama kapasitesi karşısında bu farklılıkların sistem açısından tehdit oluşturacak bir yanı kalmamaktadır. Küreselleşme sürecinin söylemsel stratejisinde merkezi bir yer işgal eden farklılıkları tanıma ve “çok kültürlülük” bu çerçevede değerlendirilebilir.

 

Küreselleşmenin günümüzde kazandığı boyutlarda dünya çapında bir “kitle kültürü” oluşmaktadır. Dünya ölçeğinde hızla yayılan eğlence ve kültür ihracatının ikili bir yanı vardır. Bir yandan sermaye birikimi ve küresel k.rların önemli bir kaynağıdır, öte yandan da bireysel bilin.lerin şekillendirilerek ait oldukları yerel ve ulusal bağların zayıflatılması yoluyla kültürel hegemonyasının tesisini ve devamını sağlamaktadır.

 

Enformasyon çağının bir devamı olarak “yeni dijital çağ”, farklı kültürlerin ve kimliklerin yoğunlaşmasında kaldıraç görevi görmektedir. Bu yoğunlaşma bireylerin ve toplumların daha önce benzeri görülmemiş bir şekilde iç içe geçmesine sebep olmakta ve yeni kültürel melez formlar ortaya çıkmaktadır. Artık kültür bizim tarafımızdan üretilen bir şey olmaktan çıkarak, sanal dünyanın sunduğu içeriklerin tüketilmesine dayalı bir yaşam tarzı olmaya başlamıştır. Bu yaşam tarzı da kendi değerlerini, tüketim alışkanlıklarını dayatmaktadır. Böylece kültür üretilen bir değerden, tüketilen bir içeriğe dönüşmektedir.

 

Kültür dünyamız dijital teknolojileri geliştiren ve tekel durumunda olan küresel şirketlerin baskısı altındadır. Elektronik cihazlar süratle gelişmiş; bağlantılar hızlanmış; cep telefonları işlem kapasitelerini arttırmış ve hayatın her alanında kullanılan bilgi dijitalleşmiş ve bunun sonucunda enformasyon üretimi geçmiş dönemler ile kıyaslanmayacak oranda artış göstermiştir. Kültür yaşantımızın mahiyetindeki bu dönüşüm, kültür hayatımızı sahicilikten uzaklaştırmakta ve yabancılaşmanın yanı sıra son yıllarda daha çok şikâyet ettiğimiz sığlaşmayı beslemektedir.

 

Dijital teknolojilerin sürekli gelişerek ve yenilenerek günlük yaşamın bir parçası haline gelmesi ve kullanımının yaygınlaşmasıyla tüm dünyanın teknoloji üzerinden oluşturduğu ortak bir kültür dünyası meydana gelmiştir. Bu kültür, çağın oluşturduğu bir yaşam biçimi ve alışkanlıklar bütünü olarak adlandırabileceğimiz dijital kültürdür. Dijital kültür, bilgisayar, internet ve akıllı telefonlarla hızlanmış bilgi üretiminin ve iletişiminin bir sonucu olarak gelişen yeni yaşam ve yaklaşım biçimi olarak tanımlanmaktadır. Dünya dijital ortamda kendini yeniden üretmektedir.

 

Kültür dünyası öteden beri açık bir ekosistem niteliğindedir. Küreselleşmeyle ortaya çıkan tablo, yerel ve ulusal kültürlerin ait oldukları ekosistemlerin dağıldığını göstermektedir. Ulus devletler hükmünü icra ediyor görünmektedir. Kamu politikaları aracılığıyla vatandaşların hayatları üzerinde belli bir etkiye sahip olmaya devam etmektedirler. Ancak geçmişte nasılsa öyle yaşamaya devam eden bir ulusal kültürden söz etmek artık mümkün değildir. Küresel kültür endüstrisi kültürün tanımını ve mahiyetini dönüştürmektedir.

 

Son yıllarda “big data” kavramıyla işaret edilen çarpıcı bir gelişme yaşanmaktadır. Big data kavramı bilişim teknolojilerinde yapay zeka yoluyla gerçekleşen dönüşümle ilgilidir. İnternet üzerinden hastalıkların teşhis ve tedavisinden, e-ticaret ve alışverişlere kadar birçok alanda büyük veri uygulamaları söz konusudur. Başta bilişim sektörü olmak üzere büyük firmalar müşterilerini daha iyi tanıyıp, onlara “bireyselleştirilmiş-kişiye özel” hizmetleri sunabilmekte, müşterilerle ilgili çok sayıda bireysel bilgiyi yapay zekâ uygulamalarıyla yorumlayıp analiz edebilmektedirler.

 

Yaklaşık 52 milyon vatandaşımız aktif sosyal medya kullanıcısıdır. Bu mecrada sistem tarafından toplanan bilgiler yapay zeka tarafından analiz edilmekte ve kişisel profiline uygun dönüşler ve kişiye özel sunumlar yapılabilmektedir. Yapay zekanın hayatın her alanına yaygınlaşması ve büyük bir dönüşüme yol açması için şartların oluştuğu ilgili uzmanlar tarafından ifade edilmektedir. Bu kapsamda kültür hayatımızın da bundan köklü bir şekilde etkilenebileceği söylenebilir. Küresel ölçekte bir kültür olayına dönüşmekte olan bu gelişmeye karşı nasıl cevap verebileceğimiz üzerinde kafa yormalı, mevcut kültür politikası modelini sorgulamalı, bize zaman ve enerji tükettiren konuları bir yana koyup kültür hayatımızın tehdit ve fırsatlarla dolu dinamik dünyasına odaklanmalıyız.

 

Kültür, geleneğin taşıdığı bir birikim ve oluş olduğu kadar kuşaktan kuşağa aktarılırken değişerek devam eden bir akıştır. Gündelik hayatın sınırlı, kontrollü ve değerlere duyarlı akışının yerini, dijital kültürün yapay ve sanal ortamında yaşanan bireysel deneyimler almaktadır. Dijital kültür bireylere daha büyük, daha zengin ve fantastik bir dünyanın deneyimlerini sunmakta, her türlü içeriği erişilebilir ve tüketilebilir hale getirmektedir. Kültür dünyasının aldığı bu hal, kamu politikalarının başarısı ve etkinliği hakkında bazı açmazlar oluşturmaktadır. Bu çerçevede dijital kültür dünyasında içerik üretiminin desteklenmesine, sektöre yönelik politikalara ve tematik stratejilere ihtiyaç vardır.

 

Edebiyat, tarih, film yapımı, reklam ve iletişim, tasarım ve yazılım alanında uzman kişilerden oluşan proje gruplarının kültür ve sanatımızı tanıtan spesifik içerik geliştirmeleri ve bu projelerin yaygın dillerin yanı sıra Arapça, Rusça, Farsça, Çince, Japonca, Boşnakça vs. dillerinde de dublaj veya seslendirmelerinin yapılması gerekir.

 

2.BÖLÜM

 

OLGULARA BAKMAK

 

Kültür, hayatın akışı içinde sürekli olarak birbirini etkileyen olaylar, olgular ve tecrübeler dünyasıdır. Sabit ve sarsılmaz görülen inançlarımızın bile yaşadığımız olayların etkisiyle yeniden yorumlandığı, değişen şartlara göre yeniden üretildiği bir akışkanlık! Bu akışın izlenmesi ve değerlendirilmesi kültür politikasının önemli bir boyutudur. Hem toplumun kültür hayatında olan bitenleri anlamak hem de politikaların etkinliğini değerlendirmek için kültür istatistiklerinin ve kültür araştırmalarının önemi ne kadar vurgulansa yeridir. Dolayısıyla kültür dünyasının bu akışkanlığı, politika oluşturma ve uygulama konumundakilerin değişimi izleme ve tedbir alma sorumluluğunu daha da artırmaktadır. Ancak görülen o dur ki; devlet kurumları ve üniversiteler tarafından üretilen demografik, sosyal ve ekonomik veriler ile idari kayıtlara dayalı sunumlar kültür dünyamızın dinamik yapısını anlamamıza yetmemektedir.

 

Kültür istatistiklerimizin yetersizliği ciddi bir sorundur. Kamu kurumlarının idari kayıtlara dayalı istatistik altyapısı kültür dünyamızı tanıma ve politikalarımızı değerlendirme konusunda yeterli değildir. Bilgiye dayalı ve analitik bir yaklaşımın sergilenmesi ve uygulanan politikaların etkinliğinin değerlendirilmesi için kültür istatistiklerimizin acilen tamamlanması gerekmektedir. Kültür politikalarımızın gerçekçi ve yapıcı bir eleştirisi için, soğukkanlı ve profesyonel bir yaklaşımın gelişmesi için bu temel eksikliğimizi en kısa sürede gidermemiz gerekmektedir.

 

Kültür hakkında olgulara dayalı bir kavrayış elde edilmesinde bilimsel araştırmaların da büyük önemi vardır. Kültür araştırmaları hem kamu politikalarının değerlendirilmesinde hem de özel kuruluşların piyasa ve tüketici stratejilerinin oluşturulmasında temel verileri temin eden önemli bir disiplindir. Araştırma geleneği güçlü olan ülkeler politika geliştirme hususunda kültür verilerini takip etmekte ve bu verileri etkin bir şekilde kullanmaktadırlar. Bu araştırmalar, tutumlar, kimlik algısı, değerler, yaşam tarzı ve memnuniyet düzeyi, geleceğe yönelik umut ve beklentiler gibi önemli hususları ele aldığı kadar gerektiğinde özel sorun alanlarını da kapsamaktadır.

 

Kültür hayatımızda yaşanan gelişmeleri izlemek üzere sorun ve/veya tema odaklı araştırmaların düzenli olarak yapılması gerekmektedir. Bu alanda kamunun bazı açmazları bulunmaktadır. Bunun muhtelif sebepleri olabilir ancak, kültür dünyamızın çeşitli yönlerini ve sektörel boyutlarını ele alan bilimsel çalışmalara önem verilmediği, yapılan çalışmalardan yararlanılmadığı, tematik çalışmaların ve uzmanlaşmaların özendirilmediği anlaşılmaktadır. Buna göre, kamu politikalarının kültür dünyasının olgularını temsil eden analitik bilgi temelinin zayıf olduğu söylenebilir.

 

Kültür değerlerinin kimlik ve yaşam tarzı ile ilişkisinin ele alınması konusunda bazı sorunlarımız bulunmaktadır. örneğin son yıllarda Gençlerin deizme yöneldikleri ve kültürel yabancılaşmanın arttığı yolundaki tartışmalar karşısında tavrımız ne oldu? Sorunu siyasallaştırıp savuşturmayı başardık ancak, gerçekte ne olup bittiğini görmeden meseleyi kapattık. Şimdi ise kaygılanmamız gerekip gerekmediğine karar veremediğimiz bir kayıtsızlık içindeyiz. öteden beri kamu yönetimimiz kültür dünyasının kimlik ve değerler boyutuna bilinçli bir ilgisizlik tavrı göstermektedir. Acı olan şudur ki, ülkemiz açık toplum düzenine sahip olduğu için herkes topluma erişebilmekte ve kaşınmasını istemediğimiz kritik konularda veriler toplamakta, eğilim ve yönelimlerimizi analiz eden raporlar hazırlamaktadırlar.

 

Kültür politikalarının etkinliği için öncelikle sorunların ve ihtiyaçların yerinde ve zamanında tespit edilmesi gerekir. Toplumun ve sektörün kültür üretme kapasitesini harekete geçirmesi için kültür politikalarının yeniden yapılandırılması, kültür yönetiminde zihniyet dönüşümü gerekmektedir. örneğin Fatih projesi başladığında çocuklarımıza sunabileceğimiz nitelikte dijital kültür içeriğine sahip olmadığımız ortaya çıktı. Başka bir örnek, Kültür Bakanlığınca desteklenen yapımların teknik ve içerik açısından niteliklerinin düşük olduğu, bunların Bakanlık arşivinde beklediği ve kamu kaynaklarının niteliksiz projeler aracılığıyla israf edildiğinin görüldüğü kamuoyuna yansımıştır. Açık, şeffaf ve objektif bir değerlendirme sisteminin uygulanması ve yönetim kalitesinin yükseltilmesi kültürde de mümkündür ve buna ihtiyaç vardır.

 

Teşkilat yapısında müzeler, kütüphaneler ve kültür merkezleri bakanlığa bağlı taşra birimleridir. Ancak başka bir yönüyle bunlar bulundukları yerde toplumun kültür hayatında rol oynayan kültür kurumlarıdır. Burada Bakanlığın taşrası olarak merkezi idarenin vesayetinin ağır bir şekilde belirleyici olduğu yönetim modelinde bu kurumların toplumsal hayatın içinde ve merkezinde yer alması ikilemi doğmaktadır. Bu kültür kurumlarının etkin şekilde yönetilmeleri için merkezin idari ağırlığı olmazsa olmaz değildir. Bunun yerine performans değerlendirmesinin esas olduğu yerinden yönetim modeline geçip, açık ve denetlenebilir çağdaş bir kurumsal yönetim modeli hayata geçirilmelidir.

 

Bu tespit ve öneriyi yaptıktan sonra kültür dünyamızın verilere ve olgulara dayanarak makro düzeyde fotoğrafına göz atalım. öncelikle vatandaşlarımızın kitlesel olarak katıldıkları en yaygın kültür olayı olan medya dünyasına ilişkin verilere bakalım.

 

DEĞİŞEN MEDYA DÜNYAMIZ

 

Medya ile ilişkimiz en hızlı ve köklü değişimlerin yaşandığı alandır. İnternetin yaygınlaşması ve sosyal medya kullanımının artması ile medya dünyamız değişmekte ve kültürümüzü de dönüştürmektedir. 2011’de sosyal medya kullanıcı oranı %38 iken aradan geçen yedi yıllık sürede iki kat artarak %72’ye ulaşmıştır. ülkemizde toplam nüfus içerisinde 76.34 milyon ile nüfusun %93’ü cep telefonu sahibidir, internet kullanıcılarının oranı %72 (59.36 milyon), aktif sosyal medya kullanıcıları %63 (52 milyon), mobil internet üzerinden sosyal medya kullananlar %53’tür. (44 milyon) Türkiye’de internet kullanıcılarının %84’ü her gün internete erişim sağlamaktadır. Gün içerisinde internette geçirilen süre ortalaması 7 saat 15 dakikadır ve kullanıcılar bu sürenin 2 saat 46 dakikasını sosyal medyada geçirmekte, video izlemek için 3 saat 9 dakika ve müzik dinlemek için 1 saat 15 dakika zaman ayırmaktadır.

 

Araştırmalar ülkemizde televizyon izleme süresinin son yıllarda azaldığına işaret etmektedir. özellikle Gençlerin haberleşme, eğlence ve bilgi edinme aracı olarak tercih ettiği ve daha bireysel bir mecra olan internet kullanımının yaygınlaştığını ortaya koymaktadır.

 

Sosyal medya Türkiye’de de kısa sürede çok hızlı büyümüş ve gündelik hayatımızın ayrılmaz parçası haline gelmiştir. Bu yeni ve hızlı iletişim modeli en çok Gençleri, yeni kuşakları etkileyerek kültürel birikim ve davranış kodları üzerinde değiştirici/dönüştürücü etkilere yol açmaktadır. Yeni medya ve iletişim modellerinin etkin kullanımı artık tüm sektörler için özel bir önem taşımaktadır. Kişisel tercihlerin, yaşam alışkanlıklarının, ilgi alanlarının artık kişisel bilgi olmaktan çıktığı günümüzde, toplumda hakim kültürel değerlerin farkında olmak ticaretin, halkla ilişkilerin, eğitimin, sağlığın, pazarlamanın, siyasetin, kısacası hayatın tüm alanlarının konusu haline gelmiştir. Tüm dünyada sahip olduğu abone/kullanıcı sayısı ile ticari kuruluşlar veya girişimciler için açık bir pazar durumunda olan internet ve sosyal medya platformları aynı zamanda çok büyük rakamların söz konusu olduğu bir ekonomik etkinlik ve reklam alanı durumundadır. Bundan sonra hedef kitlesinin değerlerinin farkında olmayan veya görmezden gelen, beklentilerini anlayıp alanını bu doğrultuda yönetmeyen kurum ve kuruluşların varlıklarını uzun süre devam ettirmeleri pek de mümkün görünmemektedir.

 

Kültürle ilgili tüm kurumlarımızın hukuki, teknik yeterlilik ve kalite sorunlarını çözüm e kavuşturup bu mecranın imkânlarını etkin şekilde kullanmaları, bu alanda “proaktif” biçimde yer almaları gerekmektedir.

 

Kültür ve Turizm bakanlığının 2011 yılında yaptırdığı medya araştırmasına göre toplumun ulusal medyaya güvenlerinin düşük seviyede olduğu görülmektedir. Katılımcılar, televizyonların toplumda var olan kültürel çeşitliliği yansıtmadığını ve televizyon yayıncılığının geleneksel inanç ve değerlerimizi zayıflattığını düşünmektedirler. Araştırma sonuçlarına göre televizyon programlarının gençlere genelde olumsuz rol modeller sunduğu ve bu yayınların çocukların ruh sağlığını bozduğu görüşündedirler. Katılımcıların %91,3’ü Türkiye’de toplumun ortak kimliğini oluşturan kültürel değerlerin korunması gerektiğini, bununla birlikte, medyanın bu değerlere uygun yayın yapmadığını da düşünmektedir. Kültürel miras ve değerleri koruma konusunda devletin düzenleyici işlevine vurgu yapan ve kamu yayıncılığını destekleyen kitlenin yüksek oranı (%82,7) dikkat çekmektedir. Burada TRT yayıncılık misyonunun toplumsal beklentilerle uyumlu bir yönünü vurgulamak gerekir. TRT Kurumu kültür yayıncılığında, ortak kültür değerlerimizi gözettiği kadar kültürel çeşitliliğimize kucak açan ve içerik kalitesi yüksek yapımların hazırlanması ve yayını konusunda daha da güçlü ve kararlı bir politika izlemelidir.

 

Haber alma kaynağı olarak televizyon on yıl önce %98 ile neredeyse tek kaynak durumundayken alternatif kanalların hayatımıza girmesi ve yaygınlaşmasıyla birlikte bu oran %84’e gerilemiştir. Eğitim seviyesi yükseldik.e ve yaş ortalaması düştükçe TV izleme oranları da büyük düşüşler göstermektedir. Televizyonda ne izlediğimize bakıldığında haber %62, dizi film %49, spor %19, kadın programları ve yarışmalar %11 izlenme oranına sahipken siyaset ve tartışma programları sadece %10 oranındadır.

 

Türkiye’de büyük vakitler harcanan televizyon Genç kuşaklarda ve yüksek eğitim seviyelerinde yerini sosyal medya ve dijital platformlara bırakmaktadır. Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından yapılan ‘Televizyon İzleme Eğilimleri’ araştırmasına göre günlük ortalama televizyon izleme oranı 12 yılda yüzde 30 düşmüştür. Yayın akışlı video platformlarının ise önümüzdeki 4 yılda yüzde 30 büyümesi beklenmektedir.

 

Dijital yayınların akıllı cihazlara taşınmasıyla yaşanan değişim kültür dünyasını köklü bir şekilde değiştirmektedir. Özellikle 15-24 yaş arası Gençlerin büyük bir .oğunluğu televizyonu akıllı cihazlarından izlemektedir. İzleyicinin tercihine dayalı video yayın akışı sunan bu yeni platformlar tüketici davranışını da değiştirmektedir. Netflix’in Türkiye›de 1,5 milyonu aşkın üyesi vardır. Ancak şifre paylaşımları yoluyla bir üyenin çok sayıda kişinin ağa erişimini sağladığını dikkate almak gerekir. Her kullanıcının ü. profil tanımlayabildiği göz önünde tutularak bu sayının en az 4.5 milyon izleyiciye ulaştığı tahmin edilmektedir.

 

Dijital platformların artan rekabetine rağmen Türkiye’deki sinema salon sayısı 2858’e yükselmiş izleyici sayısı 2019’da 59,5 milyon olmuştur. 2019’da 980 milyon liralık gişe hasılatı ile bugüne kadarki en yüksek düzeyine ulaşmıştır. Buna göre yerli film izleyici sayısı 33,6 milyon, yabancı film izleyici sayısı ise 25,9 milyona ulaşmıştır. 2019 yılında vizyona giren 407 filmin 147’si yerli ve 260’ı yabancı yapımlardan oluşmuştur. 2019 yılında en çok izlenen 10 filmin 6’sı yerli filmlerdir. Yerli film izlenme oranında Avrupa’da 8 yıldır birinciliği bırakmayan Türkiye, 2019 yılında yüzde 55 izlenme oranı ile bu yerini korumaktadır.

 

Türkiye, ABD’den sonra en fazla dizi ihraç eden ülkedir. Bugüne kadar 150’den fazla Türk yapımı televizyon dizilerimiz Avrupa, Orta Doğu, Orta Asya, Afrika, Kuzey ve Güney Amerika’da toplam 146 ülkede yayınlanmıştır. Dizilerimizin yayınlandıkları ülkelerde yaklaşık 700 milyondan fazla izleyiciye ulaştığı tahmin edilmektedir. Ayrıca Türkiye İngiltere, ABD, Fransa ve Almanya ile birlikte televizyon ve online platform üzerinden dizi ihraç eden ilk 5 ülke arasında yer almaktadır. Bu tablo sinema sektörümüzün gelişmesi açısından başarıyı elde ettiğimizi göstermektedir. Bununla birlikte sinema sektörünün kültürümüze daha yüksek düzeyde hizmet ve katkılar sunması beklenir. Sektörel gelişme kültür değerlerimizin korunması ve tanıtılması yönündeki beklentilerimizi karşılama kapasitesinin oluştuğuna da işaret etmektedir. Nitelikli, özgün ve kültürel içeriğiyle tatmin edici yapımların gerçekleştirilmesi geçmişe göre bugün çok daha mümkündür.

 

TÜİK ZAMAN KULLANIMI, HANE HALKI TÜKETİM HARCAMALARI

 

Zaman Kullanım (2014-2015) araştırmasına göre eğitim seviyesi yükseldik.e sosyal yaşama katılım ve eğlenceye ayrılan süre azalmaktadır. örneğin televizyon izlemek eğitim seviyesi düşük gruplarda eğlence aracı olarak görülürken üst eğitim seviyelerinde hem televizyon izleme oranı azalmakta hem de televizyon izlemek bu gruplar tarafından eğlence aracı olarak görülmemektedir.

 

Bireylerin boş zamanlarını değerlendirmek üzere yaptıkları eğlence ve kültür faaliyetlerinin dağılımına bakıldığında; 10 ve daha yukarı yaştakilerin en fazla yaptıkları faaliyetlerin %94,6 ile televizyon izlemek, %69,9 ile akraba ziyaretinde bulunmak ve %55,7 ile arkadaş ziyaretleri öne çıkmaktadır. Sosyal medyada vakit geçirme oranı %33,9’dur. Anlaşılmaktadır ki; Türk toplumunun büyük bir çoğunluğu yakın ve sıcak sosyal ilişkileri önemsemekte, yakın çevresiyle yoğun etkileşime ve paylaşmaya büyük bir değer atfetmektedir. Bu durum kültür hayatımızın mahiyeti bakımından çok önemlidir. Zira sosyal hayatın gerçek ve doğrudan etkileri sayesinde aşırılıklar süzülmekte ve yumuşatılmakta, bireysel yabancılaşma ve savrulmalar frenlenmektedir.

 

Kültür dünyamızın asıl aktörü insandır ve insanların geleneksel veya modern mecralarda kurdukları ilişkilerde ve hayat içinde yakalamaya yönelik büyük bir rekabet söz konusudur. Kültürün korunmasına yönelik muhafazakâr tutum, politika tutulmasına yol açmamalıdır. Kültür politikalarımızın kapsamı, kurumlarımızın hizmet envanterlerinin uygunluğu ve etkinliği gözden geçirilmeli ve yaşam dünyasının gereklerine uygun araçlar ve stratejiler geliştirilmelidir. Bu öneri kamunun kamu olmayı bırakması anlamına gelmemekte, kültür dünyamızın özgünlüğünü koruyarak sağlıklı bir rotada gelişmesi için daha etkin stratejiler ve özel programlar yürütülmesi gerektiğini belirtmektedir.

 

TÜİK YAŞAM MEMNUNİYETİ ARAŞTIRMASI

 

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2018 yılına ilişkin “Yaşam Memnuniyeti Araştırması” sonuçlarına göre; Türkiye’de mutlu olduğunu beyan edenlerin oranı 2017 yılında yüzde 58 iken 2018’de yüzde 53,4’e düşmüştür.

 

Mutsuz olduğunu beyan edenlerin oranı ise yüzde 11,1’den yüzde 12,1’e yükselmiştir. Kadınlarda mutluluk oranı, 2017’de yüzde 62,4 iken 2018’de yüzde 57’ye gerilemiştir. Erkeklerde bu oran, yüzde 53,6’dan yüzde 49,6’ya düşmüştür. Yaşam memnuniyetinin en yüksek seviyeye ulaştığı 2011 yılında, hane halkı kültür harcamalarının da en yüksek seviyede olduğu görülmektedir.

 

Evliler, evli olmayanlara göre daha mutludur. Kendilerini en çok ailelerinin mutlu ettiğini ifade edenlerin oranı yüzde 74,2 olurken bunu sırasıyla yüzde 12,9 ile çocuklar, yüzde 3,6 ile eş, yüzde 3,3 ile kendisi, yüzde 2,7 ile anne/baba ve yüzde 1,8 ile torunlar takip etmektedir. Bu sonuçlar Türk toplumunda ailenin kişilerin yaşam memnuniyetlerinde ve mutluluklarında da çok önemli olduğunu teyit etmektedir. Nitekim Aile Bakanlığının araştırmasında toplumun her kesiminde hayatta en çok değer verilen şeyin aile ve aileye sahip olmak olduğu tekraren ortaya çıkmaktadır.

 

KİTAP-DERGİ OKUMA DURUMUMUZ VE YAYINCILIK SEKTÖRÜ

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2011 tarihli Türkiye okuma kültürü haritasına göre Türkiye’de kişi başına yılda 7,2 kitap okunuyor ve kitap okumaya ayrılan süre ise sadece 7 dakikadır. Uluslararası Yayıncılar Birliği’nin verilerine göre, Türkiye’de kişi başına 8,4 kitap düşmektedir. TÜİK verileri kitap okumanın Türk insanının ihtiyaç listesinde 235. Sırada yer aldığını göstermektedir. Aynı araştırmaya göre Avrupa’da yüzde 21 olan kitap okuma oranı Türkiye’de binde 1. Dünyada en fazla kitap okuyan ülkelerin başında %21 oranıyla İngiltere ve Fransa yer alırken, bu ülkeleri sırasıyla Japonya %14, Amerika %12 ve İspanya %9 ile takip etmektedir. Türkiye bu listede ne yazık ki son sıralardadır.

 

TÜİK araştırmasında ise katılımcıların yüzde 65’i aşk, yüzde 24’ü siyasi, yüzde 13’ü de düşünce kitapları okuduğunu belirtmiştir. Kişisel gelişim kitaplarını okuyanların oranı ise % 7 olarak ölçülmüştür. Eylül 2019’da gerçekleştirilen Okuma Kültürü Araştırmasına; %42’lik oranla en çok kurgu (edebiyat) kitapları okunurken, dini kitaplar %34 ile ikinci sırada yer almaktadır. Eğitim, araştırma veya akademik kitapların okunma oranları %20’nin altındadır. Dergi okuma oranı ise %20’dir.

 

Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Raporu’nda kitap okuma konusunda Türkiye 173 ülke arasında 86. sırada yer almaktadır. Avrupa Birliği'nin 2018 yılı Dünya Kitap Günü vesilesiyle hazırladığı ve yayınladığı istatistiğe göre ise günlük okuma süresi açısından Türkiye Avrupa Birliği ülkeleri arasında 9. sıradadır. Türkiye’de en fazla okuyan grup öğrencilerdir. Çocukların ve gençlerin okuma alışkanlığı kazanmalarında birincil etken ailede gelen destekleyici ve örnek tutumlardır. Burada ailenin rolü öne çıkmakta, gençleri okumaya teşvik etmenin ötesinde aile üyelerinin tümünü okumaya özendiren stratejilerin geliştirilmesinin önemi ortaya çıkmaktadır.

 

İstatistikler bize Türkiye’de kitap üretim hızının geçmiş yıllara oranla düştüğünü göstermektedir. 2018 yılı verilerine göre toplam 410.641.305 adet kitap satışa sunulmuştur. Bandrol dağıtımı ve satışını yapan YAYFED’in (Yayımcı Meslek Birlikleri Federasyonu) açıkladığı toplam kitap üretimi 2017 yılına göre sadece %0,71 oranında artmıştır. Yardımcı kaynak ve sınavlara hazırlık kitapları %2,8 artarak, toplam kitap üretiminde %52,45’le sektörde en büyük paya sahiptir. Eğitimin niteliği açısından okullar arasında ciddi farklar bulunmaktadır. Hem orta öğretim hem de yükseköğretime geçiş sınavlarına hazırlanmada sınav hazırlık kitapları ve yardımcı kaynaklar çok talep görmektedir. Araştırma-inceleme, edebiyat ve çocuk yayıncılığı alanlarının oluşturduğu kültür yayıncılığı, 2018 yılında toplam üretimin %34.21’ini oluşturmuştur. Araştırma-inceleme kitapları bir önceki yıla (2017) göre %4,04 oranında azalmıştır. Dini yayınlar 2017’ye göre %5,21 oranıyla en çok artış gösteren alan olup, kitap üretiminin %10,82’sini oluşturmaktadır. Bir yıllık bandrol verilerine göre toplam akademik kitap üretimi 4.461.008 ile toplam kitap üretiminin ancak %1,09’unu oluşturmaktadır. İki yüzden fazla üniversitemiz ve 4 milyona yakın öğrencimizin olduğu bir yükseköğretim camiasında öğrenci başına düşen akademik kitap sayısı ne yazık ki 1 bile değildir. Akademik yayınların belli bir hedef kitlesi olduğu, popüler yayımcılıkla rekabet etmesinin beklenemeyeceği öne sürülse bile, kendi akademisyen kapasitesi ve hedef kitlesi dikkate alındığında yayın sayısının ve çeşitliliğin oldukça düşük seviyelerde olduğu görülmektedir.

 

Türkiye’de basılan gazete/dergi sayıları ve bunların tirajlarında bir önceki yıla göre düşüşler tespit edilmiştir. 2107 yılında ülkemizde 6124 gazete/dergi çıkarken bu rakam 2018 yılında 5962’ye düşmüş, tirajlar ise 1.661.102.580’den 1.268.287.463’e gerilemiştir. Bu durum toplumda medyaya duyulan güvenin azalması kadar gazetecilik ve haberciliğin de internete taşınmasıyla ulaşılabilir ve bedelsiz hale gelmesinin sonucu olarak değerlendirilebilir.

 

TOPLUMSAL DEĞERLER, KİMLİK ALGILARI VE DİNİ PRATİKLER

 

KONDA Araştırma ve Danışmanlık tarafından hayat tarzlarını temel alan 2008 ve 2018 araştırmaları hem kendimize ayna tutmak hem de 10 yıllık süreöte gerçekleşen değişimleri değerlendirmek açısından çarpıcı veriler sunmaktadır. Bu karşılaştırmalı veriler örneklem grubuna dahil edilen 15-18 yaş denek grubunun yaşam beklentilerini yansıttığı için geleceği tasarlamak ve bu yönde politikalar oluşturmak açısından ayrıca önemlidir.

 

Toplumsal değerlerin önemi sıralamasında aile ilk sırada karşımıza çıkmaktadır. Aileyi “ülke”, ardından “kendisi”, “komşu” ve sonra da “hemşeri” takip etmektedir. Göçle beraber yaşanan sosyal değişim burada da kendisini göstermektedir. Hemşeriliğe atfedilen değerin azalmakta olduğu, dayanışmaya dayalı hemşerilik ilişkilerinin çözülmekte olduğu anlaşılmaktadır.

 

Türkiye’de din, dindarlık ve inanış pratikleri de değişim göstermektedir. Genel anlamıyla muhafazakar ve dindar .oğunluktan söz etmek mümkünken, değişimin daha çok hangi alanlarda ve ne yönde olduğuna bakmak gerekmektedir. 2008’de kendisini “dindar muhafazakar” olarak tanımlayanlar %32 iken bu oran 2018’de %25’e gerilemiş, aynı biçimde “modern muhafazakarlar %31’den %29’a gerilemiş, buna karşılık daha ortada kabul edilebilecek “geleneksel muhafazakar” ise on yılda %8 artmıştır. Kendisini “dindar” olarak tanımlayanlarda on yıllık sürede %4’lük bir düşüş olurken “inançlı”lar %3 artışla %34’e yükselmiş. Kendisini “inançsız” veya “ateist” olarak tanımlayanların oranı 2008’de her iki grup için de %1 iken 2018’de ateistlerin oranı %3’e, inançsızların oranı ise %2’ye yükselmiştir.

 

Dini pratikler açısından bakıldığında da değişim dikkate değer ölçüdedir. 2008 yılında düzenli olarak oru. tutanlar %77 iken 2018’de bu oran %65’ gerilemiş, düzenli namaz kıldığını söyleyenler ise 2008’de %41’den 2018’de %43’ e yükselmiştir. Din ve dini pratikler alanında en dikkat çekici bulgu ise “dindar olmak ahlaklı olmak için yeterli değildir” ifadesine verilen cevaplarda kendini göstermektedir. Kadınların %62’si, erkeklerin ise %63’ü din-ahlak ilişkisini birbirinin koşulu olarak görmediklerini ve dindar olmanın ahlak sahibi olmaya yetmediğini belirtmişlerdir.

 

Özellikle son 20 yılı değerlendirmemize imkan sağlayan bu araştırmaları okurken düzenli aralıklarla yürütülmüş çalışmaların bulguları özellikle kimlik ve değerler dünyamızdaki değişimleri anlamamız açısından daha da anlamlı hale gelmektedir. Örneğin 2008 yılında kendisini dindar olarak tanımlayanların oranı %55 iken 10 yıl içerisinde bu oran 4 puan düşerek 2018 araştırmasında %51 olarak ölçülmüştür. Burada asıl dikkate değer olan konu araştırmaya dâhil edilen 15-18 yaş örneklem grubunun mevcut siyasi iktidarın döneminde doğmuş, “dindar” olarak yetiştirilmesi hedeflenmiş nesli temsil ediyor olmasıdır.

 

Vatandaşlarımız sıkıntıları aşmanın en etkin yolu olarak eğitimi görmektedirler. 10 yılda ortalama eğitim süresi kadınlarda 7,8 yıla, erkeklerde 9,3 yıla yükselmiştir. Ancak bu alanda beklentilerin tatmin edilmediği anlaşılmaktadır. Toplumun istediği eğitimi alamama ya da eğitimde fırsat eşitliğine erişememeye ilişkin kaygılarının son derece yüksek olduğu görülmektedir. 2018 verilerine göre “çocuğumun istediği eğitimi alamamasından korkuyorum” diyenlerin oranı %71,3 ve “Devlet her çocuğa kaliteli eğitim sağlamalı, bireyler eğitim için başka kurumlara gerek duymamalı” ifadesine katılım oranı ise %85’tir.

 

KÜLTÜREL MAL İTHALAT VE İHRACATIMIZ

 

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2018 verilerinden derlenen bilgilere göre, Türkiye’nin görsel sanatlar, mimarlık, tasarım ve el sanatları ürünleri gibi kalemlerden oluşan kültürel mal ihracatının tutarı son 5 yılda yaklaşık 112 milyar liraya ulaşmıştır. Yıl bazında bakıldığında 2014’te 11,3 milyar lira olan el sanatları ihracatının tutarı, 2015’te 12,5 milyar liraya, 2016’da 13,8 milyar liraya, 2017’de 17,9 milyar liraya ve 2018’de de 25 milyar liraya yükseldi. Söz konusu dönemde bu ürünlerin ihracatı yüzde 120 artış gösterdi.

 

Türkiye’nin kültürel mal ihracatının yüzde 70’inden fazlasını oluşturan el sanatları ürünlerinin ihracatında 5 yılda 80,6 milyar liraya ulaşılmıştır. Dokumacılıktan çiniye, ahşap işçiliğinden cam sanatına kadar birçok alanda Türk kültürünün izlerini taşıyan el sanatları ürünlerinin ihracatı düzenli artış göstermektedir. Türk el sanatları ürünleri, özellikle bakanlıkların ve kooperatiflerin üreticileri desteklemesiyle yürütülen tanıtım, pazarlama faaliyetleri sayesinde yurtdışındaki pazarını genişletmektedir.

 

Türkiye’nin 2014-2018 dönemindeki kültürel mal ihracatının 27,2 milyar liralık kısmı görsel ve işitsel medya alanında olmuştur. Bu alanda yapılan ihracat 2014 yılında 4,4 milyar lira iken, 2018’de 7,6 milyar liraya ulaşarak, 4 yılda yaklaşık iki katına çıkmıştır. Bu dönemdeki kültürel mal ihracatında en yüksek üçüncü kalem ise kitap ve yazılı basın ürünleri 2018’de 1,1 milyar liraya yükselmiştir.

 

Türkiye’nin kültürel mal ihracatında potansiyelimizin çok gerisinde olmakla beraber son yıllardaki sıçramalı artışlar dikkat çekmektedir. Kültürel içerik, özgünlük ve nitelik ürün cazibesini ve talebini artırırken olduğu kadar ülkemizin itibarını ve ulusal marka değerini de yükseltmektedir.

 

Kültürel mal ithalatımıza bakıldığında ise ilk sırada 43,4 milyar lirayla görsel ve işitsel medya ürünlerinin yer aldığı görülmektedir. Bunlar başlıca kayıt ve çoğaltma cihazları, film ve belgeseller, oyunlar ve oyun konsolları, dijital yayınlara erişim sağlayan cihazlar, online platform üyelikleridir. Bu alanda 2014’te 7,1 milyar lira olan ithalat tutarı, 2018’de 11 milyar liraya yükselmiştir. İthalatta görsel ve işitsel medyayı 18,6 milyar lirayla kitap ve yazılı basın takip etti. Bu dönemde en yüksek üçüncü ithalat başlığı ise 15,7 milyar lirayla el sanatları ürünleridir.

 

3. BÖLÜM

 

KÜLTÜR POLİTİKALARI

 

Kültür politikaları uluslararası düzeyde ve ülkelerin kendi i.lerinde sık tartışılan bir konudur. Kültür politikalarının toplumu biçimlendirme ve tek tipleştirme aracı olarak kullanıldığında ortaya çıkan vahim sonuçlar insanlık hafızasında yerini korumaktadır. ülkemizde de maalesef bu çarpık anlayış tek parti döneminde devlet politikası olarak katı bir şekilde uygulanmıştır.

 

Kültür ile politika arasında bir gerilim göze çarpar. Bunun nedeni kültürün değişken çok yönlü ve akışkan mahiyeti ile düzenlemeyi esas alan politikaların birbiriyle uzlaşamayan tabiatlarıdır. Ancak bu durum kültür ve politikanın yan yana gelmesinin yanlış olduğunu değil, uygun tedbirlerle ve araçlarla kültüre politika yaklaşımı sergilenmesinin önemini ortaya koymaktadır.

 

Kültürün içinde bulunduğu ekosistemin destekleyici mi engelleyici mi olduğu hayati derecede önemlidir. Bu yüzden kültürel kalkınmanın çoğulcu demokrasiyle birlikteliği vurgulanmaktadır. İki dünya savaşı ve soğuk savaş yıllarında ülkelerin kültür alanında izledikleri politikaların bazı yıkıcı sonuçlarını akıldan çıkarmamakla birlikte, kültürel gelişme için, bireyin önündeki engellerin kaldırılması, imkânlarını aşan ve desteğe ihtiyaç duyduğu alanlarda kamusal politikaların rol üstlenmesinin gerekli olduğu, bugün genel geçer bir anlayış haline gelmiştir.

 

Ülkelerin bir araya geldiği, ortak bir anlayış geliştirdiği, ulusal kültür politikalarına çerçeve oluşturan önceliklerin belirlendiği bir platform olarak UNESCO’nun Kültür politikaları alanında önemli bir yeri vardır. Kültür politikası yaklaşımı UNESCO tarafından 1948 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi’nin 27. Maddesindeki “kültür hakkı” kavramına dayandırılmıştır. Bu maddede “her kişinin toplumun kültür yaşamına özgürce katılma hakkına sahip olduğu” ifade edilir. Bu hakkın daha geniş bir çerçeveye sahip olduğu öne sürülerek, her insanın eğitim ve çalışma hakkına sahip olduğu gibi, kültürel yaşama katılma hakkı olduğu da kabul edildi. Bunun için, insanların bu haktan yararlanabilmeleri amacıyla gerekli araçların ve ortamın sağlanması temelinde “kültür politikaları” kavramına ulaşılmıştır. Buna göre; kalkınmanın amacı insandır. Kültürel kalkınma, ülkenin topyekün gelişmesinin temelidir. Ülke yönetimleri ve ilgili aktörler kültürel gelişme sorunlarını mutlaka sahiplenmelidirler. Bu durum kültür politikalarının varoluş temelidir.”

 

Kültürün, milli olduğu görüşü öne sürülerek “ortak politika” yaklaşımına şüpheyle bakanlar da olagelmiştir. öte yandan kamunun geri çekilerek kültür endüstrilerinin rekabetine terk ettiği alanda toplumsal bedeller ortaya çıkarmaktadır. Her şey bir yana, küresel kültür endüstrilerinin muazzam etkisi devletin rol ve sorumluluk üstlenmesi gereken bir tablo ortaya koymaktadır. Günümüz şartlarında kültür alanında devletin “çekimser” kalması ve geleneksel yönetim yaklaşımını sürdürmesi doğru değildir.

 

“Devlet, engelleri ortadan kaldırmalı, imkan ve fırsatlarla dolu bir ortam yaratarak demokratik kültür ortamını sağlamalıdır ve kültür alanında devletin politika temeli de budur.” anlayışı uluslararası toplum tarafından paylaşılan bir yaklaşım haline gelmiş bulunmaktadır. Kültürel gelişmenin, kalkınmanın çok önemli bir boyutu olduğu hatta ekonomik gelişmenin başarasını tayin edici bir rolü olduğu genel bir kabul haline gelmiştir.

 

UNESCO’nun 1998’de düzenlemiş olduğu “Kalkınma İçin Hükümetlerarası Kültür Politikaları Konferansı” ile birçok ülkenin katılımının sağlandığı bir ortamda tartışılmış ve “Kalkınma İçin Kültür Politikaları Eylem Planı” dokümanı hazırlanmıştır. Bu konferansta kültür politikalarına esas olacak temel yaklaşım “sürdürülebilir kalkınma politikalarının mutlaka kültüre duyarlı olması gereği”, “bilgi toplumuna herkesin katılımının sağlanması gereği”, “ulus duygusunun, çok yönlü toplulukların insanların ortak değerleri paylaştıkları bir ulusal birlik çerçevesi etrafında geliştirilmesi gereği”, “kültürel demokrasinin geliştirilmesi gereği” gibi önceliklere dayandırılmıştır. Türkiye kurucu üyesi olduğu UNESCO’da etkin olmaya önem vermekte, çalışmalarına aktif katılım sağlamakta, belgelerin hazırlanması süreçlerinde belirleyici rol oynamaktadır.

 

Avrupa ülkelerinin kültür bürokrasilerinin durumuna göz attığımızda tek tiplikten uzak kurumlaşmaların olduğu, ulusal önceliklerin ve kültür stratejilerinin gerektirdiği yapılanmayı gerçekleştirdikleri, konjonktürel değişikliklerin gerektirdiği tedbirleri politikalarına yansıttıkları da görülmektedir. Bazı ülkelerde merkeziyetçi bir yapılanma modeli ve bakanlık teşkilatı benimsenmiştir. Bazılarında merkeziyetçilikle ademi merkeziyetçiliğin karması niteliğinde yapılanma söz konusudur. Anglo-Sakson modelinde ise kültür-sanat faaliyetlerinin topluma ve sektöre bırakıldığı, meslek örgütlerinin sanat faaliyetlerini yönettiği ve yürüttüğü uygulamalar bulunmaktadır.

 

Sonuç olarak; gelişmiş ülkelerde kültür yapılanmasında örnek ve tek tip bir modelin olmadığı, bununla birlikte politika ilke ve önceliklerinde ortak anlayış ve yaklaşım çerçevesinin oluştuğu söylenebilir. Politikalarımızı değerlendirirken bu çerçeveyi de hesaba katmamız önem arz etmektedir. Kültürümüzü evrensel boyuta taşıma, bir kültür ülkesi olarak tanınırlığımızı artırma ve saygın bir yer edinme yolunda bu ortak anlayışın gözetilmesi, bunun gerekleriyle uyumlu politikaların uygulanması gerekmektedir.

 

Türkiye kurucu üyesi olduğu AB Konseyi’nin kültür politikaları programına katılmıştır. Türkiye’nin mevcut kültür politikasının gözden geçirilmesi (political review) kapsamında bir rapor hazırlanmıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından “Cultural Policy in Turkey” başlığıyla hazırlanan ulusal rapor Dış işleri Bakanlığı ile işbirliği yapılarak 2013 yılında Strasburg’da düzenlenen toplantıda sunulmuştur. Uluslararası kültür politikası ilke ve öncelikleri dikkate alınarak, uluslararası kültür çevrelerinin kavramlarıyla ve tahlil yöntemleriyle ulusal kültür politikalarımızın anlatımı ve sunumu göz ardı edilmeyecek kadar önemlidir ve etkili olabilmektedir. Çalışmanın tekrarlanmasında yarar görülmektedir. Kamu ve ilgili tarafların katılımıyla gözden geçirmeye yönelik çalışmalar Cumhurbaşkanlığı gözetiminde ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın koordinasyonunda yürütülebilir.

 

ÇOK KÜLTÜRLÜLÜK POLİTİKA TECRÜBESİNİN GÖSTERDİKLERİ

 

Kültürel çeşitliliğin iki temel kaynağı bulunmaktadır. İlki bir toplumun kültürel olarak heterojen bir yapıya sahip olması, diğeri ABD ve Avrupa ülkelerinde olduğu gibi farklı ülkelerden gelen göçmenlerin varlığıdır. çok kültürlülük, kültürel çeşitliliğin yüceltilmesini ve teşvik edilmesini anlatmaktadır. “Birtakım özel aidiyetlerin varlığını ve değerini kabul etmekle kalmayan ayrıca bunları normlara bağlayan siyasi programı” ifade eden çok kültürlülük, genellikle asimilasyona alternatif bir politika olarak sunulmaktadır. çok kültürlülük meselesi, 1950 ve 60’lı yıllardaki ekonomik göçmenlerin Batı Avrupa’ya nasıl uyum sağlayacakları sorusu etrafında başlayan tartışmalardan beri Avrupa’nın gündemindedir. Anglo-Sakson geleneğe sahip ülkelerde izlenen model daha çok bireyi ve bireysel entegrasyonu esas alan ve grup kimliği ve haklarını tanımaktan uzakken Kanada, Avustralya gibi ülkelerde “farklılığı” kutsayan, grup aidiyetlerini ve haklarını önceleyen, devletçe aktif şekilde desteklenen çok kültürlülük modeli öne çıkmıştır.

 

Ülkelerin uyguladıkları politikaların sonuçları çok geçmeden tartışılmaya başlanmıştır. Çok kültürlülüğün sağlaması beklenen sosyal kaynaşmanın elde edilemediği, aksine farklılıkların çok fazla öne çıkması nedeniyle ayrışmalara sebep olduğu, ortak yaşam değerleri üretilmesini sağlama yetmediği tespitleri daha çok benimsenir hale gelmiştir. Buna göre farklılıkları teşvik eden çok kültürlülük politikaları bir arada yaşama değerlerinin üretilmesini sağlayamamıştır. Farklı başlangıçlar bulunabilse de neredeyse tüm dünyayı etkileyen çok kültürlülük eleştirileri, 11 Eylül saldırılarında sonra popülerlik ve yaygınlık kazanmıştır. Her ülke örneğinde farklı iddialar ortaya çıkmış olsa da milli kimliğin kaybı, gettolaşma ve paralel toplumlar tartışması hızlıca gündemin önemli konuları haline gelmiştir.

 

Çok kültürlülük meselesinden bizim çıkarmamız gereken önemli dersler var gibi görünmektedir. Farklılıkları teşvik eden politikaların temelindeki varsayımların test edildiği tecrübeler önümüzdedir. Kültürel kimlikleri teşvik edip tanımaya o kadar özen gösterilmiştir ki sonuçta ortaya çıkan kültürel gettolar olmuştur. Kültürlerin yan yana bulunmasının birkaç kuşak sonra uyum ve kaynaşmayı kendiliğinden sağlayacağı beklentisi de boşa çıkmıştır. Kültürel kaynaşmanın kültürlerin birbirleriyle etkileşimi sürecinde hayatın doğal akışında zorunlu olarak ortaya çıkmayabileceği, bunun belli şartlara bağlı olduğu anlaşılmıştır.

 

Kültür politikalarının etkisi toplumda yaygın olan kültürel değerlerin mahiyetiyle ve paylaşılan ortak değerlerin kapsamıyla kayıtlıdır. Kültür medyasında ve akademik dünyamızda da benimsenerek bir tahlil ve anlama aracı olarak çokça kullanılan çok kültürlülük kavramına eleştirel bir dikkatle bakmamız gerekir. Bu mesele sadece bir örnektir. Kültür dünyamızın sorunlarını, imkânlarını ve özgünlüğünü kavramımızı sağlayacak analiz dilinin ve bir kültür söyleminin geliştirilmesi gerekmektedir. Burada kültür araştırmalarımızın çoğaltılmasına, uzmanlık alanlarının oluşturulmasına, uluslararası çalışmalara ve ülkelerin tecrübelerine yönelik uzmanlarımızın yetiştirilmesine, akademisyenlerimizin ve entelektüellerimizin eleştirel ve özgün bir dil geliştirmelerine ve dikkatlerini bu yöne yoğunlaştırmalarına ihtiyacımız vardır.

 

Kültür politikalarımızın değerlendirildiği, tematik ve sektörel sorun ve gelişmelerin analiz edildiği bir nisbi özerkliğe sahip profesyonel bir kapasiteye ve katılımcı ve çoğulcu bir yönetişim yaklaşımın sergilenmesine ihtiyacımız bulunmaktadır. Böyle bir kapasitenin kamu önderliğinde ve desteğiyle süreklilik gösteren bir altyapı ve kurumsallaşmanın ortaya çıkması gerekmektedir. Sektör temsilcilerinden, alan uzmanlarından, kültür insanlarından oluşan özel çalışma grupları dünyada ve Türkiye’de yaşanan gelişmeleri de izleyerek stratejiler ve tedbirler geliştirebilir, sorunlara yaklaşımda ve çözüm  önerileriyle kültür politikalarımızın iyileştirilmesine önemli katkılar sunabilirler.

 

KÜLTÜR POLİTİKASI ÇERÇEVESİ VE KURUMSAL YAPI

 

Kültürün politikayla ilişkisi kapsamında hem diğer ülkelerden hem de kendi tecrübelerimizden çıkarmamız gereken dersler var. Bu derslerin bir kısmı kamunun tematik ve sektörel uzmanlaşmanın gereklerine göre kendini geliştirmesi ve mevcut kapasitesini gözden geçirmesi gerektiğini işaret etmektedir.

 

Kültür şurasının bu açıdan önemli veriler sunduğu görülmektedir. Gerek komisyonların çeşitliliği, gerekse de kültür-sanat camiasının katılımlarının sağlanması nedeniyle başarılı bir organizasyon olduğu değerlendirilmektedir. Ancak şurada gündeme gelen tespitler ve öneriler zaten kültür camiasını takip edenlerin aşina olduğu hususlar olarak gündemde idiler. Şura bunların bir kez daha ifade edilmelerini sağlamış ve politikalarımızın gözden geçirilmesi için yararlanabileceğimiz resmi dokümanın oluşmasını sağlamıştır. Ortaya çıkan ve tavsiye niteliği taşıyan kararların eylem planına bağlandığı görülmektedir. Kültür camiasına şuranın sahiplenildiğini göstermek için bu yaklaşımın sergilendiği anlaşılmaktadır. Halbuki tavsiye kararlarının politika kararlarına dönüşmesi için bunlar üzerinde değerlendirmelerin yapılması gerekmektedir. Gerekli analizler yapılarak stratejik model kapsamında eylem planı hazırlanmalıdır. Şura tecrübesinden ve ortaya çıkan sonuçlardan yaralanarak kültürle ilgili ulusal kültür stratejisinin hazırlanması sürecine geçilmesi gerekmektedir.

 

Türkiye’de henüz ulusal bir kültür strateji belgesi bulunmamaktadır. Kültür politikamızla ilgili üst politika belgelerinde ise sektörlerle ilgili hususların zayıf ve yetersiz kaldığı görülmektedir. Üst politika belgelerinde kültürle ilgili öncelik ve tedbirlerin belirlendiği kalkınma planı ve yıllık programlarda bir politika çerçevesi karşımıza çıkmaktadır. Bunların değerlendirmesinde görüyoruz ki genel ifadelerle ve neredeyse hiç değişmeden tekraren yazılan tedbirler zayıf ve kısmi olmanın yanında yazık ki etkisi sınırlı faaliyetlere bağlanmış durumdadır. Kültürel tedbirler ve hedefler sektör ve sivil toplum kapasitesi hesaba katılmadan, oynayacakları roller dikkate alınmadan belirlenmiştir. Oysa kültürel kalkınmada veya kültür politikalarının başarısında toplum ve sektör katılımı hayati derecede önemlidir. Söz gelimi oyun kültürü ve çocuk oyuncakları öylesine önemlidir ki bu konu bir politika tedbiri olarak yer almayı hak edecek kadar kritiktir.

 

Kamu için emredici, sektör için yol gösterici niteliğindeki geleneksel plan yaklaşımının kültür politikalarında yetersiz kaldığı aşikardır. Kamu-özel sektör ve sivil toplum aktörlerinin etkin ve verimli işbirliğini öngören, ilgili aktörleri stratejik amaçlara ve somut hedeflere yönelten, kültürle ilgili temaları ve sektörleri kapsayan, yönetişime dayalı stratejik model yaklaşımını ortaya koymamız gerekmektedir. Bunun için ulusal kültür strateji belgesi ve orta vadeli (üç veya beş yıllık) eylem planı hazırlanmalıdır.

 

Kültür alanıyla ilgili kurum ve kuruluşlardan gelecek bilgi ve verileri değerlendirebilecek, çalışmaları takip ve koordine edebilecek tecrübe ve vizyona sahip, alanında temayüz etmiş uzmanlardan oluşacak Milli Kültür Hamlesi Koordinatörlüğü kurulmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir. Böylece kültür politikalarının etkinliği artırabilir, ulusal ve uluslararası nitelikte öncelikli projelerinin koordinasyonunu üstlenebilir.

 

Kültür ve Turizm Bakanlıkları tek çatı altında birleştiklerinde farklı kesimlerden itirazlar yükselmişti. Bir turizm ülkesi olan Türkiye’nin kültür turizminde de atılıma ihtiyacı olduğu, bu alanların tek çatı altında ve ortak bir anlayışa göre daha verimli yönetileceği öne sürülerek 2003 yılında kültür ve turizm bakanlığı kurulmuştur. Turizm değerlerimizin zenginliğiyle beraber sektör dinamizmi ve rekabet gücü turizmde gelişmemizin temeli olduğu için bu birleşmenin başarısı sürekli olarak kültüre bakılarak değerlendirilmiştir. öyle ki turizmde rekor gelişmelerin yaşanması bile kültürle ilgili aktörleri tatmin edememiş, kültür politikalarının iyileştirilmesi gerektiği ve kurumların kendilerini yenilemesi ihtiyacının devam ettiği ileri sürülegelmiştir. Bu değerlendirmede haklılık payı yüksektir. Kültür ve turizm alanının koordinasyonu gereğine itiraz edilemez. Ancak bugün için sorunun ağırlık merkezinin kültür ve turizm arasından, kültür alanına kaydığı görünmektedir. Kültür alanında etkin yönetim ihtiyacı kendini güçlü şekilde hissettirmekte ve kültür politikasının (kamu ve özel) aktörleri koordinasyon sorunu yaşanmaktadır. 2003 yılından bugüne kültür alanında hem kamuda hem sektörde hem de toplumsal hayatımızda yaşanan gelişmeler kültür kurumları ve kültür camiasının aktörleri arasında koordinasyonun ve etkin yönetimin gereğini acil bir ihtiyaç olarak gündeme getirmiştir. Kültür politikalarımızdaki etkinliği özgün ve başarılı projelerle, kültür dünyamızda somut neticeleriyle ve olumlu yansımalarıyla görmek istemektedirler. Bakanlık yapısının korunması veya kültür ve turizm bakanlıklarına ayrılmaları ikincil önemdedir. Burada işaret edilmesi gereken önemli husus, kültür ve turizmin farklı dinamiklere ve önceliklere bağlı olmaları, her iki alanın da yoğunlaşma ve ihtisaslaşmalar gerektirdiği, turizmde başarıyla sergilenen kamu-özel işbirliği ve yönetişim modelinin kültür alanında gerçekleştirilmesinin öncelikli ihtiyacımız olmasıdır. Kültür strateji belgesinin bir türlü hazırlanamaması, kültürle ilgili kurumların koordinasyonunun bir sorun alanı olarak devam etmesi, telif hakları, sinema ve yayımcılık dışında kültür sektörlerine yönelik kapasitesinin ve uzmanlaşmanın bulunmayışı gibi önemli hususlarda Bakanlığın kültür alanındaki eksiklikleri devam etmektedir.

 

Bu çerçevede bakanlığın ana hizmet birimlerinin hizmet envanteri değerlendirilmeli yerinden gerçekleştirilecek hizmetlerin ve yerinden yönetilebilecek (kütüphane, kültür merkezi, sanat galerisi, küçük ölçekli müzeler) birimler yerel yönetimlere devredilmelidir. Bakanlık merkez birimleri stratejik yönetim birimi olarak yeniden yapılandırılmalıdır. Çağdaş yönetim modeli görevler ve fonksiyonellerin ayrılmasını ve uzmanlaşmayı gerektirmektedir. Buna göre Kültür bakanlığı kural ve standart koyan, izleyen ve değerlendiren, bilgiye dayalı (veri, istatistik ve akademik) uzman bir kurum olarak kültür aktörleriyle ve sektörle etkin şekilde işbirliği ve koordinasyon kurabilen, yurt içi ve yurt dışı gelişmeleri izleyerek stratejiler geliştiren bir teşkilata dönüşmelidir.

 

Yukarıda belirttiğimiz sebeplerden dolayı Kültür Endüstrileriyle ilgili bir birimin kurulması veya mevcut birimlerden ilgili sektörlerle doğrudan irtibatlı olması nedeniyle Telif Hakları Genel Müdürlüğünün yeniden yapılandırılarak Kültür Endüstrisi Genel Müdürlüğüne dönüştürülmesi artık bir mecburiyet olmuştur. Bu birim Telif Haklarının korunması ve ilgili Meslek birliklerin gözetiminin yanı sıra mevcut sorunlar arasında işaret ettiğimiz önemli bir ihtiyacı da gidermek üzere yani ilgili sektörlerin teşvik ve sponsorluk alanında tek kapısı olarak hizmet sunabilir.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığının kültürle ilgili mevcut hizmet ve faaliyetlerinin kültür dünyamızın ihtiyaçları dikkate alınarak, kültürel kalkınma önceliklerimize göre gözden geçirilmesi gerekmektedir. Dünyada merkez teşkilatı aracığıyla kültür merkezleri veya ilçe kütüphanesi yöneten acaba kaç ülke vardır. Kültür ve Turizm Bakanlığı stratejiler geliştiren, hizmet standartları belirleyen ve kural koyan, izleyen ve değerlendiren, bilgiye ve uzmanlığa dayalı etkin bir merkez teşkilatı olacak şekilde yeniden yapılandırılmalıdır. Yerelden yönetilecek kültür hizmet birimlerinin yerel yönetimlere devredilmesi somut bir öneri olarak burada belirtilebilir.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığının kültür değerlerimizin korunması ve yaşatılması gibi önemli bir misyonu taşıması beklenmektedir. Bu misyon kamu kaynaklarının ve kamu yetkisinin özel bir surette etkin bir şekilde kullanılmasını gerektirmektedir. Bu yüzden zaman geçirmeden ihtisaslaşma ve idari yetkinlik düzeyine ulaşması için kurumsal öz değerlendirmesini yaparak, bu misyonu gereken yetkinlikte üstlenecek kapasiteyi ve stratejileri ortaya koyulmalıdır. Gerek toplumun ve yerel idarelerin gerekse de sektörlerin kültür-sanat üretimini geliştirecek, mevcut olmayan ancak ihtiyaç duyulan girişimlerin, kapasitelerin ve sektörleşmenin ortaya çıkmasını destekleyip yönlendirecek bir yetkinlik ve ihtisaslaşma! Bakanlık genel bütçeden mütevazı bir pay almakta, bunun büyük bölümünü de kültür yatırımlarına tahsis etmektedir. Ayrıca sinema sektörüne yönelik proje destekleri sunmakta, yerel yönetimlere, vakıf ve derneklere kültür etkinliklerine yardımlar yaparak kültürün finansmanında kamu adına önemli rol oynamaktadır. Destek ve yardım konusunda bakanlığın uygulamaları öteden beri eleştiri konusu olmaktadır. Siyasi eleştiriler yardımların kayırmacılığa dönüştüğü yolundadır. Yardım kararları takdir yetkisinin geniş kullanımına açıktır. Takdir yetkisinin belirleyici olduğu her uygulamada keyfilik ve kayırmacılık eleştirilerinin olması kaçınılmazdır. Bu uygulamanın mutlaka yeniden düzenlenmesine ihtiyaç vardır. Proje desteklerinin mali yardım olarak algılanmaktan çıkarılıp, kültür politikamızın önceliklerine göre yeniden düzenlenmeli, kriterlere bağlı şeffaf bir destekleme sistemi hayata geçirilmelidir. Yukarıda belirtildiği gibi, kültür bakanlığının mali destek ve yardımı ancak kültürümüzün korunması, yaşatılması ve tanıtılması amacıyla kullandırılmakta olup, bunların yerinde kullanıldığından emin olunmalıdır. Burada önceliği hak eden bir alan vardır. Kültür envanterinde yer alan gerek ulusal gerek il düzeyinde kültür-sanat mirasımızın yaşatılması ve tanıtılması kapsamındaki nitelikli projelere öncelik verilmelidir. Yine bu yaklaşıma paralel olarak UNESCO listelerine ülkemiz adına kayıt ve ilan ettirdiğimiz kültür değerlerimizle ilgili projeleri öncelikli olarak desteklemek gerekir. Hem dünya mirası listesi hem de somut olmayan kültür mirası listesi ve yaşayan insan hazineleri ile ilgili projelere öncelik tanınmalıdır. Korunmasını ve yaşatılmasını uluslararası düzeyde taahhüde bağladığımız bu değerlere öncelik vermemiz tabiidir. Diğer kültür etkinlikleri için kriterler ve oranlar oluşturulmalıdır.

 

Tüm dünyada hızla yayılan dijitalleşme aynı zamanda devasa boyutlarda bir ekonomik büyüklüğe ulaşmıştır. Dünyanın en ücra k.şesinde bile kullanılan bilgisayar İşletim sistemleri, kelime işlemci yazılımlar, sosyal ağ platformları, anlık mesajlaşma uygulamaları neredeyse tekel durumundaki bilişim kuruluşları elindedir. üretilen her yazılım ve söz konusu yazılımın her yeni güncellemesi ayrı bir lisansa ve ayrı telif ödemesine gündeme getirmektedir. Görüyoruz ki asıl önemli olan dijital çağın gerektirdiği yazılımları üretmek değil, ürünü/eseri doğru ve güçlü biçimde pazarlamak ve tutundurmaktır. Yerli bir işletim sistemi olarak “PARDUS” örneğinde yaşadıklarımız pazarlamanın, ürünü topluma mal etme ve tutundurmanın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Bütünüyle yerli bir AR-GE çalışmasının ürünü olan pardus işletim sistemi başarıyla geliştirilmiş olmasına rağmen değil yurt dışına satılması, ne yurt içerisinde ne de kamu kurumları veya devlet üniversitelerinde bile etkin ve yaygın biçimde kullanılamamıştır. İlgisizlik ve sahipsizlik nedeniyle devletin yürüttüğü bir ulusal ar-ge projesi gözlerimizin önünde akamete uğramıştır. Benzer biçimde, yine yerli bir iletişim hizmet sağlayıcısı tarafından geliştirilen ve dünyada en yaygın kullanılan anlık mesajlaşma uygulaması ile rahatlıkla rekabet edebilecek nitelikte olan BİP uygulaması da, Türkiye’nin ilk ve tek yerli arama motoru olan “Yaani” de yeterince doğru biçimde pazarlanmadığı için birer AR-GE çalışması olmaktan öteye geçememişlerdir.

 

Dünyanın en gelişmiş oyun motoru “crytek” ü. Türk tarafından kurulmuş, Sayın Cumhurbaşkanımızın konudan haberdar olması sonucu İstanbul teknoparka gelmeleri sağlanmış ancak beklenilen hedefler ve işbirliği oluşturulamadığı için bir başarı öyküsüne dönüşmesi mümkün olmamıştır.

 

Türkiye’de dijital dönüşüm konusunda ihtiyaç duyulan her türden yazılımı geliştirecek nitelikli genç insan kaynağı ve bu çalışmaların yürütüleceği araştırma merkezleri ve/veya teknokentler zaten mevcuttur. Yeterli teknik altyapı, insan kaynağı ve hedef kitle mevcut olmasına rağmen yaşadığımız bu tıkanmalar ibret vericidir. çözüm  başarı için gerekli olan döngüyü tamamlayabilmektir.

Aşağıda bu kapsamda tespit ve önerilerimiz sunulmaktadır.

 

KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ

 

Dijital çağın araç ve yöntemleriyle sınırların kalktığı bir dünyada özgün kimliğini koruyamayan birey ve toplumların hakim kültürün etkisi altına girmesi kaçınılmazdır. Mevcut tablo, çağı yeterince doğru okuyamayan toplumlar için endişe verici ve moral bozucudur. Diğer taraftan büyük bir Medeniyetin mirasçıları bakımından Küreselleşme ve dijital çağın tehditlerine karşı özgün bir duruş sergilemek hiç de zor değildir. Çağın imkanlarının yerinde ve zamanında etkin kullanılması halinde tehditlerin bertaraf edilmesi mümkündür. Farklılıkların zenginlik olduğunu idrak edemeyen dayatmacı zihniyete verilebilecek en iyi cevap, insanı Eşref-i Mahlukat kabul ederek her işinde İnsanı önceleyen bir Medeniyetin mensuplarından gelmelidir. çağın icabı dayatmacı ve yayılmacı zihniyete karşı alternatif olarak kültürel çeşitliliği muhafaza edip iyilik ve güzellikleri İnsanlığın hizmetine sunmayı gerektirmektedir. Kadim değerlerimizle şekillenen kültürel mirasımız ve bugün de insanlığın hayrına hizmet eden milletimizin gelecek tasavvuru özgün kimliğimizi bilinir ve görünür kılıp insanlığa insan olmanın önemini hatırlatarak dünyaya iyilik ve güzellik katmak olmalıdır. Batı medeniyetinin yüzyıllardır kültürel üretimlere öncelik vermesi tesadüf değildir. özellikle son yüzyıldaki teknolojik üstünlüğün avantajını etkin kullanan Batı medeniyeti kültür endüstrisi kapsamında .oğunluğu özel sektör tarafından üretilen özellikle bireyleri etkileme gücü yüksek sinema eserleri gibi görsel-işitsel eserler ile yazılım gibi katma değeri yüksek kültür ürünlerini özel teşvik sistemiyle ciddi düzeyde desteklemiştir. Etkin bir fikri mülkiyet hakları koruma sistemine sahip Batının kültürel ürünlerin üretildiği sektörleri sadece ticari amaçlarla öncelikli sektörler olarak belirlemediği aşikârdır. Batı yayılmacı politikalarını ve emperyal emellerini, ürettirdiği ve neredeyse ayni zamanda dünyaya yaydığı kültürel ürünlerle perçinlemektedir.

 

FİKRİ MÜLKİYET VE TELİF HAKLARI KONUSU

 

Fikir ve sanat eserlerinin korunması kültür ve sanat üretimini desteklediği gibi sektörel gelişmeyi de teşvik etmesi açısından kültürel kalkınmada önemli yeri olan bir politika alanıdır. Mevcut durumda telif hakkı kullanılan eserlerin telif ödemeleri için sözleşme yapma mecburiyeti vardır. Ancak bu sözleşmeler için net bir çerçeve bulunmamakta olup, bir tür sözleşme serbestliği söz konusudur. Ayrıca sözleşme koşulları piyasa koşullarını ve ekonomik hayatın gerçeklerini dikkate almaktan uzak düşebilmektedir. Taraflar arasında yaşanan sorunlar uzlaşma sağlanamadan tıkanmalara yol açmakta, toplanabilecek telif gelirinin çok altında seviyelerde tahsilatlara neden olmaktadır. Sistemin uygulanmasında ciddi kayıplar ortaya çıkmasına rağmen mevcut haliyle işlemeye zorlanmaktadır.

 

Telif gelirlerinin hak sahiplerine dağıtılmasında da ilgili meslek birliklerinin tutumundan kaynaklanan sorunlar yaşanmakta, bazı alanlarda hak kaybına uğramış mutsuz eser sahipleri kitlesi oluşmaktadır. Bazı eser gruplarında telif toplanmasına yönelik hiçbir takip olmadığı gibi başarı da sağlanamamıştır. Örneğin güzel sanat eserleri başta olmak üzere yeniden satışlardan elde edilen artı değerden eser sahibine payın ödenmesi neredeyse hiç mümkün olmamaktadır. Değer artışlı tablo satışlarında telif payı gündeme gelmekte ise de eser sahibi veya varislerinden bir itiraz gelmediğinde sonucundan bilgi de edinilememektedir. Öte yandan reprodüksiyonların kayıt altına alan bir sistem mevcut değildir. Karikatür ve afiş gibi diğer sanat eserlerinde de telif takip ve tahsili çok sınırlı düzeydedir.

 

Dijitalleşme sonucu hak ihlallerinin değişen ve kolaylaşan yapısı karşısında alternatif lisanslama ve erişim imkanları çok sınırlı kalmıştır. Bu sorunların aşılabilmesi için kararlı ve şeffaf bir tutum sergilenerek sistemin iyileştirilmesi gerekir. Bu çerçevede uygulamada ortaya çıkan sorunlar ve yaşanan mağduriyetler alınacak tedbirleri de işaret etmektedir. Sektör tanımlarının ve stratejik hedeflerin ortaya konulması ve devletin eser üretimi için gereken iklimi bozan faktörleri etkin tedbirlerle ortadan kaldırmaya yönelmesi gerekmektedir.

 

KÜLTÜR VARLIKLARININ KORUNMASI VE RESTORASYONU

 

Halen yürürlükte olan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu bu alandaki temel kanunu 1983 tarihli olup, cari koruma mevzuatımız eskimiştir. Sorunların çözüm üne elvermeyen katılığa sahiptir. Gerek alan uzmanlarından, gerekse de toplumdan ve hatta uygulayıcılardan yükselen şikayetler ve değişiklik önerileri hala tatminkar bir çözüme kavuşturulmamıştır. 2000’li yılların başından bu güne kadar alan yönetimi, finansman, sponsorluk, fonksiyonlandırma ve müze işletmeciliği alanlarında düzenlemeler yapılmış, koruma mevzuatının devam eden sorunlarının gölgesinde kalan, kapsamlı ve uygulanması zor bir mevzuat yapısı ortaya çıkmıştır. Mevzuatın sadeleştirilmesi, uyumlulaştırılması, güncellenmesi, koruma sisteminin daha modern ve etkin hale gelmesi için öncelikle bu temel kanunun gözden geçirilmesi ve yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.

 

Kültür varlıklarının restorasyonları, şehirlerimizin tarihi ve kültürel dokusunun ortaya çıkarılmasında, kültürel kimliğinin öne çıkarılmasında ve cazibesinin artırılmasında çok önemli role sahiptir. Kültür varlıklarının restorasyonunda iki önemli sorun yaşanmaya devam etmektedir. Bütçe kaynaklarının yetersizliği nedeniyle potansiyelimizin açığa çıkarılmasında oldukça düşük tempoyla ilerlenmektedir. Yılda ortalama 2000 başvuruyla vatandaşlarımız kültür varlığı niteliğindeki yapılara destek istemekte, bunun ancak % 20’ne uygulama desteği, % 40’na da proje desteği sunulabilmektedir. Yapılan başvuruların tamamının tescilli kültür varlığı olduğu dikkate alındığında potansiyelimizi harekete geçirmede ne kadar ağırdan aldığımız ortaya çıkmaktadır. Bütçe yetersizliğinin neden olduğu bu kayıpların yerel kalkınma ve ülke ekonomisi açısından maliyeti çok yüksektir. Kasıt veya ilgisizlik nedeniyle yok olan veya tahrip edilen bir kültür varlığının kaybını telafi etmek mümkün değildir. özellikle vatandaş mülkiyetindeki tescilli kültür varlıklarının restorasyonu için bütçe imkanlarımızın zorlanması ve desteklerin artırılması gerekmektedir. Restorasyonlara proje ve uygulama için verilen destekleri düzenleyen mevzuat esneklikten yoksundur. İlgili yönetmelik uygulamayı bürokratik ve katı bir zeminde tutmaktadır. Örneğin, başvurularda süre sınırlamaları nedeniyle çok önemli ve acil projeler bile en az 2 yıl değerlendirilmeyi beklemektedir. Kısıtlı bütçe imkanlarının kullandırılmasını olabildiğince zorlaştırılmak istendiği anlaşılmaktadır. Ancak mevzuat kamunun da önüne çıkan bir engel haline gelmiştir.

 

Restorasyon ihale işlerinde uygulanan mevzuat, işi yaptıran kuruma göre farklılıklar göstermektedir. Bakanlığın ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün farklı yönetmelikleri halen yürüklüktedir. Milli Saraylar ise ihale kanunu kapsamı dışındadır. Belirlenen birim fiyatlarda da kurumlar arasında farklılıklar söz konusudur. Bu çarpık tabloyu izah etmek mümkün değildir. Kültür varlıklarının restorasyonu teknik gerekleri belirlenen nitelikli işlerdendir. Ülkemizde kültür varlığı restorasyonları mevzuatının tüm kurumları ve uygulamaları kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmesi ve özellikle ihale işlerinde uygulanan mevzuatın acilen tek tipleştirilmesi önerilmektedir.

 

KÜLTÜR YATIRIMLARI VE GİRİŞİMLERİ KÜLTÜR-SANAT SPONSORLUĞU

 

Ülkemizin kültür mirasının ayağa kaldırılması ve sektörün kültür-sanat yatırımlarına daha çok kaynak ayırması için 2005 yılında kültür yatırımları ve girişimlerini teşvik kanunu çıkarılmıştır. Kültür alanında ulusal sponsorluk sisteminin temeli bu düzenlemeyle kurulmuştur. Ancak aradan geçen 15 yılda uygulama performansı çok düşük seviyelerde kalmıştır. Bunun sebeplerinden biri sektörü gerçekten teşvik edecek kolaylık ve imkanlar getirmemiş olmasıdır. Diğer sebep uygulamadaki kırtasiyeciliktir. Başvuru, ilan ve belgeleme vs. gibi prosedürler iyi niyetli ve istekli olanları bile caydırabilmektedir. Kültür Bakanlığı bünyesinde sanatsal destekleri koordine etmek amacıyla kurulmuş özel bir birim dahi bulunmamaktadır. Dolayısıyla sektör kaynaklarını kültür ve sanata yönlendirmede ve ulusal sponsorluk modelimizi güçlendirmede geçtiğimiz yıllardaki uygulama döneminde yaşananlar yol gösterici niteliktedir.

 

Sponsorluğu teşvik edecek mali ve idari kolaylıklar getirilmeli, uygulamada öncelikli ulusal projeler belirlenmeli, Cumhurbaşkanlığının himayelerine aldığı projelerde ve Bakanlığın belirlediği projelerde teşviklerin artabildiği bir önceliklendirme yaklaşımı getirilmelidir.

 

MÜZELERİN YÖNETİMİ, İŞLETMECİLİK MODELİ VE YENİ MÜZELERİMİZİN KURULMASI

 

Müzelerimizin işletmecilik ve girişimcilik perspektifiyle yönetilmesi amacıyla ulusal müzelerde başkan ve müze müdürü modeli getirilmiş, ancak bu model Topkapı sarayı müzesindeki uygulamadan ibaret kalmıştır. İhdas edilen kadrolar ise yerinde kullanılmamış, anlaşılmaz bir kayıtsızlıkla modelin işletilmesi mümkün olmamıştır. Dünyada başarısı kanıtlanmış bu modelin hayata geçememesinin nedenlerinin üzerine gidilmeli, gerekli düzenlemeler yapılarak kararlı şekilde uygulamaya konulmalıdır.

 

Müzeler kültür, turizm ve eğitimin kesiştiği alanda yer alırlar. Ulusal ve yerel kalkınmaya katkısı müzelerin etkin şekilde yönetilmesine bağlıdır. Kültürel cazibenin ve zenginliğin somut ifadesi olan müzecilik alanında yetersiz olduğumuz alanlar vardır. İşletme yaklaşımının gereğine yukarıda işaret edilmiştir. Her biri köklü ve zengin tarihe sahip şehirlerimizin kent tarihi müzelerine sahip olmaları beklenir. Bursa ve Amasya gibi başarılı örnekler var ise de, büyük şehirlerimizin tamamına kent tarihi müzelerini kazandırmak gerekmektedir.

 

Ayrıca somut olmayan kültür mirasımızın müzelenmesi kapsamında da bir politika önceliği tanımlanmalıdır. Bu alan arkeoloji ve sanat müzeciliğine göre hem çok yenidir hem de genel geçer bir modeli bulunmamaktadır. Yaratıcılığa ve tasarıma açık yanları vardır. Somut olmayan kültür mirası bize ait olduğu kadar insanlığın belleğine katkımızdır. Kuşaktan kuşağa aktarılagelen ve modern dönemlerde yok olmaya yüz tutan geleneksel mirasımızı yaratıcı tekniklerle ve özgün biçimlerde sunabilmemiz gerekir. Özellikle şehirlerimizin geleneksel kültüre ve tarihi miras potansiyelini açığa çıkararak kültür ve turizm cazibelerini artırmaya yöneldikleri son 10 yılda yöresel el sanatları, mutfak ve yemek kültürü, halk müziği alanlarında toplumsal farkındalıklar ve yerel aktörlerin çalışmaları artmıştır. Bu çalışmaların somut olmayan mirasın diğer alanlarını kapsayarak her bir il için oluşturulan envanterler üzerinden tasarım, yenilikçi uygulamalar ve teknoloji kullanımı gibi en uygun anlatım ve sunum şekilleri geliştirilebilir, özgün ve nitelikli il müzeleri kurulabilir.

 

Müzecilikte diğer eksiğimiz ise müzik alanında sahip olduğumuz zenginliğe rağmen bir müzik müzemizin olmayışıdır. İstanbul’da millî bir müzik müzesi, kütüphanesi ve arşivinin kurulması önerilmektedir. Müzeciliğin, objelerin sergilenmesinden ibaret olmadığı, arkeolojik mirasın sergilenmesinin ötesinde kültür zenginliğimizin her birinin müzeleme yoluyla da anlatımının ve sunumunun yapılması mümkündür.

 

Müzeler ülkelerin kültürünün hizmetinde en itibarlı kurumlardır. Kültür kurumu olmasının yanında turizm için cazibe odağı, toplum için de bir eğitim kurumudur. Yukarıda da belirtildiği gibi eser ve objesi olsa da olmasa da her konuda yaratıcı ve özgün sunumların mümkün olduğu, yeni teknolojilerin imkânlarıyla müzelemenin imkânlarının alabildiğine genişlediği bilinmektedir. Bu konuda eksiklerimizi telafi edecek ve tecrübe kazanmamızı sağlayacak uzman kuruluş ve profesyonellerle teşriki mesai yapmakta büyük faydalar vardır. Sadece nitelik değil yaratıcılık da gerektiren yeni müzecilik yaklaşımıyla ülkemizin insanlığa sunacağı nice güzellik ve kültür camiamıza kazandıracağı daha pek çok değeri vardır.

 

TİYATRO VE SAHNE SANATLARI

 

Tiyatronun kültür hayatında önemli ve ayrıcalıklı bir yeri vardır. Kültürde sanatlı ifade ve anlatımların çoğalmasını teminen tiyatronun desteklenmesi artık tartışılmaz hale gelmiş bir ulusal politika önceliğidir. Türkiye’de mevcut 736 tiyatro salonunun 40’ı Devlet Tiyatrolarına, 696’sı özel tiyatrolara aittir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2018’de sinema seyirci sayısı azalırken; tiyatro seyirci sayısı 2017-2018 sezonunda, bir önceki döneme göre yüzde 11,9 artışla 7 milyon 841 bin 353 kişiye yükselmiştir. ülkemizde tiyatro seyircisi istikrarlı bir şekilde artmaktadır. Sahnelenen gösteri sayısı yüzde 6,6 artarak 33 bin 772’ye ulaşmıştır. Tiyatro salonlarında yerli/telif eser gösterileri bir önceki sezona göre yüzde 6,9, yabancı/.eviri eser gösteri sayısı yüzde 5,3 yükselmiştir.

 

Mali kaygılar nedeniyle popülerlik ile sanat arasına sıkışmış gibi görünen özel tiyatroların yaşadıkları zorluklar ve sorunlar kültürümüzün gelişip yükselmesi sorunu olarak ciddiye alınıp sahiplenilmelidir. Tiyatro sanatının gelişmesini hızlandırması için ulusal strateji yaklaşımı sergilenmelidir. İdari ve mali sorunlar içinde sanatın gereklerine odaklanamayan, yaratıcılık potansiyelini etkin değerlendiremeyen sivil/ özel bir tiyatro camiası söz konusudur. Kültür ve sanatımıza yapabileceği katkıları yeterince sunamayan tiyatrolarımızın sorunları uzun süredir özel veya kamu mecralarında gündemdedir. Sorunların çözüm ünde işaret edilen en önemli husus; idari, mali ve teknik sorunların mevcut yönetim modelinden kaynakladığı ve yapısal bir çözüm  için yasal düzenlemenin (temel kanun) yapılması gerektiğidir. Bu konunun en yüksek düzeyde Cumhurbaşkanlığı nezdinde sahiplenilmesi, tarafların koordinasyonu ve ortak aklı ortaya koyabilmesini teminen bir koordinatörlük ve çalışma grubu oluşturulması, “Türkiye Tiyatro Kanunu” çıkarılması ölmektedir.

 

Ayrıca “özel tiyatrolara devlet desteği” yönetmeliği günün ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden düzenlenmelidir. özel tiyatrolar bu desteğin büyük kısmını yine kamunun sahne ve diğer imkanlarından yaralanmak için harcamaktadırlar. Devlet bir eliyle verirken diğer eliyle almaktadır. özellikle amatör ve küçük ölçekli özel tiyatro gruplarının oldukça zorlandığı bu tabloda, ülke .apında kültür ve sanatın geliştirilmesi politika söylemiyle izah edilemez bir tezat ortaya çıkmaktadır. Kamuya ait sahne ve diğer imkanların özel kurum ve kuruluşlara tahsisi, ayrıca özel tiyatro ve gösteriler için ücretsiz yararlandırma, özel statülü sanat eğitimi kuruluşlarına vergi avantajları sağlanması, sponsorluğun sahne sanatlarını kapsayacak şekilde ele alınması ve güçlü teşvik araçlarının getirilmesi gerektiği düşünülmektedir. Ayrıca ödenekli tiyatroların özerkleşmesi, devletin amir değil hami rolü oynaması Türk tiyatrosunun gelişip zenginleşmesine önemli katkılar sağlayacaktır.

 

4.BÖLÜM

 

ÖNERİLER

 

Kamuoyu oluşturmada etkili olan aktörler söz ve faaliyetleriyle değer üretirler ve yayarlar veya değerleri aşındırırlar ve güvensizliğe yol a.arlar. Yöneticilerimiz ve kamusal görünürlüğe sahip herkes kültüre duyarlı olmak, söz ve davranışlarının kültür ve ahlak değerlerimiz üzerindeki etkilerinin sorumluluğunu üstlenmek zorundadır.

 

Herkesin kültüre hizmet veya kültüre duyarlılık adına hangi değerlerin üretilip yaygınlaşmasına yol açtığına dikkat etmesi ve “kültür değerlerimizin ve ahlaki ilkelerimizin” gözetilmesine ve yüceltilmesine yapacağı katkıya hassasiyet göstermesi gerekmektedir.

 

Devlet, hem modernleşmenin taşıyıcısı hem de kültürel modernleşmenin mekanı olarak bir dönem kültür hayatımızın merkezinde belirleyici bir rol oynamıştır. Katı bir laiklik modeli ve radikal batılılaşma politikalarıyla kültürel iktidarın temellerini de atmıştır. Bugün özel bir vurguyla kendilerini cumhuriyet kuşağı olarak adlandıran kesimler ile kültür camiamızın mevcut hiyerarşi ve iktidar deseni, sadece devletin kültür politikaları marifetiyle değil, batının kültürel hegemonyasının da teşviki ve yol vermesiyle oluşmuştur.

 

Batılı kültürel hegemonyanın belirleyici olduğu bir kültür dünyasında iktidar olmak/ muhalif olmak ne anlama gelir? Kültürel kaynaklarımıza ve değerlerimize dayanarak insanlığın yaşadığı sorunların çözüm ü için özgünlüğü ve derinliği olan katkılar sunmak kültür dünyasında muktedir olmayı gerektirir. Batılı ve küresel kültür hegemonyasına muhalefeti sürdürmek hatta bu muhalefeti özgün ve yüksek nitelikli kültürel muhteva üreterek kuvvetlendirmek gerektiği kanaatindeyiz.

 

Günümüzde hem batıda hem doğuda küreselleşmenin kültür üzerindeki olumsuz etkilerine karşı itirazlar yükselmektedir. Sürdürülebilir olmayan politikalar ve yol açtığı küresel sorunlar sistemin paradigmasına yönelik eleştirileri artırmış olsa da, çözüm için açık bir yol bulunmuş değildir. İnsana, tabiata ve hayata dair tasavvurumuzu yansıtan zengin bir kültüre sahibiz. Fikir, edebiyat, sinema ve sanat eserleriyle insan fıtratına ve haysiyetine uygun bir dünya düzeni tartışmalarına katılmalı ve özgün katkılarımızı sunabilmeliyiz. Bu katkının ortaya çıkması için kültür politikalarımızın yeniden yapılandırılması gerekmektedir.

 

Kültür politikası yaklaşımında “hep birlikte Türkiye’yiz!” diyerek işe başlamak en uygunudur. çok şükür ki, inançlarımızı ve zihniyetimizi paranteze almak zorunda kalmadan ülkemizin kültürel çeşitliliğini ve farklılıkları zenginliğimiz olarak kavramamızı sağlayan ortak bir mirasa sahibiz. Varlık alemindeki çeşitliliği “Allah’ın ayetleri” olarak görebiliyor, içeriden bir bakışla ve kültürümüzün kavramlarıyla hoşgörüyü, toleransı ve anlayışı inanç ilkelerimizle temellendirebiliyoruz. Bununla birlikte batılı-seküler dünyanın tecrübelerini paylaştığımız uzun bir modernleşme ve demokrasi geçmişine ve açık toplum düzenine sahibiz. Bunlar küresel veya uluslararası kültürel diyalog ve iletişime dahil olmamızı sağladığı gibi, sektörlerimizin ve kültür camiamızın dışa açılmasını teşvik etmekte ve insanlığa özgün katkılarımızı sunmamızın imkanlarını da ortaya çıkarmaktadır.

 

Kültürümüzün dışa açılmasından kastettiğimiz çerçeve, kendi kaynaklarına dayanarak içerik ve nitelik geliştiren profesyonel yaklaşımların kültür camiamıza kazandırılmasıdır. Şehirlerimizin tarihi ve kültürel dokusunu ortaya çıkaran proje ortaklıkları, kültür değerlerimize dayalı ürün ve içerik geliştirme çalışmalarını yürüten “kültür girişimleri” için gereken altyapının oluşturulmasının kamu politikamızın öncelikleri arasında yer alması ölmektedir. Türk dünyası, İslam ülkeleri, Balkanlar, gurbetçi yoğun ülkeler vb. havzalara yönelik programların da kültür politikası kapsamında etkin şekilde çalışacak bir modele kavuşturulmalıdır. Kamu- kültür camiası-özel sektör işbirliğiyle gerçekleştirilen uzun vadeli hedefleri olan stratejilerin uygulanmasıyla kültür diplomasisi alanında da önemli gelişmeler yaşanabilir.

 

Kültüre dayalı kalkınma modelinde bir yandan toplumun katılımı diğer yandan sektör dinamizmi kritik öneme sahiptir. Yerel aktörlerin kapasitelerini ve etkinliklerini geliştirmeleri için veya imkanlarını aşan projelerde işbirliği yapmaları için kamunun desteğine ihtiyaç duyarlar. Yetkililerin takdirine ve girişimcilerin ufkuna göre düzensiz bir şekilde gerçekleşen kültür faaliyetleri illerimizin potansiyelini açığa çıkarmaktan uzaktır. Her ilimizin kültür gelişme stratejisi olmalıdır. Restorasyonlardan kültür yatırımlarına, yöresel kültür faaliyetlerinden yurtdışı tanıtıma, sanat etkinliklerinden eğitim vs. faaliyetlerine kadar bir yıllık faaliyet programı ve orta vadeli programlar uygulanmalıdır. Bu programlar hedefleri, yol haritaları ve iş planlarını, gönüllüleri ve mali destek.ileri de ihtiva etmelidir

 

Ülkemizde 2003-2013 döneminde gerçekleştirilen reformlar demokrasi standartlarımızı yükseltirken kültür hayatımızda gelişmeleri teşvik eden bir iklim oluşturmuştur. AB’ne üyelik süreci de kültür alanında yurt dışına yönelik çalışmaları teşvik etmiştir. Bu kapsamda AB ülkeleri başta olmak üzere yurtdışında çok sayıda

kültürel faaliyet gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde kültür politikalarımızın gözden geçirildiği bir rapor hazırlanıp 2013 yılında AB Konseyinde sunumu yapılmıştır. Avrupa Konseyinin ulusal kültür politikası gözden geçirilmesi Avrupa programı kapsamında, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde bir çalışma grubu tarafından hazırlanan “Türkiye’de Kültür Politikası Ulusal Raporu” ülkemizin kültür politikasıyla ilgili olarak uluslararası camiaya sunduğu resmi belge niteliğini haizdir. Bu dönemin ülkemiz kültür hayatı açısından üzerinde durulup gerekli derslerin çıkarılması gereken tarafları vardır. Burada sergilediğimiz yaklaşım açısından önemli gördüklerimizi belirtmek yeterli olacaktır.

 

1. Milli birlik ve kardeşliği pekiştirmek, sosyal barışı sürdürmek ve terörle mücadele için kültürle ilgili açılımlar, kamuoyunun büyük kesiminde hüsnükabulle karşılanmıştır. Bu durum, kültürün sosyal barışımızın korunmasında ve diyalogun geliştirilmesinde toplumun ve sivil aktörlerin bu süreci içtenlikle desteklediğini göstermesi açısından çok önemlidir.

 

2. Kültür alanında yaşanan gelişmeler ne kadar çarpıcı ve parlak olsa da kültürel hassasiyetler ve kimlik konusunda istikrara kavuşmadığımız sürece temel mesele çözülmemiş olarak kalacaktır. Ülkemizin esenliği ve toplumsal barışın temini için Kürt ve Alevi kardeşlerimizin kültürel kimlik hassasiyetlerini gözeten adımlar atılmaya devam edilmeli, gelinen noktadan geriye gidilmemelidir.

 

3. Kültürün gerisinde, farkında olarak veya olmayarak beslendiği medeniyet değerleri, yani hayat ve kâinat görüşü, ahlak nizamı vardır. Onun için kültürel hassasiyet, kültürün beslendiği medeniyet değerleri ile irtibata, her aşamada dikkat etmeyi gerektirmektedir. Değilse, kültür içerisinde çatışmacı, yerli-millî enerjiyi bitiren kavgacı, toplumu yaralayan bir süreç gelişir. Ülkemizde terör örgütleri ve b.lücü unsurlara karşı uzun yıllardır askeri güçlerle ve silahla yürütülen mücadelenin yanında kültürün birleştirici gücünden yararlanmak bu alanda başarı elde edilmesi konusunda çok etkili bir yöntem olarak dikkate alınmalıdır.

 

4. Yeni perspektifler ve stratejik işbirliği modellerinin hayata geçirilmesiyle kültür sektörlerimizin küresel rekabete katılarak nitelik ve nicelik olarak gelişmesi ve kültürel kalkınmamıza katkısının artması sağlanabilir. Bağımsız sivil sektör aktörlerimizin yurt dışında kendi muadilleriyle gerçekleştirecekleri diyalog, birlikte çalışma ve iş birliği kanallarının etkin şekilde hayata geçmesi, bu etkinliğe erişebilmeleri ve ilişki ağlarını kurabilmeleri için desteklenmeleri kritik öneme sahiptir.

 

Kaynakların ve yetkinin mevcut dağılımı kültürel kalkınmamızın hızlandırılması ve politika hedeflerine ulaşılması açısından elverişli ve uygun değildir. Kamu kaynaklarının ve yetkinin kullanımında merkeziyetçilik, yerel ve bağımsız inisiyatifler için caydırıcı olmaktadır. Bu kapsamda yurtiçinde ihtiyaç duyduğumuz yerel kalkınma çabalarının başarısı için de yaklaşım değişikliği zorunludur. Bunun için yerel-sivil inisiyatiflerin etkin ve uygun stratejilerle harekete geçmelerini sağlamak gerekir. Ekonomik sektörlerin kültürel kalkınmaya katkılarının artırılması için de politikalarımızda yeni perspektiflere, işbirliği ve teşvik modellerine, verimliliği ve ihtisaslaşmayı gözeten stratejilere öncelik verilmesi, il kültür stratejilerine dayalı bir altyapının da oluşturulması gerekmektedir.

 

Sektörel gelişmenin sağlanması başka bir şey, kültürel kalkınmanın sağlanmasında sektör dinamizmini harekete geçirmek başka bir şeydir. Bu nedenle kültürde stratejik sektör yaklaşımına ihtiyaç vardır. örneğin, kültür meselelerimizde sıcak konular arasında pek yer bulamayan bir alanı ele alalım. çocuk oyunları ve oyuncaklar hiç şüphesiz kültürün aktarımında büyük önemi haizdir. Oyuncak sektörüne kültürel bir yaklaşım sergilenmelidir. Bu kapsamda halk kültürü çalışmaları ile oyun/oyuncak pazar araştırmaları verileri üzerinde ar-ge, tasarım ve ürün/içerik geliştirme çalışmaları yapılabilir. Nihai ürünlerin tanıtımı ve tutundurulması için yerli girişimlerimiz desteklenebilir, sektör stratejisi uygulanarak oyuncak sektöründe yurt içinde ve yurt dışında büyük bir pazar payı elde edilebilir.

 

Şahıs veya sivil toplum kuruluşu olarak kültür meselesine kimliğinizden bakabilir ve problemlerinizi bu zaviyeden tarif edebilirsiniz. Bireylerin, aydınların ve sivil toplum kuruluşlarının kimlik ve değer temelinde kültür hassasiyeti ve iddiaları taşımaları gayet tabiidir. Kültür dünyamızın dinamizmini ve zenginliğini açığa çıkaran bu husus kültürel kalkınmayı sağlaması açısından da çok önemlidir.

 

Kimlik ve ahlak değerlerinin merkezde olduğu bir kültür yaklaşımına sahip olsanız bile, herkesin kendi yaşam alanında kültürünü dönüştüren bu güçleri tanıması ve bir tutum geliştirmesi zorunluluğu vardır.

 

Kültür ve endüstri kelimelerini yan yana kullanmak bazı kesimlere nahoş gelebilir, aralarındaki ilişkiyi vurgulamak için kültür ekonomisi ve kalkınma ifadelerine başvurmak yersiz bulunabilir. Ancak ülke politikasında sorumlu, yetkili ve ilgili aktörlerin yaşadığımız dünyanın olgularını gözardı etme imkanı kalmamıştır. Akıllı cihaz uygulamalarının, dijital platformların ve film sektörünün hem kültürler üzerindeki etkileri hem de ulaştıkları ekonomik büyüklük, kültür endüstrisi olgusunu çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermektedir.

 

Kamu politikalarının önemi burada ortaya çıkmaktadır. Politika ve kamu yönetiminde sorumluluk ve yetki sahibi olanlar kültür dünyamızın tümünü kucaklamak ve ülkenin kültürel kalkınmasını gözetmek durumundadır. Nitekim AB ülkeleri, Çin, Güney Kore kültür politikalarını sektör dinamizmine dayalı olarak yapılandırmışlar, yerel ve ülke ekonomilerinde kültüre dayalı kalkınma modellerini etkin şekilde uygulamaktadırlar. Kültür dünyasının dinamikleriyle uyumlu ve etkin stratejiler geliştirmenin önemini son yıllarda yaşanan gelişmeler dolayısıyla daha net bir şekilde görüyoruz. Devlet ve kamu politikaları kültürel kalkınmaya, kültür endüstrilerimizin küresel rekabete katılmasına, kültür camiamızın aktörlerinin dışa açılmalarına, bölgesel ve uluslararası etkinliklerini destelemeye ve geliştirmeye öncelik vermelidir. Teoriden olgular dünyasına, muhtevadan yönteme, yüksek hedeflerden ve stratejilere, efkardan vakıalar dünyasına doğru perspektifimizi genişletmemiz gerekmektedir. Kamu, özel sektör ve sivil toplumun işbirliğiyle kültür camiamızın dışa yönelik açılımlar gerçekleştirmesi, küresel rekabete katılmaları, işbirliği modelleri geliştirerek ülke, havza ve sektör bazında belirlenen programları ihtiva eden bir kültür politikası modeli oluşturmalıyız.

 

1. MÜSTAKİL BİR KÜLTÜR BAKANLIĞI

 

Kültür ve Turizm Bakanlığının kültür değerlerimizin korunması ve yaşatılması gibi önemli bir misyonu taşıması beklenmektedir. Bu misyon kamu kaynaklarının ve kamu yetkisinin özel bir surette etkin bir şekilde kullanılmasını gerektirmektedir. Bu yüzden zaman geçirmeden ihtisaslaşma ve idari yetkinlik düzeyine ulaşması için kurumsal .z değerlendirmesini yapmalıdır. Kültürel kalkınma çok boyutludur. Ancak her halükarda gözetilmesi gereken kritik husus kültür camiamızın ve sektör kapasitemizin gelişmesi ve yetkinliklerinin artmasıdır. Kültür ve Turizm Bakanlığının yeniden yapılandırılmasında bu husus mutlaka göz önünde tutulmalıdır.

 

Kültür ve turizmin farklı dinamiklere ve önceliklere bağlı olmaları, her iki alanın da yoğunlaşma ve ihtisaslaşmalar gerektirdiği, kültürle ilgili kurumların ve faaliyetlerin etkin koordinasyona ihtiyaç arz etmesi, turizmde başarıyla sergilenen kamu-özel işbirliği ve yönetişim modelinin kültür alanında gerçekleştirilmesini temin gerekçeleriyle Kültür Bakanlığı’nın müstakil bir bakanlık olarak yeniden yapılandırılması önerilmektedir. Kültür Bakanlığı’nın stratejiler geliştiren, hizmet standartları belirleyen, yerel kalkınmanın kültürel boyutunu güçlü bir şekilde destekleyen, kültür sektörlerinin gelişmesi ve küresel rekabet ve işbirliği ağlarına etkin katılımı için uygun stratejiler ve vizyoner yaklaşımlar geliştiren, yurtiçi ve yurtdışında kültür politikası alanındaki gelişmeleri izleyen ve değerlendiren, bilgiye ve uzmanlığa dayalı etkin bir merkez teşkilatı olmalıdır. Yurt içinde ve yurtdışında kültür araştırmaları gerçekleştirecek, sektörel gelişmeleri izleyip değerlendirecek, milli kültür sektörlerimizin gelişmesi ve desteklenmesi politikalarını yürütecek yeni hizmet birimlerinin kurulması gerekmektedir. Bu kapsamda Telif Hakları Genel Müdürlüğünün “Kültür Endüstrileri Genel Müdürlüğü”ne, Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğünün “Kültür Araştırmaları ve İstatistikleri Genel Müdürlüğü” ne dönüştürülmesi ölmektedir.

 

Kültürle ilgili kamu kurumlarının mevcut hizmet envanterinin gözden geçirilerek, görev yetki ve sorumluluklarının somutlaştırılması, fonksiyon ve ihtisaslaşmanın öne çıkarılması, Kültür Bakanlığı merkez teşkilatının politika, program ve strateji geliştirmede ihtisaslaşmaya önem vermesi, kütüphane, etnografik müze, sanat galerisi gibi birimlerin ve hizmet sunumuyla ilgili faaliyetlerin illere veya belediyelere devredilmesi ölmektedir.

 

2. MİLLİ KÜLTÜR HAMLESİ

 

Katma değeri ve ihracat potansiyeli yüksek nitelikli ürünlerin üretilmesi amacıyla Milli Teknoloji Hamlesi kapsamında uygulanan Teşvik Sisteminin benzerinin Milli Kültür Hamlesi kapsamında da uygulanması,

 

Öncelikle mevcut destek mekanizmalarının etki analizi yapılarak büyük ölçekli kültürel yatırım ve girişimlere imkan veren bir Kültür Endüstrisi Fonu kurulması ve bu fona bağlı kapsayıcı, objektif ve kolay erişilebilir teşvik mekanizmasının oluşturulması, tarihi ve kültürel değerlerimizle ilgili nitelikli kültürel üretimlerin fon kaynaklarıyla desteklenmesi,

 

Teşvik Sisteminin Türkiye Otomobil Girişim Grubu TOGG ve Bilişim Vadisinde olduğu gibi Yatırımcıların birleşerek büyük ölçekli yatırım yapmasına imkan veren esneklikte olması,

 

Teknoparklar ve Bilişim Vadisi’ndeki kümelenmelere kültür endüstrisini oluşturan sektörlerin dahil edilmesi veya bağımsız kreatif parkların oluşturulması, dijital kültür içerik üretimin artırılması, Twitter, Youtube, Facebook benzeri yerli dijital uygulama, sosyal ağ ve platformların üretimlerinin ve medeniyet havzamızda kullanımlarının yaygınlaşmasının teşvik edilmesi,

 

Yerel ve bölgesel kalkınmayı hızlandırmak ve katılımı artırmak için Milli Kültür hamlesi kapsamında yapılacak yatırım ve girişimlere İl Sanayi ve Ticaret Odaları, ilgili meslek oda ve kuruluşları ile Kalkınma Ajanslarının dahil edilmesi,

 

Orta Asya, Balkanlar ve Afrika ülkelerine yönelik Sinema ve Görsel-İşitsel ortak yapımların teşvik edilmesi amacıyla ajans kurulması ölmektedir.

 

3. KÜLTÜR ENDÜSTRİSİNİN GELİŞTİRİLMESİ

 

Ülkemizde son yıllarda kültür-sanat alanında çok sayıda hedefin yer aldığı üst politika belgeleri hazırlanmaktadır. Yer verilen konular ve belirlenen amaçlar bakımından Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi programının oldukça kapsamlı olduğu görülmektedir.

 

Kalkınma Planında da yer alan politikalar ile tedbirler ve mevcut kurumsal yapılar birlikte değerlendirildiğinde politikaların ve ilgili tedbirlerin etkin biçimde gerçekleştirilmesi hususunda yeterli düzeyde koordinasyon sağlanmasında eksikliklerin ve güçlüklerin olacağı, kaynakların verimli kullanılamayacağı açıkça görülecektir. Bugüne kadar yaşadığımız tecrübe bize şunu göstermiştir ki; AK Parti Hükümetlerinin iktidara geldiği 2002 yılından itibaren tüm alanlarda olduğu gibi kültür alanında da hedefler yüksek tutulmuş, Bakanlık yapılanması olarak da öncelikle turizm alanıyla bir sinerji oluşturması amaçlanarak bu kapsamda çok önemli adımlar atılmıştır. Ancak Kültür alanında pek çok atılım yapılmış, icraat gerçekleştirilmiş olmasına rağmen bu alanın karmaşık, dinamik, çok boyutlu ve çok paydaşlı olması nedeniyle birikmiş sorunları çözmek hususunda amaçlanan etkinliğe ulaşılamamıştır.

 

Milli kültürümüzün özgün yapısını koruyarak Kültür alanıyla doğrudan veya dolaylı ilgili/ilişkili Kurumlar arasında etkin bir işbirliği ve koordinasyonu sağlayacak, nitelikli ürünlerin üretilmesi ile etkin projelerin gerçekleştirilmesini teşvik edecek, Kültürel Mirasımızın ve Kadim Değerlerimizin gelecek kuşaklara layıkıyla aktarılmasını, ülkemizin tanınırlığının, bilinirliğinin arttırılmasını kolaylaştıracak bir mekanizma/yapı oluşturulması gerekmektedir.

 

• Yukarıdaki açıklama ve tespitler doğrultusunda Cumhurbaşkanımızın Himayelerinde Milli Kültür Hamlesi başlatılması önerilmektedir.

 

• Kültür alanıyla ilgili kurum ve kuruluşlardan gelecek bilgi ve verileri değerlendirebilecek, çalışmaları takip ve koordine edebilecek tecrübe ve vizyona sahip alanında temayüz etmiş uzmanlardan oluşacak Milli Kültür Hamlesi Koordinatörlüğü kurulması, kalkınma planında yer alan kültür politikalarının etkin ve hızlı gerçekleştirilmesini sağlayabilir.

 

• Kültür alanındaki sorunların giderilmesini, bu alanda faaliyet gösteren bütün aktörlerin görüş ve önerilerini aktarabilmesini teminen TBMM’de münhasıran Kültür Komisyonu kurulması mevcut tabloya hızla müdahil olunmasını sağlayabilir.

 

• Katma değeri ve ihracat potansiyeli yüksek nitelikli ürünlerin üretilmesi amacıyla Milli Teknoloji Hamlesi kapsamında uygulanan teşvik sisteminin benzerinin Milli Kültür Hamlesi kapsamında da uygulanması kültür endüstrisi çerçevesinde yapılacak yatırımlarının arttırılmasını sağlayabilir. Bu bağlamda öncelikle mevcut destek mekanizmalarının etki analizi yapılarak büyük ölçekli yatırımlara imkan veren bir Kültür Endüstrisi Fonu kurulması ve bu fona bağlı kapsayıcı, objektif ve kolay erişilebilir Teşvik Mekanizması oluşturulması hedeflere hızlıca ulaşılmasını kolaylaştırabilir.

 

• Teşvik sisteminin Türkiye Otomobil Girişim Grubu TOGG ve Bilişim Vadisinde olduğu gibi yatırımcıların birleşerek yatırım yapmasına imkan veren esneklikte olması kültür alanındaki yatırımlarda etkin sonuçların alınmasını sağlayabilir. Bu bağlamda 5225 sayılı Kültür Yatırımları ve Girişimlerini Teşvik Kanunu kültür alanında kamu ve özel sektör arasında işbirliği için önemli fırsatlar sunmasına rağmen kanunun işleyişi etkin değildir. Kanunun uygulanması hususundaki iş ve işlemlerdeki eksikliklerin giderilmesi halinde bahsi geçen Kanunun kültür-sanat alanındaki yatırım ve girişimleri arttırması mümkündür.

 

• Milli Kültür Hamlesi kapsamında yapılacak yatırımlarda bürokratik işlemlerin minimum düzeyde olması, yatırım ortamının iyileştirilmesi yatırımcıların güveninin artmasını sağlayacağından bu alanda ulaştırma ve altyapı yatırımlarına benzer büyük ölçekli yatırımların yapılmasını mümkün kılabilir.

 

Sahip olduğumuz kültürel mirasla küresel düzeyde başarılı sonuçlar elde edilmesi kültür ekonomisi alanında öngörülebilir, uygulanabilir bir hukuki altyapıya ve verilen desteğin kriterleri ve sonuçlarının şeffaf ve erişilebilir olmasına bağlıdır. Bu çerçevede özgün kültürel ürünlerin ticarileştirme sürecinde markalaşma, pazarlama ve finansman ile fikri mülkiyet hakları, sertifikasyon v.b konularda üreticilerin/girişimcilerin ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca sıklıkla bilgilendirilmesi sürecin sağlıklı yürütülmesini kolaylaştırabilir.

 

• Yazılım, dizi, sinema filmi gibi katma değeri yüksek, nitelikli ürünlerin üretimlerinin teşvik edilmesi, bu ürünlerin üretim ve ihracatında kolaylıklar getirilmesi kültür ekonomisinin canlandırılmasında ciddi katkılar sağlayacaktır.

 

Kültür değerlerimizin dijital dünyada nitelik ve içerik zenginliğiyle yer alması bir politika önceliği olarak belirlenmelidir. Donanım, program ve tasarım uzmanlarıyla içerik üreticilerini buluşturan ve proje bazında birlikte çalışmalarını sağlayan platformlar oluşturulmalıdır. Teknoparklar ve Bilişim Vadisindeki kümelenmelere kültür endüstrisini oluşturan sektörlerin dahil edilmesi önerilmektedir. Bu model dijital içerik üretiminde uzmanlaşmayı ve sektörel gelişmeyi temin edecek, sağlanan kolaylıklar nedeniyle maliyetlerin düşük katma değerin yüksek olmasını sağlayacak imalat sanayiinde yerli üretimde teknoloji hamlesindekine benzer bir başarıyı getirebilecektir. Bu kapsamda halk kültürümüzün ve somut olmayan mirasımızın tanıtılmasına yönelik zengin içerikli uygulamalar yapılmasında fayda mülahaza edilmektedir. Bu içeriklerin, yaygın olan yabancı dillerde izlenilmesine imkan verecek biçimde üretilmesi kültürümüzün tanıtılması bakımından önemli görülmektedir.

 

• Milli Kültür hamlesi kapsamında yapılacak yatırım ve girişimlere Ticaret Odaları ve Kalkınma Ajanslarının dahil olması yerel ve bölgesel Kalkınmayı teşvik edebilir. Yerel ürünlerin ticarileştirilmesi ve markalaşması sürecini hızlandırabilir.

 

4. SEKTÖREL KÜLTÜR STRATEJİLERİNİN BELİRLENMESİ

 

Kültür sektörlerinin her biri için gelişme aksları ve yol haritalarını gösteren sektör stratejilerinin hazırlanması,


Bu stratejilerin hazırlanmasına giden yol bazı .n hazırlıkları ve altyapı çalışmalarını gerektirmektedir. Kültür sektörlerimize yönelik işletme, işgücü, sponsorluk ve ekonomik boyutunu ortaya çıkaran araştırmalar yapılmalı, kültür sektörlerinin dünyada ve ülkemizdeki durumu ortaya konmalı, alt sektör raporları hazırlanmalı, odak grup çalışmalarıyla mevcut durum değerlendirmeleri yapılarak gelişme yol haritaları hazırlanmalıdır. İlgili kurumların ve sektör/alan temsilcileri ve uzmanların katılımlarıyla teşkil edilen özel ihtisas komisyonu tarafından sektör strateji belgeleri hazırlanmalıdır.

 

5. İL KÜLTÜR STRATEJİLERİNİN HAZIRLANMASI

 

Kültürel kalkınma politikası kapsamında yerel dinamiklerin harekete geçirebilmesi amacıyla İl Kültür Strateji Belgesi hazırlanması,

 

Bu kapsamda her ilimizin kendine has kültür mirası ve potansiyeli dikkate alınarak il kültür stratejisi olmalıdır. Şehirlerinin tarihi mirasını ve kültürel kimliğini ortaya çıkaran, sosyal hayata ve ekonomiye değer katan projelere yerel aktörlerin katılımının sağlanması beklenildiği kadar kolay olmamaktadır. önceliklerin belirlenmesinden itibaren başlayan anlaşmazlıklar katılım ve işbirliği zemini zayıflatmakta, sorumluluk devlete kalmaktadır. Bu nedenle illerimizin kültür stratejilerinin cumhurbaşkanlığı strateji ve bütçe başkanlığı, Kültür Bakanlığı, il yerel yönetim kuruluşları, odalar, kültürle ilgili sivil toplum kuruluşları ve kanaat önderlerinin katılımlarıyla hazırlanması en uygun yoldur.

 

6. KAMU ÖZEL SEKTÖR İŞ BİRLİĞİ

 

Kamu-özel sektör ve sivil toplum aktörlerinin etkin işbirliğini sağlayarak stratejik amaçlara ve somut hedeflere yönelten, kültürle ilgili temaları ve sektörlere göre teşkilatlandıran, yönetişime dayalı stratejik model yaklaşımını ortaya koymamız gerekmektedir. Bunun için ulusal kültür strateji belgesi ve orta vadeli (ü. veya beş yıllık) eylem planı hazırlanmalıdır. Yukarıdaki açıklama ve tespitler doğrultusunda Cumhurbaşkanımızın Himayelerinde Milli Kültür Hamlesi başlatılması,

 

Kalkınma planında yer alan kültür politikalarının etkin ve hızlı gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla Kültür alanıyla ilgili kurum ve kuruluşlardan gelecek bilgi ve verileri değerlendirebilecek, çalışmaları takip ve koordine edebilecek tecrübe ve vizyona sahip alanında temayüz etmiş uzmanlardan oluşan Milli Kültür Hamlesi Koordinatörlüğü kurulması ölmektedir.

 

7. KÜLTÜREL KAYNAKLARIMIZA DAYALI KALKINMA VE KÜLTÜR SEKTÖRLERİNİN GELİŞMESİ

 

Kültür-sanat camiamızın dışa açılması yönünde stratejilerin hayata geçmesiyle, yeni perspektiflerin oluşması ve gelişme eksenlerinin ortaya çıkması sağlanabilir. Bu kapsamda, kamu yönetiminden meslek örgütlerine, sivil toplum kuruluşlarından özel sektöre kadar kültür camiamızın aktörlerinin kapasite ve imkanlarını bir araya getirip etkin stratejiler ve programlar hayata geçirebiliriz. Kamu kurumlarımız eliyle uzun süredir gerçekleştirilen yurt dışı tanıtım faaliyetleri turizm ve seyahat perspektifine göre şekillendirilmiş olup, turizm ülkesi olarak tanınmamızı ve dünya turizminde payımızın sürekli artmasına önemli katkılar sağlamıştır. ülkemiz tatil amaçlı kitle turizminde dünyada hatırı sayılır bir yere sahiptir. Ancak bu tanıtım stratejisi turizm medyasına ve seyahat sektörünün mecralarına ağırlık vermektedir. Ayrıca kültür değerlerimizin turizm amaçlı tanıtımında tarihi ve arkeolojik mirasımızın öne çıkarılmasından kaynaklanan perspektif bağımlılığı söz konusudur. Turizm tanıtımı stratejilerimiz son yıllarda kültür turizmini ve yöresel kültürümüzü kapsayacak şekilde genişlemiş olsa da, kitle turizminin ve tatil seyahatlerinin ağırlığı karşısında istenen gelişmeler ortaya çıkmamaktadır. Yıllardır dile getirilen sürdürülebilir turizm modeline geçilmesi, doğa ve kültür mirasımızın değerlendirilmesinde koruma-kullanma dengesinin gözetilmesi, kültür turizmimin ve şehir turizminin geliştirilmesi gibi tedbirler hep ötelenmekte, kısa vadeci yaklaşımlar ve popülist eğilimler gerekli tedbirlerin uygulanmasına engel olmaktadır. Turizmin kültürel kalkınmaya katkısını artırmak için öncelikle kültür camiamızın niteliğini ve verimliliğini artırması, özgün ürünler ve içerikler üretmesi gerekmektedir. Dolayısıyla kültürel kaynaklarımıza dayalı kalkınmada izlememiz gereken yol, Türk turizm sektörünün gelişme modelinden farklı olmalıdır. Kültürün kaderi onu taşıyan öznelerin tutumuna bağlıdır. Kültürün gelişmesi ve hayatın akışı içinde alacağı hal, öncelikle kendini ona nispet eden toplumun bilin. ve sahiplenme düzeyiyle alakalıdır. Dolayısıyla kültürümüzün dışa açılarak gelişmesinde ve küresel ölçekte kültürel kimliğimizle saygın bir konuma ulaşabilmemizde kültürel çeşitliliğimizi oluşturan her bir değere ihtiyacımız vardır.

 

8. KÜLTÜR VARLIKLARININ KORUNMASI

 

a. Kültür varlığı restorasyonları mevzuatının tüm kurumları ve uygulamaları kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmesi ve özellikle ihale işlerinde uygulanan mevzuatın acilen tektipleştirilmesi ölmektedir.

 

b. Müzecilikte önemli bir eksiğimiz, müzik alanında sahip olduğumuz zenginliğe rağmen bir müzik müzemizin olmayışıdır. İstanbul’da milli bir müzik müzesi, kütüphanesi ve arşivinin kurulması ölmektedir.

 

c. Büyük şehirlerimizin tamamına kent tarihi müzelerini kazandırmak gerekmektedir. Somut olmayan kültür mirası bize ait olduğu kadar insanlığın belleğine katkımızdır. Kuşaktan kuşağa aktarılagelen ve modern dönemlerde yok olmaya yüz tutan geleneksel mirasımızı yaratıcı tekniklerle ve özgün biçimlerde sunabilmemiz gerekir.

 

d. Özellikle şehirlerimizin geleneksel kültüre ve tarihi miras potansiyelini açığa çıkararak kültür ve turizm cazibelerini artırmaya yöneldikleri son 10 yılda yöresel el sanatları, mutfak ve yemek kültürü, halk müziği alanlarında toplumsal farkındalıklar ve yerel aktörlerin çalışmaları artmıştır. Bu çalışmaların somut olmayan mirasın diğer alanlarını kapsayarak her bir il için oluşturulan envanterler üzerinden tasarım, yenilikçi uygulamalar ve teknoloji kullanımı gibi en uygun anlatım ve sunum şekilleri geliştirilebilir, özgün ve nitelikli il müzeleri kurulabilir.

 

9. TÜRKÇEMIZIN DOĞRU KULLANIMI

 

Türkçenin yazılı ve görsel medya başta olmak üzere her mecrada ve dijital platformlarda doğru kullanımını ve yaygınlaşmasını teşvik edecek uygulamalar geliştirilmesi, konuya ilişkin farkındalık yaratmak amacıyla milli kampanyalar düzenlenmesi,

 

Okul öncesinden itibaren her yaş grubu çocuklara ve Gençlere yönelik edebiyatımızı seçkin örneklerinden oluşan ve yeni medya ortamlarında izlenilmeye müsait kültürel içerikler hazırlanmalı,

 

Destanlar, masallar, halk hikayeleri gibi sözlü kültür mirasımızla ilgili kültürel içerikler uzmanlarca onaylanan muhtevayla çizgi film, animasyon ve kısa çocuk belgeseli v.b formatta üretilip yayınlanmalı,

 

10. SİNEMA SEKTÖRÜ VE GÖRSEL-İŞİTSEL ALANLAR

 

Bilgisayar oyunları ve dizi filmlerin ihracatındaki gelişmeler nite0ikli insan kaynağına ve uluslararası proje tecrübesine sahip olduğumuzu, rekabet gücümüzün de yükselmekte olduğunu göstermektedir. Kadim Değerlerimizi önceleyen yaklaşımla Kültür Endüstrisinin geliştirilmesi “kültürümüzü yeniden yorumlayan”, kültürel değeri yüksek ürünler üretilmesi kültürümüze yüksek düzeyde katkılar sunan yapımlarla başarı hikâyelerinin çoğaltılmasını sağlayacaktır.

 

Bu kapsamda;

1. Teknoparklardaki ve Bilişim vadisindeki mevcut bilişim altyapısından yararlanarak kaynakların verimli kullanılmasının sağlanması görsel-işitsel içerik üretimi artırılmasını kolaylaştırılması,

 

2. Sinema sektörünün uluslararası rekabette öne çıkması, kamu kurumları ve özel sektörün koordinasyonunun sağlanması,

 

3. Sektörde tekelleşmenin engellenmesine yönelik hukuki düzenlemeler yapılması,

 

4. Markalaşmanın teşvik edilmesi,

 

5. Ulusal Sinema Müzesi ve Arşivi kurulması,

 

6. Film platolarının kurulması,

 

7. ülkemizi önemli bir film çekim merkezi haline getirecek yatırım ve girişimlere öncelik verilmesi,

 

8. Görsel-işitsel içerik alanında istatistiki altyapının güçlendirilmesi gibi hususlar sektörel gelişme için önemli görülmektedir.

 

Ayrıca Kültürel ilişkilerimizin iyi olduğu Orta Asya, Balkanlar ve Afrika’daki ortak hafızaya ve ortak kültürel mirasa sahip ülkelerin profesyonellerinin de dâhil olduğu Sinema ve Görsel-İşitsel alandaki ortak yapımların teşvik edilmesi amacıyla Ajans veya Enstitü kurulması dost ve kardeş ülkelerle kültürel ve ekonomik ilişkilerimizin güçlendirilmesini sağlayacaktır.

 

Bu enstitü/ajans;

a) Uluslararası rekabette öne çıkan Türk dizi sektörünün, içerik açısından kültürel değerlerimizle örtüşmesinin sağlanması suretiyle kültürümüzün ve ülkemizin tanıtılması ve sevdirilmesi,

 

b) Üye ülkelerin üniversitelerinin ilgili bölümleri, sinemacıları ve medya temsilcilerinin dahil olduğu bir platform oluşturulması suretiyle üye ülkelerin katılımıyla film festivali, öğrenci değişim programı, forum, yayın, fuar benzeri faaliyetlerin yapılması,

 

c) Üye ülkelerin ortak kültürünü koruma ve geliştirmeye yönelik yapımlara öncelik verilmesi,

 

d) Ortak yapımlarla medeniyet coğrafyamızdaki olumlu imajımızın pekişmesi gibi dost ve kardeş ülkelerle bağımızı güçlendirecek faaliyetler yapılması gibi sektörel gelişme için zaruri görevleri yürütebilir.

 

11. TİYATRO SANATININ GELİŞTİRİLMESİ

 

Tiyatro sanatının gelişmesinin hızlandırılması için ulusal strateji yaklaşımı sergilenmelidir. Sorunların çözüm ünde işaret edilen en önemli husus; idari, mali ve teknik sorunların mevcut yönetim modelinden kaynakladığı ve yapısal bir çözüm  için yasal düzenlemenin (temel kanun) yapılması gerektiğidir. Bu konunun en yüksek düzeyde Cumhurbaşkanlığı nezdinde sahiplenilmesi, tarafların koordinasyonu ve ortak aklı ortaya koyabilmesini teminen bir koordinatörlük ve çalışma grubu oluşturulması, “Türkiye Tiyatro Kanunu” çıkarılması ölmektedir. Ayrıca “özel tiyatrolara devlet desteği” yönetmeliği günün ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden düzenlenmelidir. Kamuya ait sahnelerin özel tiyatrolara tahsisi, ayrıca özel tiyatro ve gösteriler için ücretsiz yararlandırılma, özel statülü sanat eğitimi kuruluşlarına vergi avantajları sağlanması, sponsorluğun sahne sanatlarını kapsayacak şekilde ele alınması ve güçlü teşvik araçlarının getirilmesi gerektiği düşünülmektedir.

 

12. AILE KURUMUNUN GÜÇLENDIRILMESI

 

Aile toplumsal hayatımızın merkezinde yer almaktadır. Dolayısıyla kültür dünyamızın aile değerlerine dayanan ve bu değerlerden beslenen bir karakteri vardır. Aile hayatı ve aileye bağlılık kültürel boyutuyla ele alınmalı, ailenin kişiye kazandırdığı değerlerin öne çıkarıldığı yapımlar, kamuoyu kampanyaları, projeler ve girişimler desteklenmelidir.

 

13. ÇOCUK OYUNLARI VE OYUNCAKLARI

 

Öncelikle oyuncak sektöründe kültürel değerlerimizi öne çıkaran ar-ge ve tasarım çalışmalarıyla birlikte yerli girişimlerin ve bu alanda sektörel gelişmenin destelenmesi gerekmektedir. Ayrıca ilk öğretimde ve okul öncesi kurumlarında oyun içerikleri, mekan ve materyallerin pedagojik ve kültürel aktarım gereklerine göre düzenlenmesi, kültürel ve tarihi değerlerimizi yansıtan içerik ve materyallerin geliştirilmesi ve yerli oyuncak sektörünün teşvik edilmesinin yanı sıra araştırma geliştirme ve yayın faaliyetleri, belgesel filmler, animasyonlar vb. yapımların üretimi ile tasarım ve ürün geliştirme çalışmalarının desteklenmesi, sergi ve festivaller düzenlenmesi ve müzeler açılması ölmektedir.

 

14. KÜLTÜR-EĞİTİM İLİŞKİSİNİN YENİDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

 

Eleştirel düşünme bir anlama yöntemidir. Gençlerimizin zihni, ahlaki ve estetik gelişmesini destekleyen ve kişilik kazanmasını sağlayan yapıcı, inşa edici eleştiri kültürünü kazanmalarını ihmal etmek, istenmeyen pek çok probleme yol açmak  demektir. Maalesef PİSA raporlarına yansıyan ortak bir sorunumuza işaret etmek ve kültür sorunu olarak üzerinde durmak zorundayız. Kendi dilinde okuduğunu anlama puanı bakımından Gençlerimiz diğer ülkelerdeki yaşıtlarıyla karşılaştırılınca hiç de iç açıcı olmayan bir durumdadır. Mevcut tablo kültür dünyamızın bugünkü durumu ve geleceği için bu konuyu ciddiyetle ele almamızı gerektirmektedir. Dilimizin hem geçmişte hem de günümüzde güzel kullanımına örnek olan eserleri Gençlerimize birden çok mecra kullanarak ulaştırmalıyız. Gençlerimizin müzakere becerisini geliştirmek sorulara doğru cevaplar vermeleri kadar önemlidir. Öğretim müfredatları Gençlerimize soru sormayı ve görüş oluşturup açıklamayı örnekleriyle tecrübe etme fırsatı sunan söyleşileri de içerecek biçimde güncellenmelidir.

 

Eğitim-öğretim kurumlarımızda öğrencilere sosyal davranış ve yaşam becerisi kazandırmaya yönelik konular müfredata dahil edilmeli, toplum yararına yürütülecek çalışmalar, işbirliği ve dayanışmayı gerektiren sanat ve spor etkinlikleri düzenlenmelidir. Sınıf ve okul içerisinde sergilenen olumlu davranışlar ödüllendirilmeli, teşvik edilmeli ve yıllık başarının belirli bir yüzdesini oluşturacak şekilde dikkate alınmalıdır.

 

15. GELENEKSEL KÜLTÜRÜN DESTEKLENMESİ VE ULUSLARARASI ETKİNLİKLER

 

1. Geleneksel kültürümüze ait somut ve somut olmayan tüm kültür varlıklarımızla ilgili uluslararası festival, sergi, ortak yapımlar/girişimler gerçekleştirilmeli, reklam ve dizi filmlerde kültür değerlerimize yer verilmesi desteklenmelidir. ülkemiz adına UNESCO kültür mirası listelerinde ilan edilen kültür değerlerimiz için koruma, yaşatma ve tanıtma gibi çok yönlü taahhütlerimiz söz konusudur. Bu taahhütlerimizi etkin bir koruma yaşatma programı ile gerçekleştirmemiz gerekmektedir. Bu yönde tedbirlerin ve bakanlık faaliyetlerinin yetersiz kaldığı görülmektedir. Bakanlığın mali destek politikaları ve sponsorluk uygulamaları bu değerlerimizle ilgili projelere öncelik verecek şekilde düzenlenmelidir. Kültür yatırım ve girişimlerinde sponsorluğu güçlü bir şekilde teşvik edecek mali ve idari kolaylıklar getirilmeli, uygulamada öncelikli ulusal projeler belirlenmeli, Cumhurbaşkanlığının himayelerine aldığı projelerde ve Bakanlığın belirlediği projelerde teşviklerin artabildiği bir model uygulanmalıdır.

 

2. Edebiyat, tarih, film yapımı, reklam ve iletişim, tasarım ve yazılım alanında uzman kişilerden oluşan proje gruplarının kültür ve sanatımızı tanıtan spesifik içerik geliştirmeleri ve bu projelerin yaygın dillerin yanı sıra Arapça, Rusça, Farsça, Çince, Japonca, Boşnakça vs. dillerinde de dublaj veya seslendirmelerinin yapılması,

 

3. Öncelikle dost ve akraba topluluklarda olmak üzere kültür coğrafyamızdaki ülkelerin yazarları arasında işbirliğini güçlendirmeye yönelik (festivalleri, ortak yayınlar, tv programları, söyleşiler, paneller) gibi edebiyat faaliyetleri gerçekleştirilmeli,

 

4. Türk Edebiyatına uluslararası ilgiyi arttırmak amacıyla dijital ortamda Türkçe ve yabancı dil birlikte sesli-görüntülü içerikler hazırlanmalı, TRT (televizyon ve radyo) arşivlerinde yazar ve sanatçılarımızın konuşmaları ve icraları tanıtıcı bilgiler ve altyazı eklenerek düzenlenen dijital içerikler yayınlanmalı,

 

5. Medeniyet havzamızdaki dost ve kardeş ülkelerle Bölgesel İşbirliğini geliştirmek için film festivalleri, aydınlar-sanatçılar-yazarlar buluşması, edebiyat faaliyetleri gibi kültürel etkinliklerin bölgelerin farklı özellikte olması gerçeğinden hareketle Türkiye-Orta Asya ülkeleri, Türkiye-Balkan ülkeleri, Türkiye-Afrika ülkeleri etkinlikleri olarak düzenlenmesi ölmektedir.

 

Bu rapor, Anadolu Eğitim ve Bilim Vakfı tarafından kurulan komisyon tarafından 2020 yılında hazırlanmıştır. Raporun tamamını PDF olarak indirebilirsiniz.

 

Komisyon:

Dr. Necmettin Türinay / Koordinatör

Mahmut Evkuran

Günay Kiracı

Tuba Kaan

Kerem Altun

Prof. Dr. Caner Arabacı

Prof. Dr. Hilmi Demir

Prof. Dr. Kaşif Hamdi Okur

Toplam Okunma Sayısı : 287