DİKKAT: AKADEMİDE HIRSIZ VAR

DİKKAT: AKADEMİDE HIRSIZ VAR

TÜRKİYE'DE AKADEMİK SAHTEKÂRLIK VE YOLSUZLUK:

SON DÖNEMDEN ÖRNEK VAKALAR, NEDENLER VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

  

Akademik sahtekârlık; intihal, sahte diploma kullanımı, usulsüz atama ve benzeri etik dışı eylemleri kapsayacak şekilde bilimsel dürüstlüğün ve kamu güveninin önünde korkunç bir bariyer olarak dikilmiştir. Türkiye’de son günlerde akademik dünyada ve kamu kurumlarında meydana gelen birçok sahtekârlık vakası, eğitim sisteminin ve idari mekanizmaların güvenilirliğini sarsmıştır. Bu çalışma, söz konusu vakaların eleştirel ve analitik bir değerlendirmesini sunarak Türkiye’de akademik dürüstlüğün geliştirilmesi için gerekli yapısal adımlara dikkat çekmeyi amaçlamaktadır.

 

2025 Ankara Merkezli Sahte Diploma Operasyonu

 

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı koordinasyonunda 16 ilde gerçekleştirilen geniş çaplı bir operasyon, kamu kurumlarına ait elektronik sistemlere izinsiz girilerek sahte diploma ve ehliyet üretildiğini ortaya koymuştur. Soruşturma kapsamında ikiz e-imza yöntemiyle yöneticilerin dijital imzalarını taklit eden ve bu sayede usulsüz şekilde belge düzenleyen bir şebeke tespit edilmiştir. Mayıs 2025’te düzenlenen operasyonda 58 şüpheli gözaltına alınmış; bunlardan 20’si çıkarıldıkları mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderilmiştir. Operasyon, Türkiye’de sahte diploma kullanımının ulaştığı boyutu göstermesi açısından dikkat çekmiş ve devamında ikinci dalga gözaltılar ile tutuklamalar gerçekleşmiştir. Güvenlik birimleri, şüphelilerin sahte mezuniyet belgeleriyle haksız menfaat temin ettiğini saptamış ve kurumları aldatmaya yönelik bu organizasyonun çok sayıda kişiyi içerdiğini belirlemiştir.

 

“Doktor” Volkan Uçak Vakası

 

Yukarıdaki operasyonda tutuklananlar arasında kamuoyunda “doktor” kimliğiyle tanınan Volkan Uçak da bulunmaktadır. Uçak, televizyon programlarına uzman psikolog unvanıyla katılarak özellikle hipnoz seanslarıyla geniş kitlelere ulaşmış bir isimdir. Soruşturma sürecinde, Uçak’ın özgeçmişinde yer alan Ege Üniversitesi Psikoloji lisans diploması ile Klinik Psikoloji yüksek lisans diplomasının gerçekte sahte olduğu ortaya çıkmıştır.

 

Prof. Dr. Mehmet Altunkaya’nın İntihal Skandalı

 

Bir diğer dikkat çekici olay, Akdeniz Üniversitesi eski Hukuk Fakültesi Dekanı ve rektör yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Altunkaya hakkındaki intihal ve sahte yayın skandalıdır. 2023 yılında üniversiteye yapılan bir şikâyet, Altunkaya’nın 2015’te profesörlük kadrosuna atanırken sunduğu akademik yayınların önemli bir kısmının aslında yayımlanmamış veya intihal ürünü olduğunu öne sürmüştür. İnceleme neticesinde Altunkaya’nın bilimsel eser diye sunduğu çalışmaların gerçekten yayınlanıp yayınlanmadığının denetlenmesiyle ciddi usulsüzlükler doğrulanmıştır. Örneğin, Altunkaya’nın doçentlik döneminde yazdığını beyan ettiği “Fitness Sözleşmesi” adlı 2015 tarihli kitabın, Alman hukukçu Hans Geisler’in 2008’de yayımlanmış “Die Erstlaufzeit beim Fitnessvertrag” eserinin özensiz bir Türkçe çevirisi olduğu belirlendi; üstelik çeviri olduğu anlaşılmasın diye metne Türk hukukundan bazı genel bilgilerin eklendiği, ancak kitabın %99’unun neredeyse birebir çeviri olduğu tespit edildi. Yine Altunkaya’nın profesörlük kadrosuna atanmak için gösterdiği makalelerden birinin gerçekte hiç yayımlanmamış olduğu, bir diğerinin ise gerekli bilimsel kriterleri taşımadığı halde varmış gibi sunulduğu ortaya çıktı. Bu sahte belge ve intihal bulguları üzerine Akdeniz Üniversitesi Yönetim Kurulu, 2025 yılında Altunkaya’nın profesörlük unvanını iptal ederek kendisini doçentlik kadrosuna indirme kararı almıştır.

 

Asrın İntihal Davası

 

Türkiye akademik camiasında en yaygın intihal vakalarından biri olarak anılan bir diğer olay, etik ihlaller karşısında kurumların zayıf refleksini göstermektedir. Gaziantep Üniversitesi’nde Fakülte Dekanlığı yapan bir akademisyenin, yayımlanmış 58 akademik çalışmasının 45’inde intihal tespit edildiği iddiası 2016 yılında gün yüzüne çıkmıştır. Bu olağanüstü yüksek orandaki intihal iddiası, bir başka akademisyen tarafından kaleme alınan “Yüzyılın İntihali” adlı kitapta detaylarıyla ortaya konulmuş ve konu kamuoyunda yankı uyandırmıştır. Ne var ki, hakkında çok ciddi intihal bulguları olmasına rağmen ilgili kişi, akademik ve idari kariyerine bir süre daha devam edebilmiştir. Geçmişteki siyasi bağlantılarının bu süreçte kendisine bir süre kalkan oluşturduğu ileri sürülmüştür. Aynı kişi FETÖ soruşturması nedeniyle görevden alınmış, ancak ilerleyen zamanlarda yine bazı bağlantılarını kullanarak görevine geri dönmüştür.

 

Ekrem İmamoğlu’nun Diploma Geçerliliği Tartışması

 

Akademik yeterlilik tartışmaları, sadece akademisyenleri değil yüksek kamu görevlilerini de içine alabilmektedir. İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun lisans diplomasının geçerliliğine ilişkin tartışma, son dönemin en çok konuşulan vakalarından biridir.

 

Başsavcılık, Ekrem İmamoğlu hakkında 22 Şubat 2025’te “resmi belgede sahtecilik” suçlamasıyla soruşturma başlatmış ve konuyu YÖK Denetleme Kurulu’na iletmiştir. YÖK’ün hazırladığı 17 Şubat 2025 tarihli raporda, İmamoğlu’nun 1990’daki yatay geçişinin şeklen üniversite mevzuatına uygun yapılmış olsa da o tarihte GAÜ’nün YÖK tarafından tanınmadığı vurgulanmıştır. Rapora göre YÖK, 1990 yılında GAÜ’yü resmi olarak tanımadığı için bu kurumdan yatay geçişle alınan diplomanın denkliği olmayacağı iddia edilmiştir. Bu gelişmeler üzerine İstanbul Üniversitesi, 18 Mart 2025 tarihinde İmamoğlu’nun 1994 tarihli mezuniyet diplomasını iptal ettiğini duyurmuştur. Ardından İmamoğlu, aynı ay içinde “kamu görevlisine yönelik sahtecilik” ve benzeri suçlamalar kapsamında gözaltına alınmış ve hakkında tutuklama kararı verilmiştir. Ancak bu süreç, siyasi bir tartışmanın parçası haline gelmiştir; zira İmamoğlu aynı dönemde muhalefetin cumhurbaşkanı adayı olarak da gündemdedir.

 

Yunus Emre Enstitüsü’nde 300 Milyon TL’lik Yolsuzluk Skandalı

 

Akademik ve kültürel faaliyetler yürüten kamu vakıfları da sahtekârlık ve yolsuzluk iddialarıyla gündeme gelebilmektedir. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı yurtdışı kültür enstitülerinden Yunus Emre Enstitüsü (YEE)’nde patlak veren yolsuzluk skandalı bunun çarpıcı bir örneğidir. 2023 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü müfettişlerinin başlattığı inceleme ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma, YEE’nin eski yönetimi döneminde kurumdaki mali işlemlerde büyük usulsüzlükler yapıldığını ortaya çıkarmıştır. İddialara göre, YEE yöneticileri ve işbirlikçileri naylon fatura yöntemiyle kurum bütçesini yıllarca hortumlamıştır. Soruşturma kapsamında, YEE’nin o dönemki başkanı Prof. Dr. Şeref Ateş ve yakın çevresinin kurduğu 6 paravan şirket aracılığıyla hizmet alımı yapılmış gibi gösterildiği, gerçekte sunulmayan hizmetler için sahte faturalar kesildiği belirlenmiştir. Elde edilen bulgular, yolsuzluğun boyutunun en az 300 milyon TL olduğunu, ancak devam eden incelemelerde vurgunun belki 1 milyar TL’yi bile aşabileceğini göstermektedir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başlattığı kapsamlı soruşturmada şu ana dek aralarında enstitünün üst düzey yöneticilerinin de bulunduğu 8 kişi tutuklanmıştır. Skandalın baş aktörü olan eski Başkan Şeref Ateş hakkında yakalama kararı çıkarılmış; ancak Ateş soruşturma başlamadan hemen önce Almanya’ya kaçarak firari duruma düşmüştür. Soruşturma derinleştikçe, YEE bünyesinde yüzlerce banka hesabı üzerinden para aklandığı ortaya çıkmıştır.

 

Çankırı Karatekin Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Harun Çiftçi Vakası

 

Üniversite üst yönetimlerinde yaşanan suistimallerin en güncel örneklerinden biri, Çankırı Karatekin Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Harun Çiftçi’nin kendi maaşına dair usulsüz uygulamalarıdır. 2021-2025 yılları arasında rektörlük görevini yürüten Harun Çiftçi hakkında, üniversitenin döner sermaye gelirlerinden kendisine astronomik düzeyde aylık ek ödeme bağlattığı yönünde iddialar ortaya çıktı. Yapılan incelemeler sonucunda, Çiftçi’nin yaklaşık 4 yıl boyunca, aylık 1 milyon 200 bin TL civarında döner sermaye ek geliri aldığı anlaşıldı. Bu durumun basına yansıması ve YÖK’e şikâyet edilmesi üzerine Yükseköğretim Kurulu harekete geçmiş, konu Cumhurbaşkanlığı’na intikal ettirilmiştir. Neticede, Mayıs 2025’te Resmî Gazete kararı ile Prof. Dr. Harun Çiftçi görevden alınmıştır. Çiftçi hakkında ayrıca idari soruşturma başlatılmış olup üniversite bütçesini kötüye kullanma ve yolsuzluk suçlamaları değerlendirilmektedir.

 

Lokman Hekim Üniversitesi’nde Proje Hırsızlığı ve Telif Hakları Yasası

 

Fikir ve düşünceye en çok saygı göstermesi gereken üniversitelerin, kendi telif projelerini ortaya koymak yerine başkalarınca hazırlanan projeleri etik dışı bir şekilde sahiplenmesi ise intihali sadece kişilerin değil kurumların da yapabildiğne işaret etmektedir.

 

Proje işbirliği amacı ile kendisine sunulan ve bağımlıların tedavi sonrası sosyal uyum ve rehabilitasyonuna yönelik geliştirilen ÖZGÜRKÖY projesini daha sonra proje müellifini devreden çıkartarak, Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne sunan ve proje için tahsis edilen kampüsü bir rant kapısına çeviren Lokman Hekim Üniversitesi de mahkemeye intikal etmiş kurumlarımızdan biri. Mahkemelerin, konuya salt telif hakları açısından yaklaşarak projenin telif niteliği taşıyıp taşımadığına odaklanması ve akademik hırsızlık kavramının ikincil plana atılması ise yeni bir yasal çerçevenin ortaya konması ve kurumsal intihalin gündeme getirilmesi gereğine ortaya koymaktadır.

 

Sistemsel Nedenler ve Etik-İdari Boyut

Denetim Zaafları ve Kurumsal Eksiklikler

 

Yukarıda özetlenen vakalar, Türkiye’de akademik ve kamu kurumlarındaki denetim mekanizmalarının yetersizliklerini açıkça ortaya koymaktadır. Denetim zaafları, hem üniversitelerin iç kontrol sistemlerinde hem de merkezi denetleyici kurumlarda kendini göstermektedir. Örneğin, akademik yükseltmeler sırasında dosyaların gereği gibi incelenmemesi ve akran denetimi (peer review) süreçlerinin şeklen yürütülmesi, bir çok ismin intihal dolu çalışmalarıyla profesörlük unvanı alabilmelerine zemin hazırlamıştır. Bu kişiler ancak yıllar sonra yapılan şikâyetlerle veya medya aracılığıyla ifşalarla soruşturulabilmiştir. Bu durum, üniversitelerde etik kurulların ve jürilerin etkin şekilde çalışmadığını, akademik liyakat değerlendirmesinde yüzeysel davranılabildiğini göstermektedir. Benzer biçimde, sahte diploma vakalarında da denetim eksikliği göze çarpmaktadır: YÖK ve üniversitelerin diploma doğrulama sistemlerinin ve mezun takip mekanizmalarının zayıf olması, Volkan Uçak gibi bir kişinin yıllarca sahte diplomayla “uzman” sıfatı taşımasına imkan vermiştir.

 

Kamu kurumlarındaki yolsuzluklara gelince, iç denetim ve Sayıştay denetimlerinin etkin uygulanmaması, Yunus Emre Enstitüsü gibi vakıflarda uzun süreli ve büyük ölçekli usulsüzlüklerin yapılabilmesine fırsat tanımıştır. YEE örneğinde, yıllar boyunca yüz milyonlarca liralık kaynak farklı hesaplara aktarılırken ve usulsüz ihaleler yapılırken hem kurum içindeki mali denetçiler hem de bağlı bulunulan bakanlık bu durumu yeterince erken tespit edememiştir. Bu, kurumsal şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerinin ihlal edilmesine yol açmıştır. Rektör Harun Çiftçi vakasında ise, üniversitenin bütçe ve döner sermaye dağıtımının neredeyse tek bir kişi tarafından kontrol edilebilmesi ve diğer yöneticilerin veya denetleme kurullarının bunu engelleyememesi dikkat çekicidir. Özellikle üniversitelerde çok başlı denetim yapısının (YÖK denetçileri, Sayıştay, iç denetçiler) olmasına rağmen, etkin koordinasyon ve kararlılık olmadığında usulsüzlüklerin gözden kaçabildiği anlaşılmaktadır. Tüm bu zaaflar, sistemde kurumsal kültür eksikliklerinin de yansımasıdır: Akademik çevrelerde “herkes yapıyor” anlayışıyla etik ihlallere bazen göz yumulması, kamu kurumlarında ise siyasi gerekçelerle üst düzey görevlilere dokunulmaması gibi sorunlar, denetimin caydırıcılığını azaltmaktadır.

 

Türk Ceza Kanunu Kapsamında Hukuki Çerçeve

 

Akademik sahtekârlık ve ilgili yolsuzluk fiilleri, Türk Ceza Kanunu’nun çeşitli maddeleri uyarınca suç teşkil etmektedir. Özellikle resmi belgede sahtecilik suçu, sahte diploma veya benzeri resmi nitelikli evrak düzenleyen ya da kullanan kişilere yöneliktir. TCK Madde 204, bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen veya gerçeğe aykırı belgeyi kullanan kişilerin cezalandırılmasını öngörmektedir. Bu kapsama, herhangi bir üniversite diplomasının sahtesini üretmek veya sahte diplomayla iş başvurusu yapmak gibi eylemler de girer. Nitekim Volkan Uçak olayı ve Ekrem İmamoğlu hakkındaki soruşturma doğrudan “resmi evrakta sahtecilik” iddiasıyla yürütülmüştür. Bu suçun cezası, eylemin failine ve niteliğine göre değişmekle birlikte, birkaç yıldan başlayan hapis cezalarını içermektedir. Özellikle fiili işleyen bir kamu görevlisi ise, TCK 204/2 uyarınca daha ağır ceza verilebilmektedir. Örneğin, bir üniversite idari çalışanının para karşılığı sahte diploma düzenlemesi veya bir memurun resmi belgelere bilerek gerçeğe aykırı kayıt girmesi durumunda, kanun bu durumu nitelikli hal sayarak cezayı artırmaktadır.

 

Türk Ceza Kanunu’nda doğrudan “idareyi yanıltma suçu” başlığıyla bir madde bulunmamakla birlikte, idareyi aldatmaya yönelik eylemler farklı suç tipleri kapsamında değerlendirilmektedir. Görevi kötüye kullanma (TCK Madde 257), bir kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket ederek kamuyu zarara uğratması veya kişilere haksız menfaat sağlaması durumunda uygulanan bir suç tipidir ve akademik sahtekârlık vakalarında kamu görevlilerinin rolü bulunduğunda devreye girebilir. Örneğin, Mehmet Altunkaya olayında “sahte belge düzenleyip idareyi kandırdığı” tespit edilen eylem, hem resmi belgede sahtecilik hem de görevi kötüye kullanma bağlamında değerlendirilmiştir. Zira burada bir idari işlem (profesörlüğe atama), ilgilinin hileli beyanları sonucu tesis edilmiş ve idare bu yolla yanıltılmıştır. Benzer şekilde, Yunus Emre Enstitüsü skandalında kurum yöneticilerinin sahte faturalarla kurumu zarara uğratması, zimmet suçu (TCK 247) veya nitelikli dolandırıcılık (TCK 158) kapsamında değerlendirilebilecek fiillerdir. Bu suçlar, kamu kurumlarının malvarlığını hedef aldığında ve birden fazla kişiyle işbirliği içinde işlendiğinde daha ağır yaptırımlar öngörmektedir.

 

Kamu görevlisinin sahtekârlığa iştiraki durumunda, yani bir memurun bilerek bir sahtecilik veya dolandırıcılık eylemine ortak olması halinde, ceza hukukunda failin sıfatı suçu ağırlaştıran bir faktördür. Kanun, kamu görevlisinin suç işlemesini hem ayrı bir ihlal (örneğin görevi kötüye kullanma) hem de işbirliği yaptığı asıl suça iştirak kapsamında ele almaktadır. Örneğin, sahte diploma şebekesinde bir Nüfus Müdürlüğü memurunun sisteme sahte kayıt girmesi gibi bir durumda, ilgili memur hem evrakta sahtecilik suçundan hem de kamu görevine ihanet niteliğinde disiplin suçlarından yargılanabilir. Nitekim 2025’teki sahte diploma operasyonunda, bazı kamu kurumlarının bilgi işlem sistemlerine içeriden destek almaksızın sızmanın zor olduğu, bu nedenle “kamu görevlilerinin de şebekeye iştirak ettiği” şüphesi üzerinde durulmuştur. Ceza Kanunu’nun “suça iştirak” hükümleri uyarınca (Madde 37-39), bir suçu birlikte işleyen, yardım eden veya azmettiren kişiler de asli fail gibi cezalandırılır. Dolayısıyla, kamu görevlilerinin sahtekârlığa ortak olması durumunda, hem asıl suç (örneğin resmi belgede sahtecilik, dolandırıcılık vb.) hem de kamu görevlisi sıfatıyla işlenmesi nedeniyle artırım ve meslekten men gibi sonuçlar söz konusu olmaktadır.

 

Özetle, Türk hukuk sisteminde akademik sahtekârlık ve idareyi aldatmaya yönelik her türlü fiil cezai müeyyidelere bağlanmıştır. Ancak önemli olan, bu hükümlerin etkin şekilde uygulanması ve soruşturma süreçlerinin hızlı işlemesidir. Yasal çerçeve mevcut olsa da, pratikte yaşanan gecikmeler veya cezasızlık algısı, bu tür suçların devam etmesine yol açabilmektedir. Bu nedenle, hem yükseköğretim kurumları hem de yargı mercileri arasında işbirliği ve kararlılık, hukuki süreçlerin caydırıcılığını artıracaktır.

 

Akademik Etik ve Kamu Denetimi İlkeleri

 

Akademik sahtekârlık vakalarının art arda yaşanması, akademik etik kültürünün ve bilimsel dürüstlük ilkelerinin yeterince içselleştirilemediğini göstermektedir. Akademik etik, dürüstlük, tarafsızlık, özgünlük ve hesap verebilirlik değerleri üzerine kuruludur. Ancak Türkiye’de akademik atama ve yükselmelerde yayın sayısına aşırı odaklanma, “publish or perish” (ya yayınla ya yok ol) baskısı, bazı akademisyenleri intihal yapmaya veya yayın listelerini şişirmek için etik dışı yollara yöneltebilmektedir. Bu noktada üniversitelerin etik kurullarının ve fakültelerin bilimsel yayın değerlendirme süreçlerinin tavizsiz işletilmesi gerekir. YÖK tarafından benimsenen Akademik Etik Kurallar ve Üniversitelerarası Kurul’un intihal tarama zorunlulukları, kağıt üzerinde kalmamalıdır. Örneğin, doktora ve doçentlik tezlerinde intihal taraması yapılması, yayınların ulusal/uluslararası indekslerde doğrulanması gibi prosedürler titizlikle uygulanmalıdır. Bazen etik kurul başkanlığı yapmış kişiler dahi intihal yapabiliyorsa, etik eğitiminin ve kültürünün ne derece zayıf olabileceği ortadadır. Bu nedenle lisansüstü eğitimden başlayarak araştırma etiği dersleri ve seminerleri yaygınlaştırılmalı; intihal veya sahtecilik yaptığı tespit edilen akademisyenlere sadece unvan iptali değil, belli süre akademiden men gibi caydırıcı idari yaptırımlar da uygulanmalıdır.

 

Kamu denetimi ilkeleri bakımından ise şeffaflık, hesap verebilirlik ve katılımcılık öne çıkmaktadır. Bu noktada, kurumsal karar alma süreçlerine öğrenci, öğretim üyesi ve sivil toplum temsilcilerinin katılımı sağlanarak çok yönlü denetim mümkün olabilir. Örneğin, üniversitelerin yönetim kurullarında mali konularda raporlar düzenli olarak paylaşılmalı, Sayıştay denetim raporları kamuoyuna açık olmalıdır.

 

Bir diğer önemli ilke liyakat ve adalet prensibidir. Akademik ve idari kadrolara atamalarda liyakate değil de sadakate dayalı yaklaşımlar, etik ihlalleri besleyen bir ortam yaratır. Eğer bir akademisyen, politik bağlantıları sayesinde korunduğunu hissederse intihal yaptığında ceza almayacağı algısına kapılabilir. Dolayısıyla, akademide ve kamu kurumlarında atama/yükseltme süreçleri objektif kriterlere dayandırılmalı; etik sicili bozuk kişilerin önemli mevkilere gelmesi engellenmelidir. YÖK’ün bu bağlamda üniversitelerden düzenli etik ihlal bildirimleri alması ve merkezi bir kara liste ya da izleme listesi oluşturması düşünülebilir. Ayrıca ihbarcıların (whistleblower) korunması da denetimin etkinliği için şarttır. Birçok vakada olaylar, dürüst akademisyenlerin veya çalışanların şikâyeti sayesinde ortaya çıkarılmıştır. Bu kişilerin kariyerlerinin zarar görmemesi ve teşvik edilmesi, iç denetimin parçası olmalıdır.

 

Sonuç ve Öneriler

 

Türkiye’de son yıllarda ortaya çıkan akademik sahtekârlık ve yolsuzluk vakaları, eğitim ve kamu yönetimi sisteminde şeffaflık, etik ve denetim açısından önemli zaaflar olduğunu göstermektedir. Bu vakaların analizi, sadece münferit kişilerin etik dışı davranışları olmayıp, aynı zamanda sistemin yapısal problemlerinin bir sonucu olduğunu ortaya koymaktadır. Sadece kelimeler değiştirilerek intihal programlarından geçirilen tezlerin nerede ise üçte birinin çalıntı olduğu iddiası korkunç bir gerçeği ortaya koymaktadır.

 

Bu çerçevede, çözüm ve önleyici adımlar çok yönlü olmalıdır. İlk olarak, mevzuatın uygulanması konusunda kararlılık vurgulanmalıdır: YÖK ve üniversiteler, intihal tespit ettiğinde unvan iptali ve disiplin cezalarını gecikmeksizin hayata geçirmelidir. Sahte diploma kullanımında, ilgili kişi isterse yüksek mevkide olsun, adli soruşturmalar siyasi mülahazalardan bağımsız yürütülmeli ve suçu sabit görülenler hakkında caydırıcı cezalar verilmelidir. İkinci olarak, denetim mekanizmaları güçlendirilmelidir. Kamu kurumlarında iç denetim birimleri gerçekten bağımsız hale getirilmeli, üst düzey yöneticilerin denetçileri etkilemesinin önüne geçilmelidir. Sayıştay’ın tespit ettiği usulsüzlüklere ilişkin raporlar doğrultusunda hızlı idari aksiyon alınması sağlanmalıdır.

 

Üçüncü olarak, akademik kültür ve eğitim boyutunda adımlar atılmalıdır. Üniversitelerde öğrencilere ve akademisyenlere yönelik araştırma etiği, intihalden kaçınma, bilimsel yöntemlere sadakat konularında eğitim programları zorunlu kılınabilir. Akademik teşvik ve atama kriterleri kaliteyi ve özgünlüğü önceleyecek şekilde revize edilmeli ki salt yayın sayısı baskısı, niteliği düşürmesin. Ayrıca, akademik camiada isim utandırma (name and shame) yöntemiyle etik ihlal yapanların gizlenmemesi, aksine kamuoyuna duyurulması da caydırıcı olabilir. Nitekim YÖK geçmişte intihal yapan bazı akademisyenlerin isimlerini açıklamış ve bu, benzer davranışları düşünenlere uyarıcı olmuştur.

 

Dördüncü olarak, kamu yönetiminde şeffaflık ve katılımcılık artırılmalıdır. Üniversite yönetimleri ve kamu vakıfları, bütçe ve faaliyet raporlarını kamuya açık şekilde yayınlamalı, sivil denetime imkan tanımalıdır. Rektörlerin döner sermayeden aldıkları pay en fazla 1 maaş miktarı ile sınırlandırılmalıdır. 

 

Son olarak, siyasi irade boyutunda, akademik ve idari sahtekârlıklarla mücadelede tutarlı bir duruş sergilenmesi şarttır. Akademik özgürlük ve kurumsal özerklik ilkeleri zedelenmeden, üniversitelerin hesap verebilir olması sağlanmalıdır. Siyasi makamlar, kendi partilerine yakın dahi olsa yolsuzluk yapan rektör veya bürokratların üzerine gitmeli, “cezasızlık” algısının oluşmasına izin vermemelidir. Toplum nezdinde, akademik unvanların ve diplomaların birer emek ve liyakat sembolü olduğu, bunların sahtecilikle elde edilmesinin hem hukuka aykırı hem de ahlaken mahkum edilmesi gereken davranışlar olduğu mesajı kuvvetle vurgulanmalıdır.

 

Sonuç olarak, akademik sahtekârlık ve kamu kurumlarındaki yolsuzluklar, ancak bütüncül bir reform ve bilinçlenme süreciyle azaltılabilir. Bu makalede incelenen vakaların her biri, kendi bağlamlarında ibret vericidir; ancak esas ibret, bu olaylardan çıkarılacak dersler ve atılacak adımlardır. Türkiye’nin bilim dünyasında ve kamu yönetiminde dürüstlük, adalet ve liyakati tesis etmesi, geleceğe bırakılacak en değerli miraslardan biri olacaktır.

 

Toplam Okunma Sayısı : 446