TRUMP, NETANYAHU ve ZELENSKY ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME

TRUMP, NETANYAHU ve ZELENSKY ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME

ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE AL GÜLÜM VER GÜLÜM DÖNEMİ

ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE AL GÜLÜM VER GÜLÜM DÖNEMİ

TRUMP, NETANYAHU ve ZELENSKY ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME

 

Günümüz uluslararası ilişkiler arenası, geleneksel diplomasi yöntemlerinin yanı sıra giderek artan ölçüde “ticari akıl” veya bir başka deyişle “tüccar kafası” yaklaşımının ön plana çıktığı bir dönemden geçiyor. Bu yaklaşım, devletlerin kendi çıkarlarını maksimize etmek için yalnızca siyaset değil, aynı zamanda finans ve ekonomik araçları da ustalıkla kullanmalarını içeriyor. Kabaca “al gülüm ver gülüm” olarak olarak nitelendirebileceğimiz bu yaklaşım, bir tarafın desteğini sağlamak için diğer tarafa somut bir kazanç önerilmesi şeklinde de özetlenebilir. Bu yazıda, özellikle Donald Trump’ın ABD Başkanı olduğu dönemdeki tutumu, Siyonist kasap Binyamin Netanyahu’nun İsrail’e koşulsuz destek karşılığında Gazze’yi “vaat ettiği” gerçeği ve Volodimir Zelensky’nin Ukrayna’nın yeraltı zenginliklerini Batılı aktörlere ve ABD’ye işletme teklifinde bulunduğu öne sürülen spekülatif haberler üzerinden bir analiz sunulacaktır. Ayrıca “4 O” olarak adlandıracağımız (Obsesif, Otoriter, Oportünist ve Operasyonel) kavramın uluslararası ilişkilerde güncel yansımalarına dair kısa bir değerlendirme yapılacaktır.

 

1.     Trump Döneminin “Tüccar Kafası”

 

Donald Trump, başkanlık kampanyasından itibaren kendisini bir iş insanı ve “sanatını bilen” bir pazarlıkçı olarak tanımlamaktan çekinmedi. Bu bakış açısı, Trump’ın diplomatik ilişkilerinde de açık şekilde yansıdı. Geleneksel müttefiklere yaklaşım, uluslararası anlaşmaların masaya yatırılıp “ABD’ye faydası nedir?” sorusunun daima gündemde tutulması, “ulusal çıkar” temasının ekonomik boyutla iç içe geçirilmesi, Trump döneminde sıklıkla görüldü. Başkanlık sürecinde NAFTA’yı yeniden müzakere etmesi, Çin ile ticaret savaşına girmesi ve NATO müttefiklerinden savunma harcamalarını artırmalarını ısrarla talep etmesi, bu tüccar mantığının bariz örnekleridir.

 

2.     Netanyahu ve Gazze İddiası

 

İsrail eski Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, ABD’nin İsrail’e kayıtsız şartsız desteğini sağlamaya çalışırken Trump’a “Gazze’yi al, senin olsun” minvalinde bir pazarlık teklifi sunduğu iddiası, Trump’ın ‘Gazzeliler orayı boşaltsın, orayı biz alacağız’ açıklamasıyla gerçeğe dönüşmüş oldu. Uluslararası ilişkiler kulislerinde, Netanyahu’nun Trump yönetimi ile kurduğu yakın ilişki, “Kudüs’ün başkent olarak tanınması” ve “Golan Tepeleri’nde İsrail egemenliğinin ABD tarafından kabul edilmesi” gibi somut kazanımlar göz önüne alındığında, bu tarz pazarlıkların yapıldığı aşikar hale geliyor. Netanyahu, Trump yönetimindeki ABD desteğini bir tür “vadeli çek” gibi görüp, bölgede kendi hedeflerini gerçekleştirmek adına taktiksel jestler yapmış gibi görünüyor. Bu noktada Gazze gibi hassas bir bölgenin “senin olsun” şeklinde pazarlık konusu edilmesi, kapitalist düzen ile kendini ifade eden sömürgeciliğin ‘insani, hukuki, ahlaki’ değerlerden ne kadar uzaklaştığını da ortaya koymaktadır.

 

3.     Zelensky ve Ukrayna Yeraltı Zenginlikleri

 

Özellikle Rusya’nın 2022’deki geniş çaplı işgal girişimi sonrasında Batı’dan yoğun destek alan Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelensky’nin, bu destek karşılığında ülkesinin yeraltı kaynaklarının işletme haklarını ya da uzun vadeli ticari ayrıcalıkları Batılı şirketlere teklif ettiği de medyaya yansıdı. Bu gelişmeler, Rusya’nın işgal girişimiyle savaşın yıprattığı Ukrayna ekonomisinin yeniden inşasında Batı sermayesine duyulan ihtiyaçla birleştiğinde, kulağa o kadar da sıra dışı gelmeyebiliyor. Doğal gaz, kömür ve kritik toprak elementleri bakımından stratejik bir coğrafyada yer alan Ukrayna’nın, zafer veya istikrara kavuşma sonrası dönemde bu kaynakları Batılı şirketlere açarak hem finansman sağlama hem de güvenlik desteği karşılığında bir “geri ödeme” yapma arayışında olması doğal gözüküyor. Bu kapütülasyonlardan kendilerine en çok destek verem ABD’nin en fazla faydalanacağı açıklaması, Trump’ın “tüccar kafası”na çok uygun olduğu gibi, günümüzde diplomatların değil tacirlerin diliyle yürütülen bir tür “al gülüm ver gülüm” anlayışıdır.

 

4.     “4 O” (Obsesif, Otoriter, Oportünist, Operasyonel) ve Güncel Gelişmeler

 

Uluslararası ilişkilerin karar alıcılarının, giderek Obsesif (bir meseleyi saplantılı şekilde takip etme), Otoriter (emir-komuta düzeninde kararlar alma), Oportünist (eldeki fırsatlardan anında faydalanma) ve Operasyonel (hızlı, pratik ve sonuç odaklı uygulamalar geliştirme) yaklaşımlar sergiledikleri görülüyor. Son dönemde Orta Doğu’da, Doğu Avrupa’da ve Asya-Pasifik’te yaşanan gelişmeler de bunu destekler nitelikte.

 

Obsesif: Bazı liderlerin ulusal prestiji koruma veya belirli bir ideolojik hedefi gerçekleştirme adına takıntılı bir politika güttüğü öne sürülüyor.


Otoriter: Demokratik kurumları zayıflatma eğilimi veya tek adam yönetimi, birçok ülkede istikrarsızlık kaynağı olurken, diplomatik manevraları da “keskin” hale getiriyor.

    

Oportünist: Ekonomik krizler veya çatışmalar esnasında oluşan boşlukları doldurma çabaları, devletleri kısa vadeli kazançların peşinden koşturuyor.


Operasyonel: Diplomatik söylemler hızla sahada askeri veya ekonomik yaptırımlarla destekleniyor, karar alma süreçleri hız kazanıyor.


Bu “4 O” çerçevesi, Trump - Netanyahu ve Zelensky örneklerinde olduğu gibi, devletlerin birbirlerine yönelik desteklerinin somut çıkarlar üzerinden şekillenmesine de zemin hazırlıyor.

 

5.     “Al Gülüm Ver Gülüm” Döneminin Etkileri

 

1.              Diplomasinin Dönüşümü: Geleneksel anlamda ittifaklar, güvenlik sözleşmeleri ve ideolojik birliktelikler hâlâ önemli olsa da, ekonomik kazanç pazarlığının öne çıktığı bir diplomasi anlayışı ivme kazanıyor.

 

2.              Devletlerarası Güven Eşiği: Karşılıklı çıkarların ağır bastığı ilişkiler, güven unsurunu zayıflatabiliyor. Zira ilişkiler, kısa vadeli menfaatlerin sürekli müzakere edildiği bir biçime bürünebiliyor.

 

3.              Halkların Durumu: Gazze gibi çatışmalarla anılan bölgeler veya savaşın yıktığı Ukrayna, büyük güçler arasındaki “pazarlık” nesnesine dönüşme riski taşıyor. Bu da insan hakları ve insani koşullar açısından kaygı verici sonuçlar doğurabiliyor.

 

 

4.              Uzun Vadeli İstikrar Sorunu: Ticari mantıkla şekillenen geçici anlaşmalar, stratejik istikrarı sağlamaktan uzak kalabilir. Zira sözleşmeler ve anlaşmalar, ekonomik dengelerdeki değişimle kısa sürede geçersiz hale gelebilir.

 

5.     Sonuç

 

“Uluslararası İlişkilerde Al Gülüm Ver Gülüm Dönemi” olarak nitelendirilebilecek bu süreç, ekonomik menfaatlerin diplomatik masalarda önceki dönemlerden çok daha açık bir şekilde konuşulduğu, liderlerin “tüccar kafası”yla hareket etmeye daha fazla yatkın olduğu bir dönemi işaret ediyor. Trump dönemindeki spekülatif pazarlıklar ve iddialar, Netanyahu ve Zelensky örnekleriyle somutlaşan “al-ver” ilişkisi, küresel siyasetin nasıl işlediğine dair çarpıcı ipuçları barındırıyor.

 

Bununla birlikte, unutulmaması gereken nokta, bu iddia ve yaklaşımların çoğunun diplomasi kulislerinde konuşulan ve resmî belgelerle her zaman doğrulanamayan unsurlar olduğudur. Yine de, devletler arası ilişkilerde pragmatizmin ve ekonomik çıkar hesaplarının artan ağırlığı inkâr edilemez. Özellikle küresel güç dengesinin sarsıldığı, bölgesel çatışmaların ve ekonomik krizlerin sıklıkla yaşandığı bir konjonktürde, dünya siyasetine yön veren aktörlerin “4 O” mantığını yansıtan politika tercihleri, yakın gelecekte de devam edeceğe benziyor.

 

Uluslararası ilişkilerin mevcut fotoğrafına baktığımızda, sadece askeri güç veya ideolojik yakınlık değil, “kim kime ne verecek, ne alacak” sorusu her zamankinden daha belirleyici. Bu açıdan bakıldığında, “Al Gülüm Ver Gülüm Dönemi” tabiri, çağımız diplomasisinin ruhunu yansıtmakta oldukça işlevsel bir metafor olarak karşımıza çıkıyor.

 

Toplam Okunma Sayısı : 844