TÜRKİSTAN’IN YENİ JEOPOLİTİĞİ:  TÜRK DÜNYASI, ABD VE BÖLGESEL GÜÇLERİN STRATEJİK DANSI

TÜRKİSTAN’IN YENİ JEOPOLİTİĞİ: TÜRK DÜNYASI, ABD VE BÖLGESEL GÜÇLERİN STRATEJİK DANSI

Giriş:


Tektonik Kaymaları Okumak

 

Mevcut küresel ortam, Soğuk Savaş sonrası düzenin yerini daha karmaşık, çok kutuplu bir sisteme bıraktığı derin bir akışkanlık dönemine işaret etmektedir. Bu dönüşümün ortasında, Türkiye ve daha geniş Türk dünyasını ilgilendiren bir dizi jeopolitik gelişme, sadece münferit olaylar olarak değil, Avrasya (Türkistan) anakarasında daha geniş bir stratejik yeniden hizalanmanın kritik veri noktaları olarak ortaya çıkmaktadır. ABD'li bir diplomatın Türkiye'ye yönelik alışılmadık derecede sıcak(!) diplomatik açılımları, ABD'nin Pakistan'ın askeri liderliğiyle yeniden angajmana girmesi, İran'ın Kafkasya'da dikkat çekici bir eksen kayması sergilemesi ve Türk devletleri ile bölgesel güçlerin giderek artan bir yakınlaşma göstermesi, bu tektonik kaymaların en belirgin göstergeleridir.

 

Bu olaylar dizisi, ilk bakışta birbirinden kopuk gibi görünse de, aslında birbirine bağlı bir stratejik anlatının parçalarıdır. Bu rapor, bu sinyalleri deşifre etmeyi, onları tutarlı bir jeopolitik çerçeveye oturtmayı ve Türkiye ile Türk dünyası için müjdeledikleri potansiyel gelecekleri öngörmeyi amaçlamaktadır. Raporun temel tezi şudur: Daha özerk, Türkiye liderliğindeki bir bloğun ortaya çıkışına şahitlik ediyoruz. Öte yandan bölgeye dair ABD stratejisinin, kilit bölgesel güçlerle katı ittifaklar ya da düşmanlıklar yerine; esnek, işlemsel ortaklıklar yoluyla yönetmeye yönelik bir dönüşümüne de tanıklık etmekteyiz. Bu analiz, yüzeydeki diplomatik dilin ötesine geçerek, bu gelişmelerin arkasındaki gerçek motivasyonları, potansiyel riskleri ve stratejik fırsatları ortaya koyacaktır.

 

Bölüm 1:

Washington'un Yeni Dili: "Millet Sistemi" Retoriği ve ABD-Türkiye İlişkilerinin Geleceği

 

Son dönemde ABD-Türkiye ilişkilerinde gözlemlenen diplomatik yumuşama, özellikle Washington'un kullandığı yeni dil ve sembolizm açısından dikkat çekicidir. Bu yeni yaklaşım, geleneksel ittifak söyleminin ötesine geçerek, Türkiye'nin tarihsel ve bölgesel kimliğine hitap eden, hesaplanmış bir stratejinin parçası olarak okunmalıdır.

 

Diplomatik Açılımların Analizi: Hesaplı Bir Cazibe Taarruzu

 

ABD'nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack'in açıklamaları, bu yeni diplomatik dilin en somut örneğini teşkil etmektedir. Barrack'in İzmir'deki tarihi Kemeraltı Çarşısı ziyareti sırasında Osmanlı İmparatorluğu'ndaki "millet sistemi"ne övgüde bulunması, basit bir tarihsel gözlemden ziyade, sofistike bir kamu diplomasisi eylemidir. Bu retorik, Türkiye'nin kendisini tarihsel bir büyük güç ve hoşgörülü, çok dinli bir bölgesel lider olarak görme algısıyla rezonansa girmek üzere tasarlanmıştır. Barrack'in, dedesinin 1900'lerde bir Osmanlı pasaportuyla Amerika'ya gittiğini belirterek kendi ailesinin köklerine atıfta bulunması, ilişki kurmayı amaçlayan kişiselleştirilmiş bir dokunuştur.  

 

Bu söylemin önemi, büyükelçinin kimliğiyle daha da artmaktadır. Tom Barrack, ABD Başkanı Donald Trump'a yakın bir isim olarak bilinmektedir. Dolayısıyla, onun atanması ve kullandığı dil, potansiyel bir yeni Trump yönetiminin yaklaşımına dair net sinyaller vermektedir: Kurumsal ve genellikle değerlere dayalı anlaşmazlıklar yerine liderler arasındaki kişisel ilişkilere öncelik veren bir yaklaşım. Mesaj oldukça gurur okşayıcıdır: Batı, Orta Doğu'da kaos yaratmıştır, ancak Türkiye, tarihsel yönetim modeliyle yeni ve istikrarlı bir düzenin "merkez noktası" olabilir. Barrack'in, "Yüzyıllardır süregelen bir karmaşa var ve bu karmaşa büyük ölçüde Batı tarafından yaratıldı" şeklindeki ifadeleri, Türkiye'deki Batı eleştirisi söylemiyle örtüşerek, Ankara'ya yönelik bir empati jesti olarak yorumlanabilir.  

 

"Bal" ve "Tuzak": F-35'ler, S-400'ler ve Stratejik Gerçeklikler

 

Bu olumlu mesajlaşmanın, yani bir "bal" olarak sunulan Türkiye'nin F-35 programına yıl sonuna kadar dönüşünün çözülebileceği vaadinin, ikili ilişkilerdeki sert stratejik gerçekliklerle, yani potansiyel "tuzaklarla" birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu gerçekliklerin başında, Türkiye'nin F-35 programından çıkarılmasına yol açan Rus S-400 hava savunma sistemine sahip olması gelmektedir. ABD'li yetkililer, S-400 meselesi uygun bir şekilde ele alınırsa yaptırımların kaldırılabileceği ve F-35 "konuşmasının" yeniden başlayabileceğini ima etseler de, Ankara'nın sistemi elden çıkarmaya isteksiz olduğu bilinmektedir.  

 

Ancak en önemli sürtüşme noktası, Türkiye'nin PKK terör örgütünün bir uzantısı olarak gördüğü YPG'ye ABD'nin Suriye'de verdiği destektir. Büyükelçi Barrack, Türkiye'nin sınır güvenliği konusundaki endişelerini anladığını belirtse ve Türkiye'nin Suriye'deki rolünü övse de, YPG'ye verilen desteğin devam etmesi, ilişkilerde temel bir engel olarak kalmaya devam etmektedir.  

 

Bu analiz, Washington'un açılımlarının samimi bir stratejik sıfırlamayı mı yoksa taktiksel bir manevrayı mı temsil ettiğini sorgulamaktadır. Mevcut kanıtlar, ikincisine işaret etmektedir. Geleneksel ABD-Türkiye ilişkisi, Soğuk Savaş hedefleri ve görünüşte ortak demokratik değerler üzerine kurulu bir NATO ittifakı çerçevesinde şekillenmiştir. Bu model, Suriye'deki (YPG) farklılaşan çıkarlar, Türkiye'nin S-400 alımı ve demokratik gerileme iddiaları nedeniyle aşınmıştır. Trump'a yakın bir büyükelçinin "değerler" üzerine konuşmaktan kaçınarak tarihsel övgüler ("millet sistemi") ve liderden lidere iltifatlar kullanması, bu değişimin bir göstergesidir. Bu yeni yaklaşım, Türkiye'nin İsveç'in NATO üyeliğini onaylaması karşılığında F-16 satışının önünün açılması veya İran-İsrail geriliminin düşürülmesinde işbirliği talebi gibi net, işlemsel tekliflerle birleştirilmektedir. Dolayısıyla, ABD'nin katı, değerlere dayalı bir ittifaktan daha esnek, çıkar temelli bir ortaklık modeline geçtiği görülmektedir. Bu, Washington'un daha özerk ve çoğu zaman zorlu bir bölgesel güç haline gelen Türkiye'ye pragmatik bir adaptasyonudur.  

 

Bölüm 2:

İslamabad-Washington Ekseninde Askeri Isınma: Pakistan'ın Stratejik Yeniden Konumlanması

 

ABD'nin Avrasya'daki stratejik yeniden hizalanma çabaları, sadece Türkiye ile sınırlı kalmayıp, nükleer bir güç olan ve jeopolitik açıdan kritik bir konumda bulunan Pakistan'ı da kapsamaktadır. Son dönemde Pakistan askeri liderliğinin Washington'a yaptığı üst düzey ziyaretler, iki ülke arasındaki ilişkilerin doğasında önemli bir değişime işaret etmektedir.

De Facto Güç Sahneye Çıkıyor

 

Pakistan Kara Kuvvetleri Komutanı Mareşal Asım Münir ve Hava Kuvvetleri Komutanı Hava Mareşali Zaheer Ahmed Baber Sidhu'nun art arda Washington'a yaptıkları üst düzey ziyaretler, rutin diplomatik temasların çok ötesinde bir anlam taşımaktadır. Bu ziyaretler, Washington ile Pakistan'daki gerçek güç merkezi olan askeri yapı arasında doğrudan bir iletişim kanalı kurulduğunu göstermektedir. ABD, "devlete sahip bir ordu" gerçeğini pragmatik bir şekilde kabul ederek, Münir'i ülkenin de facto lideri olarak görmektedir.  

 

Bu yeniden angajman, İmran Han'ı deviren ve askeri destekli bir hükümet değişikliği sonrası işbaşına gelen Pakistan'daki sivil hükümetin genellikle Amerikan karşıtı siyasi söylemini bypass etmesi açısından özellikle dikkat çekicidir. ABD, Pakistan'ın iç siyasi dinamiklerinden ziyade, stratejik çıkarlarını doğrudan muhatabıyla, yani orduyla görüşmeyi tercih etmektedir.  

 

İşlemsel İttifak: Terörle Mücadele, Çin ve İran

 

Bu yenilenen işbirliğinin temel bileşenleri, güya her iki tarafın da çıkarlarına hizmet eden işlemsel bir mantığa dayanmaktadır. ABD için birincil itici güç, özellikle IŞİD-Horasan (IŞİD-K) ve Tehrik-i-Taliban Pakistan (TTP) gibi örgütlerden kaynaklanan tehditleri bertaraf etmektir. Bu konuda Pakistan, "olağanüstü bir ortak" olarak görülmektedir.  En azından açığa vurulan mantıksal yaklaşım böyle değerlendirilebilir.

 

Bu işbirliği, Pakistan'ın Çin ile olan derin stratejik ve askeri uyumuna rağmen ve onunla birlikte var olmaktadır. Düşünce kuruluşlarının analizleri, Washington'un Pakistan'ı "Çin kampında" görmesine rağmen, onu hala "kullanışlı bir terörle mücadele üssü" olarak değerlendirdiğini doğrulamaktadır. Ayrıca ABD, İran'ı çevreleme stratejisinde Pakistan'ın en azından rızasını, hatta desteğini aramaktadır. Bu durum, Pakistan liderliğinin bir yandan İsrail'e karşı Müslüman birliği çağrısı yaparken, diğer yandan İran ile dayanışma içinde olduğunu ifade etmesiyle karmaşık bir dinamik yaratmaktadır.

 

Bu gelişmeler, ABD'nin Pakistan ile ilişkilerinde "stratejik bölümlendirme" olarak adlandırılabilecek bir yaklaşım benimsediğini göstermektedir. Washington, bir yanda terörle mücadele gibi acil güvenlik çıkarlarını askeri kanallar üzerinden yürütürken, diğer yanda Pakistan'ın Çin ile olan ilişkileri ve iç siyasi hassasiyetleri gibi konuları ayrı bir "bölmede" yönetmektedir. Üst düzey askeri ziyaretlerin sadece seremonik olmadığı, "öncelikli olarak ikili nitelikte" olduğunun vurgulanması, bu ayrı ve yalıtılmış iletişim kanalının varlığını teyit etmektedir. Bu, tam bir stratejik uyum talep etmek yerine, karmaşık ilişkileri bölümlendirilmiş, işlemsel angajmanlar yoluyla yönetme stratejisinin bir parçasıdır ve Türkiye'ye yönelik yaklaşımla paralellik göstermektedir.  Ancak öte yandan askeri yönetimle iyi ilişkiler geliştirerek istediği an askeri darbe yoluyla siyasi söylemleri lehine çevirme seçeneğini de akılda tutmak gerekiyor.

 

Türk-İran Küresi İçin Etkileri

 

ABD ile uyumlu bir Pakistan ordusu, Türkiye ve İran için stratejik denklemi değiştirmektedir. Bu durum, mevcut güçlü Türkiye-Pakistan savunma bağlarının üzerine inşa edilebilecek potansiyel bir Türkiye-Pakistan-ABD güvenlik uyumunu güçlendirmektedir. İran için ise bu, doğu komşusunun güçlü ordusunun, kendi birincil hasmı olan ABD ile yakın bağlarını sürdürmesi anlamına gelmekte ve Tahran'ın bölgesel güvenlik ortamını daha da karmaşık hale getirmektedir.  Tüm bu analizlere yine Pakistan’da ABD destekli bir askeri darbe olasılığını eklemek gerekiyor.

 

Bölüm 3:

Hankendi'deki Tarihi Fotoğraf: İran'ın Kafkasya'daki Pragmatik Ekseni

 

Güney Kafkasya'da güç dengelerini yeniden şekillendiren son gelişmeler, bölgenin geleneksel aktörlerinden İran'ı yeni bir stratejik duruş benimsemeye itmiştir. Bu değişimin en somut ve sembolik anı, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) Zirvesi'nde Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev ve İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan'ın Hankendi'de bir araya gelmesiyle yaşanmıştır.  

 

Sembollerin Gücü: Yeni Bir Gerçekliği Tanımak

 

Bu buluşmanın gerçekleştiği yer, mesajın kendisi kadar önemlidir. Hankendi, Karabağ'daki eski Ermeni ayrılıkçı oluşumun başkenti olarak kullanılıyordu. Geleneksel olarak Ermenistan'ın ortağı olan İran'ın katılımıyla burada büyük bir uluslararası zirve düzenlenmesi, Tahran tarafından Türkiye-Azerbaycan ittifakının belirleyici askeri ve diplomatik zaferiyle kurulan yeni bölgesel düzenin kamuoyu önünde tanınması anlamına gelen güçlü bir sembolik eylemdir.  

 

Liderler arasındaki samimi etkileşimler, özellikle Aliyev'in Pezeşkiyan'a hitaben "Burası öz ata vatanındır" demesi ve ardından gelen ortak kahkahalar, gerilimi düşürmeye ve ilişkiyi ortak miras ve karşılıklı saygı temelinde yeniden çerçevelemeye yönelik kasıtlı bir çabayı göstermektedir. Bu jest, İran'ın bölgedeki yeni güç dengesini sadece kabul etmekle kalmayıp, bu yeni düzende yapıcı bir rol oynamaya hazır olduğunun da bir işaretidir.  

 

Pezeşkiyan Faktörü ve "Derin Devlet"

 

İran dış politikasının iç dinamiklerini analiz ederken, Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan'ın etnik kökeninin Azerbaycan Türkü olması ve sınırın her iki yakasındaki Azerbaycan Türklerinin ortak mirası hakkında şiirler okuyarak "şiir diplomasisi" uygulaması önemli bir yumuşak güç jestidir. Bu, özellikle İran'ın kendi Türk  nüfusuna yönelik bir iyi niyet gösterisi olarak da okunabilir.  

 

Ancak düşünce kuruluşları, bunun temel bir stratejik değişimden ziyade bir üslup ve ton değişikliği olduğu konusunda haklı olarak şüphecidir. İran'da dış ve güvenlik politikasındaki nihai otorite, Dini Lider ve Devrim Muhafızları Ordusu'na (DMO) aittir. Pezeşkiyan'ın rolü, İran'ın bölgesel politikasının özü tutarlı kalırken, "uzlaşmacı bir yaklaşımla" bir stil değişikliği getirmektir. Onun bu açılımı, devrimci bir değişimden çok pragmatik bir araçtır.  

 

İkinci Karabağ Savaşı, Güney Kafkasya'daki güç dengesini temelden Türkiye-Azerbaycan ekseni lehine değiştirmiştir. İran'ın başlangıçtaki politikası, Ermenistan'ı desteklemek ve yükselen bu eksene şüpheyle yaklaşarak Azerbaycan sınırında askeri tatbikatlar yapmaktı. Bu çatışmacı yaklaşımın sürdürülemez olduğu ve İran'ı, onu tamamen bypass etme tehdidi taşıyan yeni ulaşım koridorları (Orta Koridor/Zengezur) karşısında stratejik izolasyon riskiyle karşı karşıya bıraktığı anlaşılmıştır. Etnik olarak Azerbaycan Türkü olan Pezeşkiyan'ın seçilmesi, bu stratejik çıkmazdan çıkmak için bir diplomatik fırsat sunmuştur. Hankendi ziyareti ve "yapıcı" görüşmeler, İran'ın çıkarlarından vazgeçmediğini, ancak bu çıkarları farklı yollarla takip ettiğini göstermektedir. Tahran, bir çatışma stratejisinden pragmatik bir adaptasyon stratejisine geçerek, dışlanmak yerine yeni bölgesel düzeni içeriden etkilemeye ve şekillendirmeye çalışmaktadır.  

 

Yeni Dengeler, Yeni Koridorlar

 

Bu yakınlaşmanın somut etkileri vardır. İran, tarihsel olarak Azerbaycan'ı Nahçıvan topraklarına Ermenistan üzerinden bağlayacak olan Zengezur Koridoru'na, kendi Ermenistan erişimini keseceği ve Türkiye'nin hakimiyetinde olacağı endişesiyle şüpheyle bakmıştır.  

 

Bakü ve Ankara ile yapıcı bir angajmana girerek Tahran, muhtemelen bir engelleme stratejisi yerine bir etki stratejisi izlemektedir. "Orta Koridor"un gelişen ulaşım ve enerji koridorlarında kendi rolünü güvence altına almayı ve stratejik izolasyondan kaçınmayı amaçlamaktadır. Bölgenin kilit bir düğüm noktası olan Hankendi'deki toplantı, İran'ın bu yeni jeo-ekonomik haritadaki yerini daha iyi müzakere etmek için ilişkileri normalleştirmeye yönelik bir adımdır.  

 

Bölüm 4:

Genişleyen Platform: Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) ve Türk Dünyasının Yükselişi

 

Son dönemdeki jeopolitik hareketliliğin merkezinde yer alan kurumsal platformların doğru anlaşılması, stratejik tablonun netleştirilmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Özellikle Hankendi'de düzenlenen zirve, Türk dünyasının bölgesel güçlerle etkileşimini ve bu etkileşimin kurumsal zeminini ortaya koyması bakımından kritiktir.

 

EİT ve TDT: Kritik Bir Açıklama

 

Analize başlamadan önce, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) ile Türk Devletleri Teşkilatı'nı (TDT) birbirinden ayırmak gerekmektedir. Hankendi'de gerçekleşen zirve, 17. EİT Zirvesi'dir.  

 

EİT, 1985 yılında Türkiye, İran ve Pakistan tarafından kurulan ve daha sonra Orta Asya'daki Türk cumhuriyetleri ile Afganistan'ın katılımıyla genişleyen, temel olarak jeo-ekonomik bir örgüttür.  

 

TDT ise Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan'dan oluşan ve gözlemci üyeleri bulunan, etno-dilsel temelli ayrı bir örgüttür.  

 

Bu ayrım hayati derecede önemlidir: EİT, Türk dünyasının, bölgenin Türk olmayan kilit güçleri İran ve Pakistan ile resmi ve kurumsal olarak kesiştiği birincil forumdur. Soğuk Savaş sırasında Batı yanlısı üç ülke (Türkiye, İran, Pakistan) tarafından kurulan EİT, Soğuk Savaş sonrası genişlemiş ancak görece pasif kalmıştır. Ancak son olaylar, özellikle Rusya ve deniz yollarına alternatif olarak Orta Koridor'un yükselişi, örgüte yeni bir stratejik önem kazandırmıştır. Azerbaycan'ın ev sahipliği yaptığı ve Türkiye'nin güçlü bir şekilde desteklediği Hankendi Zirvesi, tam da bu yeni bağlantı gündemine odaklanmıştır. Zirve, Türk devletlerinin kurucu üyelerini, İran ve Pakistan ile bir araya getirerek, bu koridor etrafında benzersiz bir çıkar birliği yaratmıştır. Dolayısıyla EİT, eski bir miras örgütünden, merkezinde Türkiye-Pakistan-İran üçlüsü ve temel ortaklar olarak Orta Asya Türk devletlerinin yer aldığı yeni bir Avrasya jeo-ekonomik bloğunun inşası için birincil kurumsal araca dönüştürülmektedir.  

 

Hankendi Zirvesi'nin Stratejik Çıktıları

 

Zirvenin nihai belgesi olan Hankendi Bildirisi'nin temel çıktıları, bu yeni stratejik yönelimi teyit etmektedir. Bildirinin kilit hükümleri şunlardır:  

 

·   Azerbaycan'ın Karabağ'daki yeniden inşa çabalarına güçlü övgü.

 

·   "Ermenistan'dan sürülen Azerbaycan Türklerinin anavatanlarına dönme hakkının" siyasi açıdan önemli bir şekilde yeniden teyit edilmesi.

 

·  Bağlantı, ticaret ve enerji işbirliğini artırmaya yönelik net bir odaklanma.

 

Bu noktalar, yeni bölgesel gerçekliği kurumsallaştırmakta ve Orta Koridor merkezli ileriye dönük bir gündem belirlemektedir.

 

KKTC'nin Statüsü ve Geleceği: Tanınmaya Giden Yol

 

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) uluslararası alandaki konumu, bu yeni bölgesel dinamiklerde önemli bir yer tutmaktadır. KKTC, hem EİT hem de   TDT nezdinde   gözlemci statüsüne sahiptir.

 

Özellikle TDT'ye anayasal adıyla kabul edilmesi, dönüm noktası niteliğinde bir diplomatik başarıdır. Bu statü, KKTC'ye hayati uluslararası platformlar sağlamakta, siyasi ve ekonomik izolasyonunu kırmaya yardımcı olmakta ve üye devletler tarafından fiili bir tanınma olarak görülmektedir. KKTC'nin açık hedefi, bu statüyü tam üyeliğe yükseltmektir.  

 

Kasım 92’de ‘Kıbrıs Müslüman Toplumu’ statüsü ile EİT’e alınması, Eylül 2004’de Annan Planı çerçevesinde Kıbrıs Devleti ünvanı ile EİT’de statünün yükseltilmesi, Ekim 2012’de EİT’de gözlemci üye statüsüne getirilmesi, Kasım 2022’de Türk Devletler Teşkilatına gözlemci statüsüyle Kabul edilmesi ve anayasal adıyla ilk defa uluslararası bir örgüte katılması ve Mayıs 2025’de Türk Akademi’de gözlemci üyelik statüsü, KKTC'nin uluslararası angajmanındaki kademeli ama istikrarlı ilerlemesini özetlemektedir. Bu tablo, politika yapıcıların KKTC'nin Türk ve bölgesel örgütlere entegrasyonunun yörüngesini ve önemini hızla kavramalarını sağlayacaktır.

 

Bölüm 5:

Sentez ve Büyük Strateji: Noktaları Birleştirmek

 

Raporun önceki bölümlerinde incelenen münferit olaylar ve eğilimler, bir araya getirildiğinde Avrasya'nın yani Türkistan coğrafyasının değişen jeopolitik manzarasını ve bu manzaradaki kilit aktörlerin stratejilerini ortaya koyan daha büyük bir resmi gözler önüne sermektedir. Bu sentez, ABD'nin esnek stratejisini, bölgesel güçlerin yakınlaşmasını ve Türk dünyasının bir jeopolitik aktör olarak yükselişini birleştirmektedir.

 

Amerika'nın Esnek Ağ Stratejisi

 

Washington'un Türkiye ve Pakistan ile olan ilişkilerini yeniden şekillendirme biçimi, katı ittifaklardan daha çevik, çok katmanlı bir stratejiye geçişi göstermektedir. ABD, Çin'in etkisini dengelemek ve Rusya ile İran'dan kaynaklanan tehditleri yönetmek için "kilit ortaklar ağı" (Türkiye, Pakistan gibi) kurmaktadır. Bu strateji, tam bir uyumun artık mümkün olmadığını kabul ederek, işlemsel, bölümlere ayrılmış ve pragmatik bir yapıya sahiptir. Washington, bir yandan tarihsel övgüler gibi yumuşak güç unsurlarını ve F-35'ler gibi ekonomik teşvikleri kullanırken, diğer yandan temel güvenlik çıkarları için askeri bağları sürdürmektedir. Bu, 21. yüzyılın çok kutuplu dünyasında büyük güç rekabetini yönetmek için tasarlanmış, uyarlanabilir bir yaklaşımdır. ABD, bu ülkelerle olan ilişkilerini, her bir konuyu (terörle mücadele, Çin'i dengeleme, bölgesel istikrar) kendi bağlamında ve kendi kanalları üzerinden ele alarak "bölümlere ayırmaktadır". Bu, bir alandaki anlaşmazlığın diğer alanlardaki işbirliğini tamamen engellemesini önlemeyi amaçlamaktadır.  

 

Türkiye-İran-Pakistan Ekseni mi Doğuyor?

 

EİT'in kurucu üyeleri olan Türkiye, İran ve Pakistan arasında artan çıkar birliği yadsınamaz bir gerçektir. Bu yakınlaşma, özellikle Orta Koridor'un güçlü ekonomik mantığı ve bölgesel istikrara yönelik ortak arzular tarafından yönlendirilmektedir. Hankendi Zirvesi, bu üç gücün Orta Asya cumhuriyetleriyle birlikte ortak bir ekonomik ve altyapı gündemi etrafında birleşebileceğini göstermiştir. Ancak bu durumun yeni bir stratejik eksen oluşturup oluşturmadığı kritik bir şekilde değerlendirilmelidir. Mevcut kanıtlar, bunun resmi bir ittifaktan ziyade, güçlü ve pragmatik bir "kolaylık hizalanması" olduğunu göstermektedir. ABD-İran hasımlığı, Hindistan-Pakistan rekabeti ve Türkiye ile İran arasındaki tarihsel güvensizlik gibi derin stratejik fay hatları, bu işbirliğinin kapsamını sınırlamaya devam edecektir. Bu, çıkarların örtüştüğü alanlarda (ticaret, ulaşım, enerji) derinleşen, ancak stratejik vizyonların ayrıştığı noktalarda kırılgan kalan bir ilişkidir.  

 

Türk Dünyasının Jeopolitik Bir Aktör Olarak Yükselişi

 

Bu raporun tamamını birleştiren ana tema, Türkiye liderliğindeki Türk ve müttefik devletler bloğunun artan stratejik ağırlığı ve özerkliğidir. Karabağ'daki zafer, bu yükselişin katalizörü olmuştur. Bu etkinin TDT ve yeniden canlandırılan EİT aracılığıyla kurumsallaştırılması, ABD gibi büyük güçlerin stratejilerini bu yeni gerçekliğe uyum sağlamak zorunda kalmasıyla birleştiğinde, bu bloğun yeni çok kutuplu dünya düzeninde belirgin ve sonuç alıcı bir kutup olarak kendini kabul ettirdiğini göstermektedir. Bu blok, artık sadece büyük güçlerin satranç tahtasındaki bir piyon değil, kendi gündemini belirleyen, kendi çıkarlarını takip eden ve diğer aktörleri kendi stratejilerini yeniden değerlendirmeye zorlayan bir oyuncu haline gelmektedir.

 

Bölüm 6:

Stratejik Öngörü: Türkiye İçin Senaryolar ve Politika Tavsiyeleri

 

Yapılan analizler ışığında, Türkiye ve Türk dünyasının önündeki jeopolitik yörüngeyi şekillendirebilecek potansiyel gelecek senaryoları ve bu senaryolar karşısında Türkiye'nin izlemesi gereken stratejik politikalar aşağıda sunulmuştur.

 

Jeopolitik Gelecek Senaryoları

 

Senaryo 1: Çok Vektörlü Denge ve Pragmatik Ortaklık (Yüksek Olasılık)

 

Bu senaryo, mevcut eğilimlerin devamını ve derinleşmesini öngörmektedir. Türk dünyası (TDT ve EİT aracılığıyla), tek bir güce (ABD, Çin, Rusya) angaje olmak yerine, özerkliğini ve çıkarlarını en üst düzeye çıkarmak için bu güçler arasında ustaca manevra yapan, belirgin bir jeopolitik aktör olarak konumunu sağlamlaştırır. Bu senaryonun en somut örneği, Kazakistan ve Türkmenistan gibi kilit Türk devletlerinin dış politika yaklaşımlarıdır. Bu ülkelerin, Karabağ zaferinin en güçlü sembolü olan Hankendi'de düzenlenecek bir toplantıya katılım konusunda sergiledikleri çekingenlik, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) içinde bir çatlak değil, tam aksine bu senaryonun işlediğinin kanıtıdır. Bu tavır, TDT üyelerinin Rusya ve Çin gibi komşularıyla olan hassas dengelerini gözettiğini ve teşkilatı, diğer güçlerle rekabete giren sert bir siyasi blok yerine, kendi stratejik özerkliklerini korudukları esnek bir iş birliği platformu olarak gördüklerini ortaya koymaktadır.

 

Bu çerçevede ABD, Türkiye ve Pakistan gibi güçlerle işlemsel ilişkilerini sürdürür; tam bir stratejik uyum beklemeden terörle mücadele gibi konularda işbirliği yapar. Türkiye-İran-Pakistan yakınlaşması, Orta Koridor gibi ekonomik projelerde ilerlerken, altta yatan güvensizlik nedeniyle stratejik bir ittifaka dönüşmez. Türkiye bu senaryoda, BOP sonrası dönemde kendisine biçilen "model ortak" rolünü reddederek, bölgedeki krizleri çözmeye odaklanan bir "dengeleyici güç" rolünü başarıyla icra eder.

 

Senaryo 2: Küresel Kutuplaşma ve Kontrollü Krizler (Orta Olasılık)

 

Bu senaryo, küresel ABD-Çin rekabetinin dramatik bir şekilde tırmanarak bölgesel aktörleri daha sert bir seçim yapmaya zorlamasını öngörür. Bu durum, Büyük Orta Doğu Projesi'nin (BOP) "kontrollü kriz" ve "haritaları yeniden şekillendirme" mantığının yeni bir versiyonla sahneye konmasıdır. ABD, Türkiye gibi aktörlere Çin ile bağlarını sınırlamaları için baskı yaparken, bölgedeki gerilimleri (örn. İran-İsrail) derinleştirerek müttefiklerini kendi kampında konsolide etmeye çalışır. Bu yaklaşım, bölgedeki etnik ve mezhepsel fay hatlarını kışkırtarak, rakip projeleri (Çin'in Kuşak ve Yol'u gibi) sabote etmeyi ve bölgeyi kendi çıkarlarına göre yeniden düzenlemeyi hedefler.

 

Bu senaryoda, Türkiye'nin çok yönlü dış politika yürütme ve dengeleyici güç olma kapasitesi ciddi şekilde aşınır. Ankara, iki kutup arasında tehlikeli ve yüksek riskli bir dengeleme eylemi gerçekleştirmek zorunda kalır ki bu da dış politikasında ve iç istikrarında ciddi gerilimlere yol açabilir.

 

Senaryo 3: Bölgesel Entegrasyonun Zaferi (Düşük Olasılık)

 

Bu en idealist senaryo, Orta Koridor'un zorlayıcı ekonomik mantığının ve ortak refah hedeflerinin, jeopolitik rekabetlere ve BOP gibi dış kaynaklı projelere galip gelmesini varsayar. Bölgesel aktörlerin, ortak çıkarlarını stratejik farklılıklarının ve tarihsel güvensizliklerin önüne koymasıyla, Asya ve Avrupa'yı Türk dünyası, İran ve Pakistan üzerinden birbirine bağlayan istikrarlı, güvenli ve verimli bir ekonomik koridor ortaya çıkar. Bu durum, bölgenin kolektif küresel duruşunu ve refahını önemli ölçüde artırır. Ancak bu senaryonun gerçekleşmesi, mevcut koşullarda büyük bir zihniyet değişimi ve dış müdahalelerin etkisiz kalmasını gerektirmektedir.

 

Türkiye İçin Politika Tavsiyeleri

 

Yukarıdaki analiz ve senaryolar temelinde, Türk karar alıcıları için somut ve eyleme geçirilebilir politika tavsiyeleri şunlardır:

 

1. Esnek ve Kapsayıcı Kurumsallaşma: TDT ve EİT'in kurumsal derinleşmesini agresif bir şekilde sürdürürken, üye ülkelerin farklı dış politika vektörlerine (özellikle Rusya ve Çin ile ilişkilerine) saygılı, esnek ve kapsayıcı bir model benimsemek. Kazakistan ve Türkmenistan örneğinde görüldüğü gibi, her üyeyi aynı siyasi çizgiye zorlamak yerine, ortak paydada buluşulabilen (ekonomi, ulaşım, kültür) alanlarda kurumsallaşmayı derinleştirmek daha gerçekçi ve sürdürülebilir olacaktır.

 

2. Stratejik Özerkliği Kaldıraç Olarak Kullanmak: Washington'un İran ve Rusya konularında Türkiye'nin dengeleyici rolüne olan ihtiyacını, F-35 programı ve ABD'nin YPG politikasında somut değişiklikler gibi temel Türk çıkarları konusunda tavizler elde etmek için bir kaldıraç olarak kullanmak. Türkiye'nin bölgesel istikrar için vazgeçilmez bir ortak olduğu, ancak bu ortaklığın tek taraflı olamayacağı net bir şekilde ifade edilmelidir.

 

3. Çok Kutuplu Gerçekliği Yönetmek: Türkiye'nin TDT ve EİT içindeki liderliğinin, bu platformları Rusya veya Çin'e karşı bir cepheye dönüştürmek anlamına gelmediğini tüm taraflara güvence verecek şekilde yönetmek. Bölgesel entegrasyonun, diğer güçlerle rekabeti değil, bağlantısallığı ve ortak refahı hedeflediği vurgulanmalıdır. Bu, İran-Pakistan gibi aktörlerle ilişkileri yönetmek için de kritik bir yaklaşımdır.

 

4. KKTC'yi Entegrasyonun Merkezine Koymak: KKTC'nin diplomatik, ekonomik ve kültürel bağlarını genişletmek için TDT ve EİT platformlarını sistematik olarak kullanmak. Üye ülkelerin hassasiyetleri göz önünde bulundurularak, "tanıma" baskısı yerine fiili entegrasyona (ticaret, turizm, eğitim, spor) odaklanmak, zamanla tanımaya giden yolu daha sağlam bir zeminde inşa edecektir. Bu, daha fazla uluslararası entegrasyona yönelik geri döndürülemez bir süreç yaratacaktır. Kıbrıs’ın, stratejik anlamda  Türk varlığının devamında kilit önemde olduğunu ortaya koyan bir değerlendirme ise başka bir yazının konusudur.

Toplam Okunma Sayısı : 566