
TÜRKİYE - ABD SAVAŞI
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler, özellikle AK Parti’nin 2002’de iktidara gelmesi sonrasında dinamik ve dalgalı bir seyir izledi. Bu süreci belirleyen temel faktörler; iki ülkenin Orta Doğu politikaları, bölgesel güvenlik konuları, iç siyasi gelişmeler ve NATO müttefikliği çerçevesinde yaşanan stratejik kırılmalardı.
AK Parti’nin 2002’de tek başına iktidara gelişiyle beraber, Türkiye’de daha istikrarlı bir siyasi dönem başladı. ABD, Türkiye’yi “model ortak” veya “ılımlı İslam” örneği olarak görüp desteklerken; Türkiye de ABD ile stratejik iş birliği sürdürmek niyetindeydi.
Ancak kısa süre sonra 2003’teki “1 Mart Tezkeresi”nin TBMM’de kabul edilmemesi (ABD askerlerinin Irak’a geçişine izin çıkmaması), ilişkilerde ilk gerginliği başlattı. Bu durum, ABD’nin Türkiye’yi Orta Doğu planlarında “daha az öngörülebilir bir müttefik” olarak görmeye başlamasına neden oldu.
2004-2005 yıllarında, ABD-Türkiye ilişkileri reset’e (yeniden düzenleme) tabi tutulmaya çalışılmış, özellikle George W. Bush yönetimi ile Ankara arasında bölgesel konular üzerine görüşmeler yoğunlaşmışsa da. Türkiye’nin, ABD’den PKK terörüyle mücadelede daha somut destek beklerken, ABD yönetiminin Irak’taki süreci öncelikli görmesi görüş ayrılıklarını derinleştirdi ve ileride daha büyük çatlakların zemini oldu.
2013’teki Gezi Parkı olayları, Türkiye, ABD ve Batı arasındaki kopuşu da hızlandırdı. ABD yönetiminin bu sürece dair yaptıkları Ankara tarafından “iç işlere müdahale” olarak algılandı doğal olarak. Bu dönemde Türkiye’nin iç politik istikrarını hedef alan olaylar konusunda ABD’nin yaklaşımı, iki ülke arasında güvensizliği artıran olay oldu.
15 Temmuz darbe girişimi ise, Türkiye-ABD ilişkilerinin kopma noktası oldu. Darbe girişiminin maşası FETÖ ve maşayı elinde tutanlar projeksiyon tutulan tavşan gibi ortaya çıktı.
Suriye iç savaşı ve Orta Doğu’daki güç mücadeleleri ise, son on yılda Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin vekalet yoluyla da olsa savaşa evrilmesine zemin hazırladı. Özellikle Suriye’de faaliyet gösteren silahlı grupların kimler tarafından desteklendiği ve nasıl eğitilip donatıldığı meselesi, iki ülke arasındaki diplomatik ve askeri çekişmeyi derinleştirdi. Bir bakıma “vekâlet savaşı” olarak adlandırılabilecek bir Türkiye–ABD çatışması belirginleşti.
Peki neydi bu vekalet savaşları?
Vekâlet savaşları, devletlerin doğrudan çatışmaya girmeksizin, üçüncü taraflar aracılığıyla çıkarlarını savunduğu ve rakiplerine karşı mücadele ettiği çatışma biçimlerinin adı. Bu tür savaşlarda, büyük güçler kendi askerî varlıklarını riske atmadan, yerel veya bölgesel aktörlere destek vererek hedeflerine ulaşmayı amaçlıyorlar. Aslında çok da yeni bir kavram değil.
Soğuk Savaş'ın ilk büyük çatışmalarından biri olan Kore Savaşı (1950-1953), Kuzey Kore'nin Sovyetler Birliği ve Çin tarafından, Güney Kore'nin ise Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve müttefikleri tarafından desteklendiği bir vekâlet savaşıydı aslında. Bu savaş, ideolojik olarak komünizm ve kapitalizm arasındaki mücadelenin bir yansımasıydı.
Arkasından Vietnam Savaşı (1955-1975) ve Afganistan Savaşı (1979-1989) iki kutuplu dünyanın en kanlı ve uzun vekalet savaşlarına örnek teşkil etti.
Bir sonraki evreye geçişin ara örneği ise Ukrayna-Rusya savaşı oldu.
2011’de başlayan Suriye iç savaşı ve 2014’de başlayan Yemen iç savaşı ise yeni dönem vekalet savaşlarının en açık örnekleri olarak hayatımıza girdi, Özellikle Suriye iç savaşı, birçok bölgesel ve küresel aktörün yer aldığı karmaşık bir vekâlet savaşı örneğidir. İran ve Rusya, Suriye hükümetini desteklerken; ABD, Türkiye ve bazı Körfez ülkeleri muhalif gruplara destek verdi. Ayrıca, terör örgütleri ve diğer devlet dışı aktörler de çatışmalara dahil olunca süreç daha karmaşık hale geldi.
Vekâlet savaşları, doğrudan çatışmaların getireceği siyasi ve askeri riskleri azaltma amacı taşısa da, genellikle uzun süreli istikrarsızlık, insani krizler ve bölgesel güvenlik tehditlerine yol açmakta olduğu kesinleşti. 14 yıldır devam eden bu savaşı iyi anlayabilmek için, uluslararası ilişkilerde vekâlet savaşlarının dinamiklerini ve sonuçlarınıda anlamak büyük önem taşıyor.
1. ABD destekli PKK/YPG/SDG ve Askeri Ortak Tatbikatlar
Yeni dönem savaşlarda ABD’nin yeni taktiği artık herkes tarafından biliniyor. 11 Eylül olaylarından itibaren ABD girmek istediği her yere ‘İslami Terör’ bahanesi ile giriyor. Bunun için de yine aslında kendi oluşumu olduğu tüm dünyaca bilinen DAEŞ/İŞİD terör örgütünü kullanıyor.
Suriye’de de aynı süreç işledi. Önce piyasaya DAEŞ/İŞİD terör örgütü sürüldü. Onlarla savaş için de vekillerini belirledi. Bu vekilin adı, Kürtler katlediliyor bahanesi ile iç savaşın başlarında Suriye’ye getirdiği terör örgütü PKK idi. Ancak PKK uluslararası camia tarafından terör örgütü olarak kabul ediliyordu. Algı mühendisliği hemen devreye girdi ve Suriye’deki PKK oluşumuna YPG adı verildi. Böylece terör örgütü kendi mekanizmalarınca aklanarak Suriye Kürtlerinin özgürlük savaşçılarına (!) dönüştürüldü. Türkiye’nin tüm uluslararası platformlardaki karşı duruşu ve YPG’nin PKK’dan ibaret olduğu tezini yüksek sesle dillendirmesi ile YPG’nin yanına bazı muhalifler de eklenerek SDG (Suriye Demokratik Güçleri) kurgulandı.
Ancak Türkiye, ana omurgasını YPG’nin oluşturduğu SDG’yi de “terör örgütü” olarak tanımlamakta. Tüm bu duruşa rağmen, ABD, SDG’yi hava desteği, silah yardımı, lojistik ve istihbarat desteğiyle güçlendirdi. Bunun sonucu olarak da Suriye’de geniş bir alan SDG kontrolüne geçmiştir. Elbette bu alan her yerde olduğu gibi enerji ve su kaynaklarının olduğu alandı.
ABD askerleri, Suriye’nin kuzeydoğusunda farklı dönemlerde SDG unsurlarıyla ortak tatbikatlar gerçekleştiriyor. Bu tatbikatlardan sonuncusu ise tam da Türkiye’nin Tişrin Barajı etrafına başlattığı askeri harekat sırasında devreye sokuldu. Tatbikat bahanesiyle hava savunma sistemleri de aktif hale getirildi. Kime karşı? Elbette Türk hava unsurlarına karşı.
2. Türkiye Destekli Suriye Milli Ordusu (SMO)
Suriye Milli Ordusu (SMO), Türkiye’nin desteklediği muhalif grupların çatı örgütlenmesi ve bu grubun ana omurgasını da Türkmenler oluşturuyor. SMO, Suriye’de Esad rejimine ve YPG/SDG gibi Ankara’nın terör örgütü olarak tanımladığı güçlere karşı savaştı / savaşıyor.
Türkiye, kendi sınır güvenliğini sağlamak ve “terör koridoru” olarak nitelediği bölgeyi engellemek için Suriye’nin kuzeyinde çeşitli askeri operasyonlar (Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı vb.) düzenledi, bu operasyonlar sırasında SMO ile iş birliği yaptı.
Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde oluşturduğu güvenli bölgelerde SMO unsurlarına lojistik, silah ve eğitim desteği sağlarken, İdlip’te de HTŞ unurlarını eğitti, stratejik ilişkiler geliştirdi. Bu kapsamda, SMO güçleri Türkiye’nin askeri kamplarında eğitildi, çeşitli hafif ve orta sınıf silahlar ile donatıldı.
Böylece; Türkiye’nin, SDG/YPG’ye karşı SMO’yu desteklemesi, ABD’nin de SDG/YPG’yi sadece desteklemekle kalmayıp 120.000 tır silahla donatması ile sahada iki NATO müttefikinin (Türkiye ve ABD), farklı vekil güçler üzerinden karşı karşıya geldiği bir tablo meydana geldi. Bu durum “Türkiye – ABD vekalet savaşı” nın en somut dayanaklarından biri olarak sahada hala devam etmektedir.
3. Çatışma Bölgeleri ve Askeri Varlık
ABD, özellikle Suriye’nin kuzeydoğusunda (Fırat Nehri’nin doğusu) konuşlanmış askerî birlikleriyle varlık göstermekte. Buradaki üslerde ABD askerleri, SDG’ye danışmanlık ve eğitim sağlamaktadır. Ayrıca, Suriye’nin doğusundaki Deyrizor bölgesindeki enerji kaynakları (petrol sahaları) ABD askerlerinin gözetiminde ya da korumasında bulunduğu için bu bölgede de önemli bir ABD varlığı sürmekte.
Türkiye ise, Suriye’nin kuzeybatısında ve kısmen kuzeydoğusunda (Fırat Kalkanı bölgesi, Afrin, Resulayn, Tel Abyad vb.) askerî üsler ve gözlem noktaları kurdu. “Güvenli bölge” konsepti çerçevesinde, Suriyeli sığınmacıların geri dönüşünün sağlanması ve sınırın YPG/PKK unsurlarından arındırılması çerçevesinde çalışmalar devam ediyor. İdlib başta olmak üzere farklı bölgelerde de Türk Silahlı Kuvvetleri gözlem noktaları inşa etmiş ve bu bölgelerde rejim güçleri ya da diğer milis grupların saldırılarını engellemeye yönelik faaliyetlerde bulunuyor.
4. ABD’nin Türkiye’ye Uyguladığı Ambargo ve Askeri Kısıtlamalar
ABD ile Türkiye arasında S-400 hava savunma sistemi satın alınması meselesi, odağında 2019’da büyük bir kriz yaşanmış, bu kriz neticesinde Türkiye F-35 Müşterek Taarruz Uçağı projesinden çıkarılmıştı. ABD ayrıca, CAATSA yaptırımları çerçevesinde Türkiye Savunma Sanayii Başkanlığı ve bazı yetkililere yönelik yaptırımlar uygulamıştı.
ABD, geçmişte de çeşitli dönemlerde Türkiye’ye karşı silah ambargoları uyguladı (en bilinen örnek Kıbrıs Harekâtı sonrasında uygulanan 1975–1978 ambargosu). Günümüzde ise Türkiye’nin zaman zaman Rusya ile yakınlaşmasını bahane ederek, ama aslında Orta Doğu’daki bağımsız politikaları ve Suriye’de YPG/SDG ile yani ABD ile çatışması nedeniyle, ABD Kongresi ve yönetimi, Türkiye’ye satılması planlanan silah sistemlerini onaylama konusunda çekinceli davranıyor.
5. Yunanistan-ABD Güvenlik Yakınlaşması ve Doğu Akdeniz Gerginliği
Son yıllarda ABD’nin Yunanistan ile güvenlik ve savunma alanlarında daha yakın bir iş birliğine yönelmesi, Türkiye için stratejik önemde yerlere askeri üsler kurması, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları, Kıbrıs meselesi ve Ege Denizi’nde yaşanan anlaşmazlıklar, ABD’nin bölgedeki askeri varlığını Yunanistan üzerinden artırmasıyla birlikte Türkiye açısından rahatsız edici bir boyuta evrildi. Ve bölgesel dengeler değiştirilmeye çalışıldı /çalışılıyor.
6. ABD–İsrail İlişkisi ve Türkiye–İsrail Çekişmesinin Etkileri
ABD ve İsrail arasındaki stratejik ortaklık, Mavi Marmara hadisesinden sonra Türkiye karşıtlığını da içerir bir şekle dönüştü. Filistin meselesinde Türkiye’nin İsrail’e sert eleştirileri ve Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları üzerinden yaşanan gerilimler, iki ülke arasındaki çekişmeyi resmi politika haline getirdi. Öte yandan Suriye’deki yeni gelişmeler İsrail ile Türkiye’yi daha agresif ilişkiler aşamasına getirdi.
Sonuç
SDG’nin önemli bölümünü PKK bağlantılı YPG güçleri oluşturduğundan, Türkiye bu yapıyı “ulusal güvenliğine doğrudan tehdit” olarak değerlendiriyor. ABD ise sahada etkin IŞİD karşıtı unsur olarak ileri sürdüğü SDG’ye desteğini sürdürürken, Türkiye’nin itirazlarını dikkate almıyor.
Bu nedenle, Türkiye’nin eğitip donattığı Suriye Milli Ordusu (SMO) ile ABD’nin eğitip donattığı SDG arasında çeşitli cephelerde sıcak çatışmalar devam ediyor. Türkiye’nin Suriye operasyonları, doğrudan ABD askerleriyle çatışmadan kaçınarak genellikle SDG/YPG mevzilerini hedef alsa da sahada “iki farklı koalisyon gücünün çatışması” sürüyor. ABD’nin SDG ile yaptığı son ortak tatbikatlar da, “Bu bölgede uzun süre kalacağız ve SDG’yi yalnız bırakmayacağız” mesajı taşıyor.
Elbette Türkiye ve ABD arasındaki stratejik bağlar tamamen kopmuş değil ve bu nedenle, açık bir Türkiye–ABD savaşı ihtimali düşük. Ancak, Suriye sahasında SDG ile SMO arasındaki çatışmalar, çoğunlukla vekiller aracılığı ile zaman zaman da doğrudan bir ABD – Türkiye savaşını gözler önüne seriyor. Diplomasi, ekonomik yaptırımlar ve yerel müttefikler üzerinden nüfuz alanını genişletme çabaları ile savaş daha da perçinleniyor. Özellikle Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi ve Türkiye yanlısı bir iktidarın işbaşına gelmesi bu savaşı daha da sertleştireceğe benziyor.
Her ne kadar Trump yönetiminin iş başına gelmesi ile kamuoyu bir takım beklentilere girdi ise de Amerika’nın evanjelik siyasi yapısının bu çekişmenin en büyük etkeni olduğunu unutmamak gerek. Zira Evanjelistler siyonizmin en büyük destekçileri. Ve İsrail sürekli düzmece bilgilerle ve evanjelist rahipler aracılığı ile hem Amerikan yöneticilerini hem Amerikan halkını manüple etmeye devam ediyor. Rahip Bronson da onlardan biriydi.
Rabbim ordumuza güç kuvvet, milletimize birlik ve dirlik versin. Yaşasın millet kahrolsun millet düşmanları…
Toplam Okunma Sayısı : 962