
YENİ NESİL TÜRKÇÜLÜK VE İSLAMCILIK TEHLİKESİ
Türk tarihinin son iki yüzyılı, bin yıldır devam eden haçlı saldırıları karşısında güç kaybeden bir millet psikolojisi ile kurtuluş reçetesi aramak ve İslamcılık, Türkçülük ve Batıcılık arasında kendi kendisiyle kavga etmekle geçti. Doğru kavramlar bulma ya da kavramlara doğru anlamlar yükleme konusunda özgünlük gösteremeyen toplumumuz, cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte bu iç çekişmeyi modern toplum ve geleneksel toplum kavramları ile ifade etmeye çalıştı. Ancak bu kavramların ortaya çıkış süreci, kaynağını aldığı toplumlar ve ihtiyaç süreçleri göz önüne alındığında zaten çözüm, en başında problemin kendisi olarak hayatımıza yansımış oldu / oluyor.
Her ne kadar Ziya Gökalp başta olmak üzere bir çok mütefekkir, 'İslamlaşmak, Türkleşmek ve Muasırlaşmak' fikriyatı ile tüm bu yaklaşımları olumsuzluklarından arındırarak bir araya getirmeye çalışsa da hiç bir zaman toplumsal karşılığını tam anlamıyla bulamadı.
Tüm bunlara rağmen Türkiye'nin tarihsel ve kültürel yapısı, batılılaşma girişimlerinin yanında milliyetçilik ve İslamcılık akımlarının etkileşimiyle şekillenmiştir.
Elbette yazımızla bu tartışmanın içerisine girmek niyetinde değiliz. Ancak milliyetçilik, kavmiyetçilik, ümmetçilik gibi çok daha dar kapsamlı kavramların yanına son zamanlarda İslami hassasiyetleri ‘araplaşmak’ olarak niteleyen, Türküm demeyi de dindışılık olarak gören anlayışların eklemlenmesiyle girdiğimiz tehlikeli döneme dikkat çekmek istiyoruz.
İslam'dan arındırılmış bir ‘Türkçülük’ ile milliyetini inkâr eden bir ‘İslamcılık’ olarak ifade edebileceğimiz bu tarz, ifrat ve tefritin de en somut örnekleri olarak hayatımıza girmiş bulunmaktadır. Zaten ‘ötekiler’ üzerine kurgulanan toplumsal yapıyı iyice zayıflatabilecek ve kutuplaşmayı derinleştirebilecek bu durumu kısaca açıklayalım.
İslam'dan Arındırılmış Bir Türkçülük
Allah’ın dininin, Hz. Muhammed ile gelmediği, insanın yaratılışından itibaren her dönem ve topluma seçtiği tebliğcileri aracılığı ile dinini anlattığı, yaradılış ve yaşayışın esaslarını doğru-yanlış seçenekleri ile birlikte günün şartlarına ve insanın sapmalarına göre ortaya koyduğu gerçeği ile başlayalım. Dolayısı ile Yaratıcının bir ayet olarak ortaya koyduğu milletler sisteminin en kadimlerinden olan Türk milletinin de her dönemde bu tebliğcilerin eğitiminden geçtiği muhakkaktır.
Bugün adına ‘göktengricilik’, ‘şamanizm’ vs ne denirse densin tüm bu inanç sistemlerinin Yaratıcının tebliğcilerinin öğretileri ve bunlardan süreç içerisinde meydana gelen sapmalardan ibaret olduğu gerçeğini de kabullenmek durumundayız. Bu kabül, tarihsel ve bilimsel gerçeklik; aslında hepimizin içine düştüğü çıkmaz ve tartışmalardan kurtaracak yegane yaklaşımdır.
Elbette, sayıları az da olsa hristiyan ve yahudi olan Türk toplulukları da vardır. Ancak İslam, Türk milletinin tarihsel ve kültürel kimliğinin temel unsurlarının başında gelir. İslam'dan arındırılmış bir Türkçülük anlayışı, bu derin bağları göz ardı ederek etnik kimliği ön plana çıkarabilir. Osmanlı Devletinin son dönemlerinde tüm dünyada yaşanan ulusçuluğun dünyayı getirdiği durum ortadadır. Bu sadece stratejik dostlukları göz ardı etmekle kalmaz, toplumu kendi içinde küçük parçalara ayırır. Kaldı ki milliyetler artık tespit edilmiş genetik özelliklerden çok aidiyet hissi ile belirginleşmektedir. En yakın örneği ile aynı Türkmen aileden olma Aziz Sancar Türk kimliği ile gurur duyarken, Mithat Sancar Kürt olduklarını savunabilmektedir.
Kaldı ki, dinî değerlerin dışlanması, toplumun manevi dayanışmasını zayıflatır ve bireyler arasındaki bağları koparabilir. İslam’ın yaradılışa uygun değerler sisteminin daha çok Türk’ün yaşayışında vücut bulduğu hakikatini de göz önüne aldığımızda milletimizin varoluş ve şahlanışının ana dinamiğinin İslam olduğunu görmüş oluruz.
Milliyetini İnkâr Eden İslamcılık
Allah’ın en büyük ayetlerinden olan insanın; birbirlerini tanıyabilsinler diye ve başkaca hikmetlerle milletler şeklinde yaratılması hakikatine aykırı bir şekilde milliyetini inkâr eden bir İslamcılık anlayışı da en az diğer yaklaşım kadar tehlikelidir. Zira bu yaklaşım da hakikatten, yaradılış kaidelerinden, seciye faklılıklarından ve özellikle bizzat İslam’ın kendisinden uzak bir bakış açısıdır. Kur’an’ın ayetleriyle sabit olan milletler sisteminden, ‘Allah insanı yarattı, şeytan da ulusu’ düşüncesine evrilen bir anlayış ancak insan kaynaklı olabilir.
Bu literatürü en çok seslendirenlerin yaşadıkları toplumda iyi niyetli olmayan azınlıkların olduğunu düşünürsek arka planda göremediğimiz / görmek istemediğimiz gerçeği de görmüş oluruz. Zira son yarım yüzyılda bu kavramı en çok öne çıkaranlar açıkça kürtçülük yapmaktan çekinen aşırı milliyetçi Kürtler ile bu kitleler üzerine siyasal planlama yapan ‘islamcı’ partiler ve tabanlarıdır.
Türk milletinin tarihsel birikimi ve kültürel mirası, elbette dinini de muhafaza eden bir milliyetçilikle şekillenmiştir. Bu mirası reddeden bir yaklaşım, toplumsal aidiyet duygusunu zayıflatabilir ve ulusal birliği tehdit edebilir. Bunun dozunu ayarlamak ise özgürlüğümüzün başkalarının özgürlüğüne müdahale ile sınırlı olduğu gerçeğine paralel, başkalarının milliyetçiliği realitesi ile mümkün olacaktır.
Milletini inkâr eden bir İslamcılık, dış tehditlere karşı da milletimizi savunmasız bir toplum haline getirecek, birikimlerimizin reddiyesine sebep olacaktır.
Ortak Akıl ve Kurucu Vatanseverliği Teşvik Eden Bir Çizgi
İhtiyacımız olan şey; tıpkı Horasan Erenleri gibi, İslam inancının fevkinde, yaradılış ve mensubiyetinin idrakinde, üstünlüğün ancak fayda üretmekte olduğunu bilecek irfanda topluluklardır. Ortak akıl ile hareket eden, devletin kurucu unsurlarına saygılı, gelişime açık, değişimi yönetebilen, yönlendirebilen, vatan şairinin ifadesi ile asrın idrakine İslamı söyletebilecek vizyon ve misyonda bir millettir.
Allah’ın kitabına sarılmak, alim ve adil olmak, aklı, kalbi ve bileği ile cihat etmek gerçekliğinden uzaklaşmış bir topluluk; bir fayda üretmek yerine ancak üretilenlere şüphe ile bakmak veya eleştirmekten öteye gidemeyecektir. Toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmek yerine, ortak aklı ve kurucu vatanseverliği teşvik eden bir çizgiye ve tüm milletimizi kucaklayan bir anlayışa ihtiyacımız var. Bu yaklaşım, Türk milletinin tarihsel ve kültürel mirasını, inanç değerlerimizle harmanlayarak birleştirici bir kimlik oluşturacaktır.
Sonuç olarak, İslam'dan arındırılmış bir Türkçülük ile milliyetini inkâr eden bir İslamcılığın, toplumsal yapıyı zayıflatacak ve kutuplaşmayı derinleştirebilecek tehlikeleriyle karşı karşıyayız. 9. 10. Asır Selçuklu döneminde olduğu gibi, İstanbul’un fethi sonrasında olduğu gibi, İslam rönesansını gerçekleştirebilecek vizyonda kadroların yaygınlaştığı, ülkenin her mahallesinde, köyünde Yunusların, Mevlanaların, Hacı Bektaşların olduğu bir toplumu gerçekleştirmek için düşünmek, üretmek ihtiyacı ve bunun için kendimizden başlamak mecburiyeti ile karşı karşıyayız.
Toplam Okunma Sayısı : 948